Kimi L Davis
“Burada rahat edeceğine emin misin?” diye sordum yatak odamı inceleyen Kieran’a.
Ellerini kocaman açıp odamı işaret ederek, “Evet, küçük mantar, burası mükemmel,” dedi Kieran.
“Kusura bakma standartlarının biraz altında,” dedim kolyemle oynayarak.
Kieran şüpheli bir bakış atarak “Dalga geçiyorsun, değil mi?” diye sordu “Burası bir harika. Gerçekten beğendim,” dedi.
“Tamam o zaman, biraz uyusan iyi olur,” dedim yumuşak bir sesle.
“Sen nerede uyuyacaksın?” diye sordu tam ben odadan çıkmak üzereyken.
“Kanepede uyuyacağım… oturma odasında yani,” diye cevap verdim ve daha fazla soru sorup sormayacağını görmek için bekledim.
“Peki, iyi geceler,” dedi Kieran ve beni nihayet azat etti.
Bunu yanından ayrılmak için bir işaret kabul ederek Kieran’ın gece boyu işgal edeceği yatak odamdan çıktım.
Gideon ve babası ben sözleşmeyi imzaladıktan kısa bir süre sonra ayrılmışlardı ve Gideon, Kieran’ın ertesi sabah yeni sözleşme gelene kadar geceyi dairemde geçireceğini söylemişti.
Dairemde biri bana biri de kardeşime ait olan sadece iki yatak odası olduğu için odamı bu gecelik Kieran’a vermek zorunda kalmıştım.
Ne de olsa misafirdi ve onu kanepede uyutamazdım. Ailem bana böyle öğretmişti.
Nico’nun odasına koşup doğruca dolabına gittim. Su sesini duyduğumda Nico’nun banyoda olduğunu ve muhtemelen dişlerini fırçaladığını anladım.
Elimdeki göreve geri dönüp dolabın kapılarını açtım ve Nico’nun çeşitli amaçlar için kullandığı küçük sandalyeye çıkarak dolabın tepesine uzandım.
Dolabın üst kısmına erişince birkaç polar battaniye çıkardım ve dolabın kapılarını kapattım.
Nico pijamalarını giymiş banyodan çıkıyordu. “Ne arıyorsun?” diye sordu.
“Battaniye almaya gelmiştim, ayrıca ilaç vaktin de geldi. Bak, sana süt getirdim,” diyerek komodinin üzerinde duran bir bardak sütü işaret ettim.
Nico tek kelime etmeden yatağına geçti ve çabucak yorganın altına girdi. Yatağın kenarına tüneyip sütü ve hapları uzattım.
Nico avucumdaki hapları alıp ağzına attı ve sütle birlikte yuttu.
On yaşındaki kardeşimin hapları kusmadan yutabilmesinden gurur duysam da bu kadar hassas bir yaşta hap içme konusunda adeta bir uzman haline gelmesine içten içe üzülüyordum.
Doktor ilk defa ilaç yazdığında Nico’nun ne kadar zorlandığını hatırladım. Hapları alması için Ben 10 taklidi yapmak zorunda kalmıştım.
Nico sütü içip bardağı geri uzatırken “Bu hapları sevmiyorum,” diye mırıldandı.
Kalbim kardeşim için duyduğum üzüntüyle parçalandı. O nasıl içmeyi sevmiyorsa ben da ona hap vermeyi sevmiyordum ama sağlığı için bunu yapmak zorundaydım.
“Biliyorum ama yakında bu hapları almak zorunda kalmayacaksın,” dedim gülümseyerek.
Elini polar battaniyeleri tutan elimin üstüne koyup “Keşke bir an önce evlensen de bu hapları almak zorunda kalmasam,” dedi
Endişelerini bir an önce hafifletme isteğiyle, “Merak etme. Üç gün içinde evleneceğim ve sonra ameliyat olacaksın,” diye cevap verdim.
“O zaman bu hapları almak zorunda kalmayacağım, değil mi?” diye sordu umutla.
“Hayır almayacaksın,” diye başımı salladım. “Şimdi, uyu. Geç oldu.”
Nico gülümseyerek uzandı ve kalın battaniyeyi çenesine kadar çektim. Alnına bir öpücük kondurup ayağa kalktım ve gece lambasını yaktım.
Uykuya dalmak üzere olan Nico’ya gülümsedim ve kapıyı hafifçe aralık bırakarak odasından çıktım.
Battaniyeleri kanepeye ve minderleri de kanepenin kolçaklarına koyarak kanepeye uzandım. Polar battaniyeleri üzerime çekip gözlerimi kapattım, artık uyumaya hazırdım.
Ancak, gecenin yakıcı soğuğu uyumamı engelliyordu.
Onun yerine, dişlerimin takırdamasına ve kemiklerime kadar donmama, dolayısıyla da Kieran’ın şu an içinde uyuduğu sıcak yatağımı ve onun rahatlığını özlememe neden oluyordu.
Birkaç saat dişlerimin takırdamasını dinledikten sonra battaniyeleri fırlatıp kanepeden kalktım. Gözlerimi ovuşturarak esneme isteğimi bastırdım ve Nico’nun odasına gidip bir çift yün çorap ve eldiven aldım.
Bu geceyi iki çift çorap ve bir çift eldiven giymeden geçiremeyeceğim belli olmuştu.
Nico’nun giysilerinin olduğu dolaba gidip sessizce açtım ve bulmak için fazla uğraşmak zorunda kalmadan bir çift eldiven ve çorap çıkardım.
Kapıyı yavaşça kapatıp sessizce odadan çıktım.
Eldiven ve çorapları aceleyle giyip yatağıma geri döndüm ve bir kez daha uyumaya hazırlandım.
Bu sefer rüyalar ve kabuslar diyarına uçmayı başardım ve her şeye rağmen halime şükrettim.
***
Kieran ağzını beş karış açıp esneyerek, “Günaydın, küçük mantar,” deyince sırıtmama engel olamadım.
Kahvaltı tabaklarını mutfak tezgâhına koyarken “Bana şöyle seslenmeyi bırakır mısın?” diye mırıldandım.
Sandalyelerden birine oturdu ve “Hayır, sana küçük mantar demeyi seviyorum ve bir şeyi seversem onu yapmayı bırakmam,” diye cevap verdi.
“Evet ama bu beni rahatsız ediyor,” diye sızlanıp yumurtaları çırpmaya devam ettim.
Kollarını bağlayıp tezgahın üstüne koyarak “Buna alışırsın. Herkes alışır,” diye karşılık verdi.
Çırpılmış yumurtaları tavaya döktüm. “Ondan biraz şüpheliyim,” dedim kısık bir sesle.
Kieran telefonundan mesaj atarken, “Kahvaltıda ne var?” diye sordu.
“Çırpılmış yumurta, ekmek ve domuz pastırması, sana uyar mı? İstersen başka bir şeyler de yapabilirim.”
Kieran’ın burada kalmasına neden olan çılgın koşullara rağmen ona sevmediği bir şeyi yedirmek istemiyordum, ne de olsa misafirdi.
Kieran etrafına bakınarak “Evet, gayet iyiyim. Kardeşin nerede?” diye sordu.
Tamamıyla yaptığım işe konsantre olmuş bir şekilde “Uyandırdım, banyoda. Birkaç dakikaya burada olur,” diye cevap verdim.
“Hmm, nasıl iyi uyuyabildin mi bari?” diye sordu.
Çatık kaşlar ve meraklı gözlerle ona baktım ve “Ah... iyi, iyi uyudum,” diye cevap verdim ama bu doğru değildi.
“Çok hareketliydin. Sanırım gece ikiye kadar uyuyamadın,” deyince uyanık olduğumu nasıl anlamış olabileceğini merak ettim. Sandığım kadar sessiz değil miydim yoksa?
“Köpek kulakların olduğunu bilmiyordum. Sen ne zaman uyudun?” diye sordum gülümseyerek.
“Uyumuştum ama senin sesine uyandım. Uykum çok hafiftir, kulaklarım da çok iyi duyar,” dedi.
“Dün gece seni rahatsız ettiğim için özür dilerim,” dedim, misafirimi huzursuz ettiğim için biraz suçlu hissediyordum.
“Özür dileme. Bu arada, neden gece geç saatlerde etrafta dolanıyordun?” diye sordu yumuşak bir gülümsemeyle.
Kieran’ın tabağını alıp içine bolca pastırma, yumurta ve ekmek koydum ve “Nico’nun iyi olduğundan emin olmak zorundaydım,” diye cevap verdim.
Onu her gece iki kez veya üç kez kontrol ediyorum,” diye ekledim ve Nico’nun kahvaltısını hazırlamaya devam ettim.
“Nico’ya gerçekten iyi bakıyorsun, baya iyi,” deyince buruk bir şekilde gülümsedim.
“Kardeşime bakmayı seviyorum. O benim tek ailem,” dedim.
“Peki sana kim bakıyor?” diye sordu.
Kafamı sallayarak gülümsedim. “Kimsenin benimle ilgilenmesine ihtiyacım yok. Kendime bakabilirim, bir süredir de öyle yapıyorum zaten,” dedim.
Nico kalan iki sandalyeden birine oturup, “Günaydın, Alice,” diye gülümsedi.
Gülümseyerek, “Günaydın, nasılsın?” diye sordum ve kahvaltı tabağını önüne koydum.
“İyi,” diye cevap verdi ve Kieran’a dönüp “Nasılsınız efendim?” diye sordu.
Kieran, “İyiyim, genç adam,” diye gülümseyerek cevap verdi.
Tam kendime kahvaltı hazırlarken kapı çaldı. Sabahın bu erken saatinde beni kimin ziyaret edebileceğini düşünerek kapıyı açmaya gittim.
Gideon ipek gibi yumuşak ve tok sesiyle, “Günaydın Alice,” deyince dizlerimin bağı çözüldü. Ona bakarken ağzımın bir karış açıldığı belli olmasın diye dişlerimi sıkmak zorunda kaldım.
Gideon üç parçalı takım elbisesi, düzgünce şekil verilmiş saçları ve neredeyse kusursuz parlaklıktaki ayakkabılarıyla çok yakışıklı görünüyordu. Elinde mavi bir dosya vardı.
Girmesi için kenara çekilerek, “Günaydın, lütfen içeri gelin,” dedim. Bir yandan da kalbimin çok hızlı atmasına engel olmaya çalışıyordum.
İçeri girince kapıyı kapattım ve kahvaltı hazırlamak için mutfağa geri döndüm.
Kibar bir şekilde “Kahvaltı etmek ister misin?” diye sordum.
“Evet, isterim,” diye cevap verdi.
Başımı sallayıp yumurta, domuz pastırması ve ekmek hazırladım. Tabağı Gideon’ın önüne koyarken pastırma ve yumurtanın bittiğini fark ettim.
Gideon dosyayı bana doğru uzatarak “Bu yeni sözleşme. İmzala,” dedi.
“İmzalayacağım ama önce kahvaltını et,” dedim.
“Hayır, şimdi imzala,” diye emretti.
“Kahvaltıdan sonraya kadar bekleyemez mi?” Bu adam gerçekten çok ilginçti.
Gideon, “Hayır, sen sözleşmeyi imzalayana kadar kahvaltı etmeyeceğim,” diye inat edince hayal kırıklığıyla derin bir iç çektim. Daha evlenmeden sinirlerimi bozmuştu.
Dosyayı açıp yenilenmiş içeriği hızlıca inceledim ve Gideon’ın uzattığı kalemi aldım.
Nico’ya kaçamak bir bakış atıp noktalı yerlerin üzerini çabucak imzaladım ve dosyayı tekrar Gideon’a verdim. Tek kelime etmeden alıp kahvaltısını etmeye başladı.
İki parça ekmeğe mango reçeli sürüp bir lokma aldım. Ekmeğimin yarısına geldiğimde tüm ev Gideon’ın sesiyle yankılandı.
“Ne yapıyorsun?” diye bağırdı.
“Hımm… Kahvaltı?” Tam tersini yapmak istesem de sorusuna soruyla karşılık vermiştim.
Dehşete kapılmış gibi, “Bunu mu yiyorsun sadece?” diye sordu. Yediklerimin nesi garipti anlamadım.
“Evet?” diyerek yine soru sorar gibi cevap verdim. Lanet olsun. Bunu yapmayı bir an önce bırakmam gerekiyordu.
Gideon ayağa kalkıp yanıma geldi. Kolumdan tutup beni sandalyesine kadar götürdü ve oturmaya zorladı. Elime çatal ve bıçak tutuşturarak, “Bunları ye. Bu kadar küçük ve sıska olmana şaşmamalı,” dedi.
“Hayır, onu senin için hazırladım. Kendime başka bir şey yapabilirim,” dedim.
“Hayır, yiyeceksin. İyi beslenmeye ihtiyacın var. Çok çelimsizsin,” dedi.
“O zaman sen ne yiyeceksin?” diye sordum. Onu kahvaltı etmeden gönderemezdim.
“Bu seni ilgilendirmez. Dediğimi yap ve bunları ye,” diye emretti.
“Peki,” dedim ve çatalıma biraz yumurta alıp ağzıma götürürdüm. “Ayrıca zayıf ya da çelimsiz değilim,” diye ekledim.
“Evet, öylesin,” diyerek lafa girdi, Kieran. Adam belli ki asla benim tarafımı tutmayacaktı.
Gideon gözlerini üstümden bir kez bile ayırmayarak kahvaltı etmeyi benim için çok garip ve zor bir hale getirdi.
Genelde yemeklerimi çok rahat bir şekilde yerdim ama bu sabah değil. Bu sabah yaptığım her şeyin aşırı farkındaydım.
Kahvaltımın yarısına geldiğimde Gideon tabağı elimden aldı. Gözümün ucuyla onu takip ederken kıkırdadığını duydum ve gözlerimi kısarak ona baktım.
“Hepsini yeme. Biraz da bana bırak, küçük peri,” dedi.
Kalanları silip süpürdükten sonra tabağı lavaboya koydu ve kahvaltısını çabucak bitirip televizyon izlemeye gitmiş olan Nico’yla konuşmaya gitti.
Bulaşıkları yıkadım ve ilaçlarını vermek için Nico’nun yanına gittim. İlaçları içirdikten sonra Gideon benimle özel olarak konuşmak istediğini söyledi. Ona tuhaf bir bakış atıp yatak odama götürdüm ve kapıyı kapattım.
“Ne oldu? Her şey yolunda mı?” diye merakla sordum.
“Evet, malum üç gün içinde evleniyoruz. Elbiseni almaya giderken sana eşlik etmemi ister misin?” diye sordu.
Sözleri kafamı karıştırmıştı. “Ne elbisesi?” diye sordum.
“Gelinliğin.” Demek kastettiği buydu.
“Gelinliğe ihtiyacım yok. Beyaz bir elbisem var, ayrıca yeni bir elbise almaya param yetmez,” dedim.
“Benimle evleniyorsun unutma, bu da demek oluyor ki artık fakir değilsin ve ikincisi, yepyeni bir elbise alabilirsin. Şimdi söyle bakalım, ne zaman alışverişe gitmek istersin?”
Vay canına, gelinlik alma fikri hiç aklıma gelmemişti. Lanet olsun, resmen evleniyordum!
“Tamam... Yarın gideriz,” dedim.
“Güzel, yarın görüşürüz o zaman, küçük güvercin,” diyerek yanağımdan öptü ve odadan çıktı.
***
Bekar hayatımın son üç günü, gelinliğim, aksesuarlarım, Nico’nun takım elbisesi ve ayakkabıları için çıkılan alışverişler derken geçip gitti.
Gideon sadece kendi ailesinin ve kardeşimin katılacağı küçük ve özel bir düğün yapılacağını söyledi.
Bununla birlikte, eğer şatafatlı bir düğün istersem de tek yapmam gerekenin bunu söylemek olduğunu ekledi fakat şatafatlı bir düğün istemiyordum.
Bu anlaşmalı bir evlilikti ve tek istediğim Gideon’ın sözünü verdiği bir milyon sterlindi.
Bunun dışında kabul edebileceğim tek şey ise düğün kıyafetleriydi. Benim için fazladan bir kuruş dahi harcamasına izin veremezdim.
Gideon’a düğünün nerede yapılacağını sorma zahmetine bile girmedim, açıkçası umurumda da değildi. İster mahkemede ister kilisede olsun, tek yapmam gereken onunla evlenmek ve sözleşmenin bana ait olan kısmını yerine getirmekti.
Derken o gün gelip çattı. Gideon’la evleneceğim gün. Benim ve kardeşimin hayatının değişeceği gün. Mutlu zamanların ya da mutsuzluk anlarının başlayacağı gün. Hangisi olacak emin değildim.
Kapı çalınıp müstakbel kocam beni almaya geldiğinde ise hazırdım.
Evlenmeye hazırdım.