Ateşin Esiri - Kitap kapağı

Ateşin Esiri

Daphne Anders

Bölüm 2

BİRKAÇ GÜN ÖNCE

KIRA

Yemek odasının önünde soğuktan titrerken tereddüt ettim. Kale her zaman soğuk olurdu ama bugün sanki ayaz iliklerime kadar işlemişti.

On dakika geç kaldığım için babam kesin kızacaktı ama onun sırtımda bıraktığı kırbaç izlerini temizlemek zorunda kaldığım için gecikmiştim.

Şikâyet etmemeliydim çünkü geçen hafta çok daha beterdi. Normalde beş ya da on kez kırbaçlarken bu sefer beni yalnızca iki kez kırbaçlamıştı.

Ben nefes nefese yemek odasına dalarken mum ışığı titredi. Daha başımı kaldırmadan babamın öfkeli bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Sırtımdan bir ürperti geçti.

“Kira… Geç kaldın!” diye gürlediğinde sesi duvarlarda yankılandı.

Yemin ederim bazen aynanın karşısına geçip o ürkütücü sesi çalıştığını düşünüyorum.

Başımı yere eğerek, “Özür dilerim baba,” diye mırıldandım.

“Özür dilemek yetmez Kira. Kahvaltıdan sonra cezanı çekmek için benimle mahzene ineceksin.”

Bu sözlerle tüylerim diken diken oldu ve sırtımdaki acıyı yeniden hisseder gibi oldum. Daha fazlasına katlanamam, diye geçirdim içimden ama itiraz etmemeyi öğrenmiştim.

“Peki baba,” dedim, neredeyse duyulmayan bir sesle.

Kız kardeşim Raya gözlerini yere dikmiş, yanındaki sandalyede ses çıkarmadan oturuyordu. İyi bari, diye düşündüm.

Neyse ki öfkesini ondan değil de benden çıkarıyordu. Annemizin vefatından bu yana neredeyse on yıldır üçümüz baş başaydık. Babam yaşlandıkça huysuzlaşmış, acımasız, öfkeli ve sessiz birine dönüşmüştü. Nedense öfkesini benden çıkarıyordu, ben de Raya’yla ikimizin iyiliği için bununla yaşamayı öğrenmiştim.

Aksi takdirde muhtemelen beni yıllar evvel birine satardı ve benim yerime Raya’yı dövmeye başlardı. Babam bana yaptıklarının yanlış olduğunu düşünmüyordu.

Bana krallığımız savaşa girerse diye savaş eğitimi verdiğini, güçlü olmam gerektiğini ve savaşçıların yara izleri olduğunu söylüyordu. Ve benim de sırtımın alt kısmında bir sürü yara izi vardı. Çoğu solmuş olsa da derimin yırtıldığı yerler hâlâ belli belirsiz görülebiliyordu. Ayrıca, beni dövüş eğitimi almaya zorluyordu ama becerilerimin “vasat” olduğunu söyleyip beni cezalandırıyordu.

Birden bir hizmetkâr içeri daldı. “Size bir mektup var kralım!” Zavallı adam, mektubu babama uzatırken neredeyse altına işeyecek gibiydi.

Mektubu babamın nasır tutmuş ellerine verirken dışarıdaki rüzgârın şiddetlendiğini ve odaya soğuk bir esinti girdiğini hissettim. Ama benden başka kimse bunu fark etmemiş gibiydi.

Babam mektubu açtı, parmaklarını yavaşça mührün üzerinde gezdirdi ve sessizce okumaya koyuldu. Raya da ben de mektupta ne yazdığını ya da kimden geldiğini soracak kadar aptal değildik.

Dakikalarca sessizlik içinde oturduk ve babamın mektubu okumasını izledik. Sonunda mektubu elinden bırakıp ayağa kalktı ve bana baktı.

“Kira!” diye bağırdığında sarı saçları arkaya savruldu.

“Evet baba?” dedim yutkunup kucağıma bakarak. Onunla göz teması kurmaya çekiniyordum.

“Yüzüme bak!” diye emretti.

Derin bir nefes alarak soğuk havayı içime çektim ve başımı kaldırıp buz gibi bakışlarıyla yüzleştim.

“Ejderha Kral Cerion tarafından kraliçe adayı olarak seçilmişsin,” dedi gülümseyerek. Bu sözler karşısında kanım donmuştu. “Seçim töreni için Drakoria’ya gideceksin.”

Ejderha Kral mı? Mahşerin Ejderhası mı? Konuşamıyor, kıpırdayamıyor ve nefes alamıyordum.

“Konuş kız!” diye bağırdı babam. Yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuştu.

Harika, şimdi onu kızdırdım işte.

“Baba…” diye başladım, ağzımı açtığıma pişman olarak. “Gitmek zorunda mıyım?” Şimdiye kadar en fazla kaleden bir saat uzak bir mesafeye gitmiştim.

Elini sertçe mektubun üzerine indirirken yüzü öfkeyle tuhaf bir şekil aldı. Kâğıdı yüzüme doğru sallayarak bana doğru hışımla geldiğini görünce irkildim.

“Gideceksin!” diye haykırdı. “Bir taşkınlık daha yaparsan seni cezalandırmanın bir yolunu bulurum. Bu davet yüzünden seni kırbaçlayamam ama emin ol, başka bir neden bulurum.”

Yüzüne bakmadan başımı salladım. Her zaman bana zarar vermenin bir yolunu buluyor. Her zaman. Kapıyı sertçe çarparak odadan çıktığını duydum.

Raya hemen yanıma gelip bana sarıldı. “Üzgünüm Kira,” diye fısıldadığında içim sızladı.

“Senin bir suçun yok Raya. En azından babam birkaç haftalığına benimle gelecek ve sen de nihayet biraz huzur bulabileceksin,” dedim, kendimden emin görünmeye çalışarak.

Raya yüzünü omzuma gömdü ve boğuk bir sesle, “Seni seçmesine izin verme!” dedi.

“Seçmeyecek,” diye söz verdim, hiç emin olmadığım hâlde. Biz dağlarda, zengin ailelerin şatafatından ve cazibesinden uzakta yaşıyorduk.

Son zamanlarda köyümüz zor günler geçiriyordu. Ayrıca bırakın Mahşerin Ejderhası’nın kraliçesi olmayı, herhangi birinin kraliçesi olmak için bile çok gençtim.

“Ama sen mükemmelsin Kira,” diye ağladı Raya, gözyaşlarıyla elbisemi ıslatarak. “Nazik, şefkatli ve güzelsin. Ya bu özellikleri görür ve seni seçerse?”

Kardeşime sıkıca sarılırken gözlerim yaşardı. Lütfen bunların hiçbirini görmesin, diye içimden evrene yalvardım.

“O bir cani Raya,” diye hatırlattım, biraz şakacı bir ses tonu kullanmaya çalışarak. “Eminim benim gibi birini istemeyecektir.”

Raya’nın vücudu kaskatı kesildi. “O Mahşerin Ejderhası, değil mi?”

“Evet,” diye fısıldadım. Ağzımdan çıkan kelimeler dilimde ağırlaşıyordu. “İşte tam da bu yüzden beni seçmeyecek! Mahşerin Ejderhası masum, düşünceli bir gelin ister mi hiç?”

Raya’nın dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi. Gözleri ağlamaktan kızarmış ve şişmişti. “Haklısın. Mahşerin Ejderhası diye anılan bir adam muhtemelen yufka yürekli bir prenses aramıyordur.”

“Aynen öyle Raya,” dedim, parmaklarımı sarı saçlarında gezdirerek. Onu rahatlatmaya çalışırken aslında çaresizce kendi zihnimi susturmaya çabalıyordum.

Beni bekleyen şeyin gerçekliği yüzüme bir tokat gibi indi: Ne yaparsam yapayım onunla tanışmak zorunda kalacaktım.

Mahşerin Ejderhası’yla yüz yüze geleceğimi düşününce tüylerim diken diken oldu. Buna, dışarıdan göründüğüm kadar hazır olup olmadığımı merak ettim.

***

Neyle karşı karşıya olduğuma dair öğrendiğim her bilgi benim avantajıma olacaktı. Daniler hakkında ne kadar çok şey bilirsem o kadar iyiydi.

Krallığımız eskiden olduğundan çok daha küçüktü. Komşu krallıklar yüzyıllar önce topraklarımızın en iyi kısımlarını ele geçirmişti. Babam bunu inkâr ediyordu ama öyleydi. Bulunduğumuz coğrafya nedeniyle neredeyse yılın tamamında kış yaşıyorduk. Karlı dağlarda ve dondurucu soğukta toprağın çoğu tarıma elverişli değildi.

Halkımız fakirdi ve en kötüsü de hükümdarlarından nefret ediyorlardı. Bir ordu kuracak kadar kadar paramız yoktu, bu yüzden babam gerektiğinde “paralı askerler” tutuyordu.

Babam, Raya’yla benim kasabada halkla zaman geçirmemizden hoşlanmıyordu. Bunun gereksiz olduğunu düşünüyor, onlara önem vermiyordu ama ben bunu yapmaktan keyif alıyordum. Halk bizim ilgimizi takdir ediyordu. Onlara az miktar da olsa taze ekmek götürdüğümüzde seviniyorlardı ve insanların sırça köşkümüzden çıktığımızı görmeleri önemliydi.

Babam gücü, parayı ve kontrolü geri kazanmak için elinden gelen her şeyi yapacak durumdaydı ve görünüşe göre beklediği fırsat ayağına gelmişti: bir takas. İtibar karşılığında beni evlendirecekti.

İşime yarayacak bilgiler bulmayı umarak kütüphaneye gittim.

Daha küçük yaştayken özel öğretmenlerimiz olmuştu ama son zamanlarda hanedanlığımızın çöküşü nedeniyle eğitime paramız yetmiyordu.

Valon’da iki yüzyılı aşkın süredir hiç ejderha dünyaya gelmemişti ama ejderhalarımızın mavi pullu, ateş yerine buz püskürten muhteşem yaratıklar olduğu söylenirdi.

Daha değerli kitapların hepsi yıllar önce büyükbabam tarafından satılmıştı. Bunu yapmakta kısmen haklıydı çünkü bir süreliğine de olsa hanedana faydası olmuştu. Ama sonunda para azalmış ve yine aynı sorunlarla karşı karşıya kalmıştık: çöküşte olan bir hanedanlık.

Değerli taş madenlerini yeniden keşfettiğimizde işler değişti. Bizi onlar kurtarmıştı. Babam, yaklaşık kırk yıl önce madenleri krallığın ücra bir bölgesinde bulmuştu. Anlatılanlara göre babamın sadık adamlarından biri buzun içinde donmuş bazı değerli taşlar bulmuştu.

Burada neredeyse hiçbir şey uzun bir süre çözülmüyordu, o yüzden buzu kırmak için birkaç saat uğraştıktan sonra değerli taşlara ulaşmışlardı. Kısa süre sonra da madenin içine giden bir yol bulmuşlardı.

Değerli taşların çıkarılması, babamın servetimizin bir kısmını muhafaza etmesine ve krallığın kontrolünü elinde tutmasına yardımcı olmuştu. Ama babam hep daha fazlasını istiyordu. Son planı, komşu bir krallıktan verimli tarım arazileri elde etmekti.

Geriye kalan birkaç kitabı karıştırdım ama hanedanımızla ilgili hiçbir kaynak bulamadım. Onun yerine, Dani Hanedanlığı hakkında kenarları yırtılmış ve sayfaları sararmış eski bir kitap buldum. Kitaptaki tek kayda değer bilgi, Kral Cerion’ın atalarının savaş kışkırtıcısı olarak tanınmalarıydı. Görünüşe göre bu gelenek nesilden nesile aktarılmıştı. Bunları okurken korkudan yutkundum.

Kitabın son sayfasını çevirdim. Dani Hanedanlığı’nın kalesinin eski bir resmi vardı. Kayalık bir tepenin üzerine inşa edilmiş ve siyah taştan yapılmış devasa bir kaleydi. Kalenin yüksek taş duvarları, mavi gökyüzüne ve sonsuz yeşil tepelere doğru uzanıyordu. Taş duvarları sarmaşıklar sarmıştı.

Kale, Dani Hanedanlığı’nın renkleri olan kırmızı ve altın bayraklarla süslenmişti. Girişinde, dövme siyah demirle güçlendirilmiş büyük bir ahşap kapı vardı. Tepenin eteklerinde bir nehir akıyordu. Mahşerin Ejderhası’yla burada tanışacaktım.

Kitabı kapatıp duvara baktım. Zihnimde kıpkırmızı gözler belirdi. Hayalimde, her yeri yara izleriyle dolu acımasız bir adam canlandı. Mahşerin Ejderhası’nın bana tepeden bakıp onun olmamı istediğini hayal ettim. İçimde bir şeyler kıpırdandı. Daha önce hiç hissetmediğim yabancı bir duygu…

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok