Galatea logo
Galatea logobyInkitt logo
Sınırsız Erişim Edin
Kategoriler
Oturum aç
  • Home
  • Kategoriler
  • Listeler
  • Oturum aç
  • Sınırsız Erişim Edin
  • Destek
Galatea Logo
ListelerDestek
Kurtadamlar
Mafya
Milyarderler
Toksik Aşk
Slow Burn
Düşmandan Sevgiliye
Paranormal ve Fantezi
Ateşli
Spor
Kolej
İkinci Şans
Tüm Kategorileri Gör
App Store'da 4,6 puanlı
Hizmet ŞartlarıGizlilikBaskı
/images/icons/facebook.svg/images/icons/instagram.svg/images/icons/tiktok.svg
Cover image for Deniz ve Gölge

Deniz ve Gölge

Bölüm 2: Esir

Onu tek başına bırakmışlardı. Büyük kabalık olduğunu düşündü, tehlikesiz olduğunu mu sanıyorlardı? Bağlı olmaktan iyiydi ama anlaşılan onu bir tehdit olarak görmüyorlardı. Odada işine yarayabilecek bir şeyler olmalıydı.

Isla arka taraftaki büyük pencerelere yöneldi. Birini kolayca açabilirdi ama çoktan limandan ayrılmışlardı. Yaşadığı yerden gitgide uzaklaşıyor, kıyı gözden kayboluyordu. Gemi artık açık denize çıkmıştı. Amansız dalgaların arasından o kadar uzağa yüzemeyeceğini biliyordu. Doğrusu bu son derece kötü bir ölüm şekli olurdu.

Ama kolay pes etmemeye niyetliydi, sessiz sedasız boyun eğmek yoktu.

Kaptanın kamarası genişti. Zeminin büyük kısmını kalın bir halı kaplıyordu. Yere sabitlenmiş sağlam bir masa ve etrafında altı büyük, rahat sandalye vardı. Masanın üzerinde iki büyük, ayrıntılı harita açıktı. Haritalar, bir pusula, kum saati ve içinde meyve dolu bir kâseyle sabitlenmişti.

Bir elmayla gümüş bir bıçak kaptı, bıçağı kolunun içine gizledi. Daha önce elinden düşürdüğü bıçak kadar keskin olmasa da hiç yoktan iyiydi.

Bir dolapta tabaklar, fincanlar ve birkaç kitap duruyordu. Duvardaki lambaların arasında iki kılıç asılıydı ama onları kullanacak gücü yoktu. Kılıçlara dokunmadı. Bıçak onun için daha uygundu.

Bir sandığın üzerinde altın varaklı bir ayna asılıydı. Sandığı açmaya yeltendi ama kilitliydi. Aynadaki yansımasına bakıp kaşlarını çattı. Yerde duran daha büyük bir sandık dikkatini çekti. O da kilitliydi. İçlerinde muhtemelen asla çalıp kaçamayacağı mücevherlerle paraların olduğunu bilmek içini sızlattı.

İki, küçük pencereli yan odada, duvara dayalı kocaman bir yatak ve ayak ucunda bir sandık vardı. Bu sandık kilitli değildi ama içinde sadece kıyafetler vardı. Yüksek bir sehpanın üzerinde bir leğen, onun yanında kâse, sürahi ve bardak duruyordu. Yerde lazımlık ve kirli su için boş bir kova vardı.

Hepsi bu kadardı işte. Güzel bir hapishaneydi. Ama yine de hapishaneydi.

Isla ağır sandalyelerden birini çekip oturdu, iç geçirdi. Aldığı bıçak dışında kullanabileceği hiçbir eşyaya rastlamamıştı. Bıçak da ancak şansı yaver giderse işe yarardı. Peki ya sonra ne olacaktı? Bir adamı bıçaklamayı başarsa bile iki yüz denizcinin olduğu bir gemideydi.

Onu iki saat kadar orada beklettiler. Muhtemelen başına gelebilecek en kötü şeyleri hayal etmesini istiyorlardı. Ama Isla’da korkuya pabuç bırakacak göz yoktu.

Sonunda kapı açıldı, Henrik içeri girdi. Boyu bir seksen civarındaydı, yelek ve gömlek üzerine giydiği uzun süslü ceketinin altından geniş omuzları belirgindi. Siyah sakalı iki örgü yapılmış, altın halkalarla tutturulmuştu. Uzun, siyah saçları omuzlarına dökülüyordu.

Isla, Henrik ceketini çıkarıp kapının arkasındaki askıya asarken dikkatle onu süzdü. Kolsuz gömleği sağ kolundaki dövmeyi ortaya çıkarıyordu. Ahtapot ve yılan karışımı, ürkütücü bir çizimdi. Isla kaşlarını çattı, tüyleri ürpermişti.

Henrik odayı girip kollarını kavuşturdu, uzun süre ona baktı. Uzun, bol gömleğini, pantolonunu ve çizmelerini incelerken dudakları belli belirsiz seğirdi. Isla ona ters ters bakıyordu.

“Kimsin sen?” diye sordu. Eğitimli olduğunu belli eden ses tonu yumuşak ve sakindi. Muhtemelen zengin bir ailenin gözden düşmüş oğluydu, bir mevki satın alıp iyi bir kariyer yapmaya çalışıyordu. Aksanından nereli olduğunu çıkaramadı.

Dudaklarını sıktı.

Kaşını kaldırdı. “Adını sordum, genç. Her şey için kavga etmeyelim.”

“Isla.”

Başını salladı ama kendi adını söylemedi. “Çaldığın kese nerede?”

Hiçbir duygu ifadesi taşımayan gözlerle adama baktı. Soluk mavi gözlerine bakılırsa sessizliğinden giderek daha çok keyif alır bir hâli vardı. Aşağılamanın cezasını çekmeli. ~Bakışlarını kaçırıp burnunu çekti.

“Cevap vermeyecek misin?”

Hayır vermeyecekti, ona bir cevap daha verme zevkini yaşatmayacaktı. Ayrıca, siktir git gibi bir cevap vermesi onun durumunda akıllıca bir hamle olmazdı.

“Pekâlâ. O zaman cevabı senden kırbaç yardımıyla alırım.”

Isla ona baktı, yalan söyleyip söylemediğini anlamaya çalıştı. Kıpırdamamıştı ve yüz ifadesi ne düşündüğünü ele vermiyordu. Söylediğini yapacak biri gibi görünüyordu.

“Sakladım,” dedi.

“Öyle mi?” Eğleniyor gibi gülümsedi. “Nereye sakladığını söylemek ister misin?”

“Bulamazsınız. Beni serbest bırakırsanız, nerede olduğunu söylerim.” Denemek zorundaydı.

“Serbest bırakmak mı?” Henrik güldü. Sonra kollarını iki yana açtı, sanki odasının dışındaki denizi işaret ediyormuş gibi, “İstediğin zaman gidebilirsin. O kadar iyi yüzebiliyor musun?” diye sordu.

“Özgürlüğüm ve küçük bir tekne karşılığında mücevherinizin nerede saklı olduğunu söylerim.”

Henrik keyifle kıkırdadı. Muhtemelen onunla dalga geçiyordu. “Mücevherim, öyle mi?”

Ona doğru bir adım attı, çok yaklaşmıştı. Ona tepeden bakarak, “Ne çaldığını bilmiyorsun, değil mi?” diye sordu. Sesi yumuşaktı, fısıltıdan biraz yüksekti. “Sen sadece fırsat kollayan bir hırsızsın, değil mi? Tanrı aşkına, orada olduğunu nasıl bildin?”

Isla sıradan bir hırsız değildi, lanet olası en iyi hırsızdı. Sorusunu saçma buldu. Ona hoşnutsuzlukla baktı. “Kemerinizden sarkıyordu. Gözden kaçırması zordu.”

“Onu görebiliyor muydun?” diye sordu. Belli ki bu durum onu şaşırtmıştı.

“Tabii ki görebiliyordum.” Bu nasıl bir soruydu?

Adam, Isla’nın anlam veremediği bir ifadeyle uzun süre ona baktı. Meraklı mıydı? İlgili miydi? Tahmin etmek zordu ama bakışları yoğundu, uzun süre bakamadan gözlerini kaçırdı.

Sonra başını hafifçe salladı. “Kara Yılan'a gizlice binenlere ne yaptığımızı biliyor musun?”

Isla çenesini kaldırdı. “Ben gizlice binmedim. Adamlarınız beni bu gemiye taşıdı. Beni kaçırdınız.”

Sırıttı. “Gizlice binenlere ve kaçırdıklarımıza ne yaptığımızı biliyor musun?”

Söyleyebileceği hiçbir şey yoktu, bu yüzden çenesini kapalı tuttu.

Yüzündeki sırıtma anbean büyüyordu. Sanki sessizliği bile adama komik geliyordu. “Onları çırılçıplak direğe bağlıyoruz, on iki kırbaç vuruyoruz, yolculuğun geri kalanında güverteleri temizletiyoruz ve bir sonraki limanda satıyoruz.”

Bunu yapmaya cesaret edeceğine inanmasa da içini kaplayan korkuya engel olamıyordu. Isla korktuğunu belli etmemek adına yüz ifadesini mümkün mertebe sakin tutmaya çalıştı. Başarabildiğinden şüpheliydi.

“Ben bir kadınım, efendim. Hiç terbiyeniz yok mu?”

“Ben bir centilmen değilim. Senin gibi bir kadın köle olarak iyi fiyata satılır.”

Yüzünde hiç merhamet yoktu. Isla gergin bir şekilde yutkundu. “Yasaları çiğneme riskini almazsınız, efendim. Hikâyemin kalanını anlatmak için yetkililere teslim edilmeyi talep ediyorum.”

“Yasaları çiğnemek mi?” Gülüşü acımasızdı. “Benim gemimdesin. Burada sadece bir yasa var.”

“Deniz yasası diğer gemilerde olduğu gibi bu gemi için de geçerlidir, Kaptan Henrik. Talep ediyorum…“

“Neden deniz yasasını umursadığımı düşünüyorsun, genç?” Eli aniden uzandı, Isla’nın tepki vermesine fırsat kalmadan boğazını yakaladı. “Hiçbir şey talep edecek durumda değilsin.”

Otomatik olarak bileğini kavradı ama onun elinden kurtulma şansı karaya yüzme şansı kadardı. “Siz bir donanma subayısınız, efendim,” diye nefes nefese konuştu. “Hiç onurunuz yok mu?”

Henrik’in gülümsemesi buz gibi bir hâl aldı. “Hiçbir zaman donanma subayı olduğumu söylemedim.”

Isla’nın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Siz... Siz bir korsan mısınız?” Lanet olsun!

Isla diğer elini indirdi. Sakladığı bıçağın kolundan kayıp avcuna düşmesini sağladı.

Ama adam fark etmişti. Dik dik baktıktan sonra bir kaşını kaldırdı. “Onunla biraz tereyağı ister misin?”

Bıçağın sapını sıkıca kavradı. Tehlikeli olmadığını düşünüyordu ama ona ne kadar yanıldığını gösterecekti.

“Beni bırak.” Konuşmak zordu, tutuşu çenesini yukarı kaldırıyor, nefes almasını zorlaştırıyordu.

Henrik'in eli sıkılaştı, Isla’nın boynunu neredeyse nefes alamayacağı kadar sıktı. “Beni bıçaklayacak mısın?”

Boğulur gibi, “Oyun oynamıyorum,” diye konuşmaya çalıştı. “Beni şimdi bırak. Hemen!”

“Ah, ama ben oyun oynadığımızı düşünüyordum.” Adamın gözleri parladı, Isla’yı fareyle oynayan bir kedi gibi izliyordu. Oysa Isla fare olmaktan nefret ediyordu.

Belki yüzüne doğru bir darbe denemesi yapacağını düşünüyordu ama adam bu tür bir darbeyi kolaylıkla engelleyebilirdi. Bunun yerine, bıçağı kasıklarına yöneltti, onu incitmekten çok dikkatini dağıtmak istiyordu. Dikkatini dağıttıktan sonra bıçağı daha hayati bir yere saplayacaktı.

Isla hızlı olduğunu biliyordu ama adamın daha hızlı olacağını kestirememişti.

Adam bir anda döndü, darbe bacağına isabet etti. Bıçak yeterince keskin değildi, derine girmedi ama deri pantolonunu ve bacağını deldi. Darbenin etkisiyle elindeki bıçağın kontrolünü kaybetti.

Adam bileğini kavrayıp sıktı. Aynı gün içinde ikinci kez Isla’yı, elindeki tek silahı düşürmek zorunda bırakıyordu. Bıçak elinden yere düştü.

Artık adamın bakışları buz gibiydi. “Bunun için yirmi dört kırbaç olacak.”

“Hayır,” diye itiraz etti, nefes nefese kalmıştı. Gözleri doldu. Yirmi dört kırbaç sırtındaki deriyi soyardı. Onu kötü yaralar, belki de öldürürdü. Bir erkek yirmi dört kırbaca dayanabilirdi ama o asla dayanamazdı.

Silahı yoktu, yardımı yoktu, tamamen onun insafına kalmıştı.

Üstüne bir de onu bıçaklamıştı.

“Lütfen.” İstemeye istemeye de olsa işte söylemişti.

“Çırılçıplak,” dedi. Bakışlarında merhamet yoktu. “Direğe bağlanıp yirmi dört kırbaç yiyecek, bir sonraki limanda da satılacaksın.”

“Lütfen, hayır,” diye yalvarırken sesi boğuldu. Adam boğazını hâlâ sıkı sıkıya tutuyordu, nefes alması neredeyse imkânsızdı.

“Sonunda söylediklerimi yapabileceğimi kabul ediyor musun?”

Başını sallamaya çalıştı ama çenesini yukarı zorladığından bu pek mümkün değildi. Kekeler gibi, “Evet,” diyebildi.

“Benim tutsağım olduğunu kabul ediyor musun?”

“Evet.”

“Benim gemim, benim kurallarım,” deyip sırıttı. “Benim yasalarım.”

“Evet, lanet olsun, evet!”

Bunun üzerine Isla’yı aniden bıraktı. Isla neredeyse yere düşecekti. Dengesini sağlayıp derin bir nefes aldı, acıyan boğazını ovmaya başladı.

“Bunu geri alacağım,” der demez bir eliyle gömleğini çekti, diğer eli içeri uzandı.

Hâlâ nefesini düzenlemeye çalışan Isla bir an için kendisine uzanan ellerin ne kadar cesur olduğuna şaşırdı. Bu nedenle, tepki vermesi biraz zaman aldı. Hışımla gömleğini kavradı, eliyle adamı durdurmaya çalıştı ama Henrik kolayca bu girişimini engelledi.

Eli, göğüslerini tutan bantların üzerinden geçti, parmakları tam göğüslerinin arasına uzandı, tenine hafifçe dokundu. Sonra keseyi eliyle koymuş gibi buldu, tek bir hamlede çekip çıkardı.

“Sen... Nasıl?” Kekeleyerek adama baktı. Orada olduğunu biliyordu.

Başından beri biliyordu.

Continue to the next chapter of Deniz ve Gölge

Discover Galatea

Maskenin ArdındaRuhların DansıAşk Isırıkları Zıt Kutuplar: Carrero EtkisiJekyll ile Hyde

En Yeni Yayınlar

Noel Ruhuİyilik Meleği AŞ: Bonus İçerikSeroje: Gören GözViking Kralı'na Aşık Olmak ve Diğer Kötü KararlarHarley’nin Ateşi