İşaretli Eş - Kitap kapağı

İşaretli Eş

Gemma Rue

Yeni Sürü

MAISIE

Hastanede üç gün geçirdikten sonra kolumdaki ve kaburgalarımdaki yaralar iyileşmeye başladı. Vücudum yavaş yavaş kendine geliyordu.

Ama hâlâ kendimi hasta hissediyordum. Boynumdaki işaret durmadan sızlıyordu. O bağlantımız üzerinden beni bulmaya çalıştığında, kafamda âdeta şimşekler çakıyordu.

İçimde bir sürü duygu vardı. Korku, acı ve yaşama isteği bunlardan bazılarıydı. Onu aklımdan uzak tutmak için var gücümle çabalıyordum.

Doktorlarla hemşireler yılmadan nasıl yaralandığımı sorup duruyorlardı. Araba kazası olmadığını biliyorlardı. Onlara yalan söylediğimin farkındalardı.

Benim için endişelendiklerini bilsem de gerçeği söylemek onları tehlikeye atardı. İstemesem de artık bu kurt adam dünyasının bir parçasıydım. Başka kimsenin benim yaşadıklarımı yaşamasını istemiyordum. Güvenliklerini riske atmamaya kararlıydım.

Dr. Everett her zamanki öğle kontrolü için geldi. “Merhaba, Maisie Hanım. Bugün nasılsınız? Kendinizi daha iyi hissediyor musunuz?”

“Harikayım,” diye yalan söyledim. Oysa baş ağrımı sahte bir gülümsemeyle gizlemekten başka bir şey yapmıyordum.

“Ne güzel! Size heyecan verici bir haberim var. Artık biraz güçlendiğinize göre yürümeyi deneyebiliriz. Belki öğle yemeğinizi bu odanın dışında yiyebilirsiniz. Buna hazır mısınız?”

“Evet!” diye bağırdım heyecanla. Bu sıkıcı hastane odasından çıkma fikriyle sevinmiştim. Ne kadar çabuk yürüyebilirsem o kadar çabuk buradan ayrılabilirdim.

Dr. Everett beni cihazlardan ayırdıktan sonra giyinmem için birkaç temiz kıyafet verdi. Giyindikten sonra beni uzun bir koridordan geçirip muazzam bir dağ manzarasına bakan, güzel bir bahçeye çıkardı.

Burası pahalı, özel bir hastane olmalıydı. Ne kadara patlayacağını düşünüp endişelenmeden edemiyordum.

Dr. Everett beni dışarıda bir yere oturttu. “Hemen dönerim, öğle yemeklerimizi getireceğim. Fazla hareket etme. Uzun süre yatakta kaldığın için kasların zayıflamış olabilir,” dedi.

Birkaç dakika yalnız kalınca temiz havayı ciğerlerime çekip manzarayı seyre koyuldum.

Hastanenin yanında eski bir kale vardı. Çiçeklerle dağlar göz alabildiğine uzanıyordu. Daha önce hiç böyle bir yer görmemiştim.

Hemşire Tennessee'de olduğumu söylemişti. Acaba Virginia'dan ne kadar uzaktaydım? Ondan ne kadar uzaktaydım? Kazadan önce taş çatlasa birkaç saat araba kullanmış olabilirdim. Daha uzağa gitmiş olamazdım.

Aniden başım ve boynum yine zonklamaya başladı. Sakinleşmeye çalışıp derin nefesler aldım.

Kalın bir ses, “Merhaba. Maisie Hanım, değil mi?” diye sorduğunda istemsizce irkildim.

Döndüğümde, ilk günümde Dr. Everett'la birlikte odaya giren iki sessiz adamı gördüm. Şık takım elbiseler giymiş, ciddi yüz ifadeleriyle karşımda duruyorlardı. İkisi de elli beş yaşlarında görünüyorlardı.

“Merhaba,” dedim temkinli bir şekilde. Bu adamların kim olduğunu, yanlarında nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. “Sadece Maisie diyebilirsiniz. Bu hastanede mi çalışıyorsunuz?”

Belki de fatura ofisinde çalışıyorlardı. Bu hiç iyi olmazdı. Buradaki kalışımın bedelini nasıl ödeyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Kartlarım, kimliğim, kısacası hiçbir şeyim yoktu. Zaten nerede olduğum anlaşılmadan banka hesaplarımı kullanabilmemin yolu yoktu.

Uzun boylu olan adam başını sallayıp gülümsemeye çalışsa da tavrı pek içten sayılmazdı. “Sizi ayakta görmek güzel. Hepimiz sizin için endişelendik. Arkadaşımla size eşlik edebilir miyiz?”

Ben başımı sallayana kadar beklediler. İşaretimle oturdular. “Kendimi tanıtmadım sanırım. Ben Alfa Dawson, bu da Beta Blake.”

Kalbim çarpmaya başladı. İçimdeki ses bir an evvel kaçmamı söylüyordu. Doğru mu duymuştum? Bu bir tuzak mıydı? Alfalar, betalar… Bu benim henüz kaçıp kurtulduğumu düşündüğüm dünya değil miydi? Ayağa kalkıp bahçeye göz attım, bir kaçış yolu arıyordum.

Sakin ol, Maisie, sakin ol.

“Ben gideyim. Sanırım doktor beni arıyor,” diyerek ağrıyan vücudumun izin verdiği kadar hızla uzaklaşmaya çalışıyordum ki güçlü bir el nazikçe kolumu tuttu.

“Lütfen kalın,” dedi adamlardan biri. Alfa olan kurt adamdı! “Sanırım olanlar hakkında konuşmamız gerekiyor.”

Derin derin nefes alıp sakin kalmaya çalıştım. “Lütfen, sadece gitmek istiyorum. Kim olduğunuzu kimseye söylemeyeceğim.” Konuşmaya başladığımda heyecanımı bastırmak imkânsız hâle gelmişti.

“Nereye gideceksiniz? Hâlâ iyileşmiş sayılmazsınız. Boynunuzdaki işaret ise enfekte olmuş, bir türlü iyileşmiyor.”

“Lütfen!” Kalbim öyle hızla çarpıyordu ki göğsümden fırlayacak gibi hissediyordum. Onun zayıflığımdan faydalanıp zihnime ulaşmaya çalıştığını hissedebiliyordum. Başım zonklamaya, görüşüm bulanıklaşmaya başladı.

Acıyı durdurmaya çalışıp ellerimi başıma bastırdım. Masadan uzaklaşmaya çalışırken sendeledim. O zihnimdeydi, yaklaşıyor, inşa etmek için çok çabaladığım duvarı yıkmak için çabalıyordu.

Zihnimde bir duvar hayal edip onu uzaklaştırmaya çalıştım. Bir tuğla, sonra bir tane daha, bir tane daha ekledim. Her bir tuğla ile zihinlerimiz arasındaki duvarın güçlendiğini hissediyordum.

Bununla birlikte duvardaki baskı da artıyordu. Onun zihnime koca bir balyozla vurduğu hissine kapılıyordum. Derin bir nefes daha alıp duvara daha fazla tuğla eklemeye çalıştım.

Boğuşmaya çalıştığım acı zihnime inen çekiç darbeleri gibiydi. Gürültü anbean artıyordu. Başımı kaldırdığımda alfa ve betanın endişeli bakışlarıyla karşılaştım. Karanlık gözlerinde ciddi ama korkutucu olmayan ifadelerle bana bakıyorlardı.

Ne demeliydim? Beni ona geri göndermelerinden korkuyordum. Kurtlar eş bağına kutsal bir önem verirler, onu en önemli konu gibi görürlerdi.

Kimse konuşmuyordu. En azından hiçbir ses duymuyordum. Belki de zihin bağı üzerinden birbirleriyle konuşuyorlardı.

Bir süre sonra bir kadın da bize katıldı. Zarafetle yanıma oturdu. Alfa Dawson kolunu onun beline sardı. Birbirlerine dokunduklarında ikisinin yüzünde de sıcak birer gülümseme belirdi.

Eş olmalılardı. Mutlu görünüyorlardı. Eş meselesi yolunda giderse güzel bir durum olsa gerekti. Kim bilir?

“Merhaba, Maisie. Ben Luna Dorothy. Bu şaşkın erkeklerden uzaklaşıp biraz yürüyüşe çıkmak ister misin? Şu tepede beni her zaman rahatlatan, küçük bir bahçe var.”

Başımı sallayıp onaydım. Ardından ayağa kalkmam için bana yardım etti.

Daha önce hiçbir luna ile tanışmamıştım. Hayal ettiğim gibi, ürkütücü birine benzemiyordu. Uzun siyah saçları, pürüzsüz teni korkutucu olabilirdi belki ama gülümsemesi o kadar içtendi ki beni rahatlatıyordu.

Korkmuş görünmüyordu. Dahası cildinde hiçbir morluk görmedim. Belki de bu sürü o kadar da kötü değildi. Belki de sadece gizlemekte daha iyilerdi.

Alfa ile betanın duyamayacağı kadar uzaklaştığımızda konuşmaya başladı. “Eşim adına özür dilerim. Sana öyle yaklaşmamalıydı. Ne kadar korkutucu olabileceğinin farkında değil. Nasıl hissediyorsun?”

“İyiyim,” diyerek bir kez daha yalan söyledim. Oysa baş ağrısı, mide bulantısı ve yoğun bir acı çekiyordum.

“Bunu duymak güzel,” diyerek doğrudan bana baktı. “Sana karşı açık sözlü olabilir miyim? Akıllı birine benziyorsun. Yerimde olsaydın senin de bana karşı dürüst olmanı isterdim.”

Söyleyeceklerini duymak istediğimden emin olmasam da başımı salladım.

“Kocama verdiğin tepkiye bakılırsa senin de bildiğin üzere, bizler kurt adamlarız. Araba kazası topraklarımızın yakınında oldu. Burası Kanlı Ay Sürüsü.”

“Gözcülerimiz seni insan hastanesine götüreceklerdi ama sonra işaretini gördüler. Sürümüzden birinin eşi olabileceğini düşündükleri için seni buraya getirdiler. Anlıyor musun?”

Emin olmasam da başımı salladım. Kanlı Ay Sürüsü hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Dahası burada işlerin Gece Yürüyenler Sürüsü'nden, onun sürüsünden ne anlamda farklı olabileceğini kestiremiyordum.

“Başına gelenleri konuşmanın zor olduğunu biliyorum,” diyerek elini omzuma koydu. “Ama sürümüzden birinin sana zarar verip vermediğini bilmem gerekiyor.”

Başımı salladım. “Hayır! Buradan biri değildi.” Sonra birden başka bir sürüden birinin bana zarar verdiğini söylediğimi fark ettiğimde, yüzümü buruşturdum.

Gülümsemeye çalışsa da gözlerindeki bakışlardan benim için üzüldüğünü görebiliyordum. Beni çiçeklerle çevrili bir banka götürdü. “Bunu duyduğuma sevindim. Kanlı Ay'da şiddet içeren davranışlara izin vermeyiz. Saldırganın hangi sürüden olduğunu biliyor musun?”

Ayağımın yanındaki küçük bir taşı tekmelerken başımı salladım. Ona bakmaktan kaçınıyordum. Bu soru cevaplamak için çok tehlikeliydi.

Elimi nazikçe okşadı. “Bundan bahsetmekten korkmamalısın. Seni koruyacağız. Ama bu olayı araştırmamız gerekiyor. Bana olanlar hakkında bir şey söyleyebilir misin? Belki saldırganın neye benzediğini anlatabilirsin. İsmini biliyor musun? Seni ısırdığında neredeydin?”

“Yapamam. Lütfen, onu aramayın. O bir canavar.” Olanları hatırlarken gözlerim doldu.

Sonra kiminle konuştuğumu hatırlayıp irkildim. “Özür dilerim. Öyle demek istemedim. Onun kurt adam olduğu için bir canavar olduğunu söylemek istemedim. Sadece çok zalimdi.”

İç geçirip bana teselli edici bir gülümsemeyle baktı. “Sana eş bağının nasıl işlediğini açıkladı mı?”

“Biraz... Beni ısırdıktan sonra,” dedim. Korkuyordum, gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı. “Beni bulmamalı. Oraya geri dönemem.”

“Geri dönmezsen ölebilirsin. Eşinden uzak kalmak seni öldürebilir.”

“Biz eş değiliz,” dedim öfkeyle. “Asla... Biz asla...” Bakışlarımı kaçırdım. Hıçkırıklara boğulmuştum. Söyleyemezdim, bu son derece kişiseldi.

Elimi sıkıp beni rahatlamaya çalıştı. “Eş bağını tamamlamadınız mı?”

Başımı sallarken hâlâ ona bakmıyordum.

Bir süre sessizce oturduk. Rahatsız ediciydi. Onun bana anlattığına göre, eşler genellikle bağı hemen tamamlamak zorunda hissederlerdi. Ama ben yapamamıştım. ~O~ bana öyle davrandıktan sonra bu mümkün değildi.

O da beni buna zorlayamadı. ~Ona~ kalsa beni dövebilir, bir hücreye kilitleyebilir, tehdit edebilir ve kırbaçlayabilirdi. Ama eş bağını kabul ettiğinde olan her neyse, iki kişinin de istemesini gerektiriyordu. Beni güvende tutan tek şey de bu olmuştu.

“Geri dönersem öleceğim. Bu işaretten ölmeyi onun elinden ölmeye tercih ederim.”

İkimiz de üzgündük. Luna anlamaya çalışıyordu ama gerçekten nasıl hissettiğimi bilemezdi. O, kendisine iyi davranan bir eşe sahipti. Dahası o bir kurttu.

Bana gelince… Bütün bunlar olmadan önce eşler hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Kurt adamlar hakkında da hiçbir şey bilmiyordum. Sadece normal bir insandım. Normal insan hayatımı yaşıyordum. Şimdi bu korkutucu dünyada sıkışıp kaldım. Üstelik yakında öleceğimi de biliyordum.

Fısıldayarak, “Bana yardım edecek misiniz?” diye sordum.

Cevap vermeden önce biraz duraksadı. “Sana bunu yapanı bulmaya çalışmayacağımıza söz veremem. Luna olarak bölgemizdeki herkesi güvende tutmak benim görevim. O hâlâ orada bir yerlerde insanlara zarar veriyorsa, bölgeler arasında serbestçe dolaşıyorsa bunu yapamam.”

“Bunu yapamazsınız,” diyerek yalvarmaya başladım. “Lütfen, bu meseleyi kendi hâline bırakın. O düşündüğünüzden daha güçlü.”

Elimi nazikçe tuttu. “Öyle görünebilir biliyorum, ama güç korkudan gelir. Kim olduğunu bilmezsek daha güçlü olur. Eğer sürüm bunu kimin yaptığını bilirse, onu kurt adam yasalarına göre cezalandırabiliriz.”

Midem bulanıyordu. Ne kadar yanıldığının farkında değildi. Ama şu an bunu düşünemezdim. Daha önemli şeyler vardı.

“Yine de beni geri göndermeyeceksiniz, değil mi?”

“Tabii ki hayır. Seni öldürse bile ondan uzak kalma hakkın var. Kanlı Ay seni koruyacak.”

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok