L. B. Neptunia
LEILA
Duş aldıktan sonra biraz dinlenmek için uzansam da tekrar huzursuzlanmaya başlamam uzun sürmedi. Bu yüzden inhalerımdan birkaç nefes çekip aşağıya indim.
Başım dönüyordu, hâlsiz hissediyordum ama sanırım o kadar duman soluduktan sonra bu normaldi. İyi olacağımı biliyordum.
Doktorların olası bir akciğer nakli hakkında söyledikleri işleri ağırdan almam konusunda beni korkutmak içindi. Hâlâ kan öksürüyor olmama rağmen ilk günkü kadar kötü değildim.
Hem Kensie’nin etrafında olabilmek en iyi ilaçtı.
Ben’in kıyafetlerini giymek garip geliyordu. Hele onun gibi kokmak daha da garipti. Yarın yeni bir sabun almam gerektiği kesindi!
Ve yeni bir kıyafet de. Belki Ben’in benim için aldığına benzer bir şey alabilirdim. Doğrusu aldığı takım çok hoşuma gitmişti. Ayrıca çok da rahattı.
Ben’in bizim için yaptığı şeyleri düşününce yüzümde küçük bir minnettarlık gülümsemesi belirdi. Umarım bu konuda art niyeti yoktu çünkü bu... Hayır, hayır, yoktu.
Bunu düşünmemek en iyisiydi. Şimdi sadece kızımı görmem gerekiyordu.
Düşe kalka ilerleyerek nerede olduklarını bulmaya çalıştım. Buraya ilk geldiğimizde Kensie’nin hangi odada olduğunu söyleyip kısmen gösterdiğini biliyordum ama o kadar kendimde değildim ki hiç hatırlamıyordum.
Yine de içinden oturma odasının göründüğü mutfağı bulmayı başardım. İşte oradaydılar! Kanepeye oturmuş, patlamış mısır yiyerek Scooby-Doo izliyorlardı.
Birbirlerine rastgele mısır fırlatarak gülüşüyorlardı.
Aman, Tanrım! Bunu temizleyebileceğimi sanmıyordum. Öksürmekten ölürdüm. Hastaneden buraya gelmek bile yeterince zorken bir de bu evi temizlemek…
Gerçi Ben’in bizim için yaptığı onca şeyden sonra ben de bunu yapmaya çalışmalıydım.
“Kensie! Patlamış mısır atmayı kes!” diye bağırdığımda Kensie önce kaskatı kesildi, sonra koşarak yanıma gelip sarıldı.
“Bizimle çizgi film izlemek ister misin, anne? Ben’in bir sürü kanalı var. Sanırım dünyadaki tüm kanallar onda ve ben...”
Kanepenin yanında dikilen Ben’in bana baktığını fark edince birden mahcup hissettim. Kollarımı kavuşturup boğazımı temizledikten sonra konuşmaya başladım:
“Kensie’nin sebep olduğu dağınıklık için özür dilerim. Hemen temizleyeceğim. Süpürge gibi bir şey…”
Ben yutkunup itiraz etti.
“Hayır, hayır, lütfen. Bu benim hatam. Ben... Ben başlattım.”
Söyleyecek bir şey bulmaya çalışıyormuş gibi dudaklarını yaladı.
“Şey... Benim kıyafetlerimi...”
Kızardım. “Evet, kıyafetlerini giymek zorunda kaldığım için özür dilerim.”
“Hayır, hayır! Aslında… Çok yakışmış diyecektim…” dedi.
Şimdi utanma sırası ondaydı. Yavaşça arkasını dönüp boynunu kaşıdı.
“Sanırım... Gidip biraz sıcak çikolata yapacağım. Sen de ister misin, Kensie?”
“Evet!”
Ben bir kez daha yutkunduktan sonra aceleyle yanımdan geçip mutfak dolaplarını karıştırmaya başladı. Bayılacakmışım gibi başım dönmeye başladığı için ne yaptığına fazla dikkat edemedim.
Bu yüzden tökezleyerek kanepeye ilerledim. Otururken birkaç patlamış mısır ezdiğimi hissettim. Kendimi toplamak için derin nefesler aldım. Sadece kendimi toplamam gerekiyordu, sonra etrafı temizleyecektim.
Kensie Ben’e yardım etmek için mutfağa gitmişti. Ben’in ona nasıl sıcak çikolata yapılacağını anlattığını duyabiliyordum. Sonra burnuna biraz krema bulaştırıp güldürdü.
Tanrım, bu adam çocuklarla gerçekten iyi anlaşıyordu. Hastanede onunla ilgili düşündüklerim yüzünden kötü hissediyordum.
Yine de kızımı çıplak görmüş olması hoşuma gitmiyordu. Kensie’nin burada kalmasına en baştan izin vermemeliydim. Ama başka ne yapabilirdim ki?
Kensie elinde sıcak çikolata fincanıyla yavaşça bana doğru yürümeye başladı. Lütfen, düşme! Lütfen, takılıp düşme!
Bu hem çok utanç verici olur hem de muhtemelen Ben’in halısını mahvederdi. Üstelik yenisini alacak param da yoktu.
Neyse ki düşmedi de rahat bir nefes alarak öksürmeye başladım. Kensie fincanı düzgün bir şekilde önündeki masaya koyarken kocaman sırıttı.
“Bak, anne! Bak, ne kadar çok kremam var.”
Cevap vermeme fırsat kalmadan, Ben bana da bir fincan sıcak çikolata verip koltuktaki patlamış mısırı kaldırmaya zahmet etmeden yanıma oturdu.
Biraz üşüdüğüm için sıcak fincanı tutmak iyi gelmiş, çikolatanın tatlı tadı da boğazımdaki acıyı almıştı.
“İyi misin?”
Ben endişeli bir yüz ifadesiyle bana döndüğünde bizi yangından kurtardığı günden sonra ikinci kez gözlerinde kayboldum.
Tanrım… Gözleri çok güzeldi. Ama Fred’i böyle şeyler düşünemeyecek kadar çok özlüyordum. Hayatım zaten yeterince karmaşıktı.
“Evet, iyiyim. Şey için teşekkürler...” Ne demek istediğimi göstermek için fincanı uzatsam da hiç oralı olmadı.
“İyi olduğuna emin misin? Biraz solgun görünüyorsun.”
Onu kandıramayacağımı anlamıştım. “Sadece biraz başım döndü, hepsi bu. Şey... Bir battaniye alabilir miyim? Biraz üşüdüm de.”
“Evet, tabii ki. Sen arkana yaslan, ben hemen getiriyorum.”
Ben uzaklaşınca kanepeye dökülmüş mısırları toplamaya başladım. Tam yerdekileri almak için eğildiğimde öksürmeye başlayıp banyodan getirdiğim mendili almaya koştum.
İronik bir şekilde, artık buna alışmaya başlamıştım ve öksürürken kan geldiğini onlardan saklamaya devam ediyordum. Tek alışamadığım şey her şeyi normalden üç kat daha ağır hissettiren yorgunluk hâliydi.
Birden omzuma yumuşak bir battaniye örtüldüğünü, sonra da kanepeye geri götürüldüğümü hissettim.
“Lütfen bunu yapma, Leila. Ben yaparım. Aslında, seni bu kadar rahatsız ediyorsa hemen yapabilirim. Senin gerçekten uzanman lazım.”
“Kensie ile çizgi film izleyip sıcak çikolatanı iç. İstersen biraz daha yaparım.”
Ben battaniyeyi üzerime sarıp kanepeye oturmama yardım ederken bir anlığına göz göze geldik. Hemen bakışlarını kaçırıp, “Ben gidip süpürgeyi getireyim,” dedi.
Sözünü bölerek, “Bize karşı neden bu kadar iyisin, Ben?” diye sordum.
Bakışlarını yakalamaya çalıştım. Sonunda tekrar yüzüme baktı.
“Ben... Bilmiyorum. Sadece... İçimden bir ses bunu yapmamı söylüyor ve senin de buna gerçekten ihtiyacın var.”
Kucağımda ellerimin arasında duran fincana baktım. Küçük dalgalara benzeyen beyaz köpükler kahverengi sıvının içinde yavaş yavaş eriyordu.
“Ama ben bunu hiç istemedim. Tabii, Kensie’nin yanında kalıp seni tanıdığı şu son iki gün dışında…”
Ben cevap vermedi. Bunun yerine yaklaşıp elini omzuma koydu.
“Nedenini bilmiyorum, Leila. Sadece buna ihtiyacım var. Lütfen, izin ver.”