Galatea logo
Galatea logobyInkitt logo
Sınırsız Erişim Edin
Kategoriler
Oturum aç
  • Home
  • Kategoriler
  • Listeler
  • Oturum aç
  • Sınırsız Erişim Edin
  • Destek
Galatea Logo
ListelerDestek
Kurtadamlar
Mafya
Milyarderler
Toksik Aşk
Slow Burn
Düşmandan Sevgiliye
Paranormal ve Fantezi
Ateşli
Spor
Kolej
İkinci Şans
Tüm Kategorileri Gör
App Store'da 4,6 puanlı
Hizmet ŞartlarıGizlilikBaskı
/images/icons/facebook.svg/images/icons/instagram.svg/images/icons/tiktok.svg
Cover image for Birlikte Çalışalım

Birlikte Çalışalım

Altıncı Bölüm

Ruby

Yeni daireme yerleşmem kolay oldu. Apartman yöneticisi bana doldurmam için bir kira sözleşmesi verdikten sonra beni daireme götürdü. Oldukça güzel, ferah ve sıcak bir yerdi.

Kollarımı açmış evin içinde dolaşırken, akşamüzeri güneşi oturma odasını aydınlatıyordu.

“Burası çok güzelmiş.”

“En yüksek standartlara sahip yaşam alanları sunmaktan gurur duyuyoruz. Sakinlerimiz için en iyi manzaraları seçiyoruz.”

“Kesinlikle.” Gülümsedim.

“Pekâlâ, öyleyse ben gideyim. Bay Clarke çalışma odasına incelemeniz için bazı evraklar bıraktığını iletti.”

Başımı sallayıp bana gülümseyen kadının yanına yürüdüm.

“Bir şey daha var. Kirayı nasıl ödeyeceğim?” diye ekledim.

Kadın işin mali yönünü henüz açıklamamıştı. Böyle bir yerin aylık kirasını tahmin bile edemiyordum.

Eğer bütçemi aşıyorsa, bir ya da iki ay birikmişlerimle idare edebilirdim ama hemen başka bir yer bulmam gerekirdi.

“Bayan Moritz, Bay Clarke bunun iş yerindeki sözleşmenizin bir parçası olduğunu söyledi. Kira ödememenizi istedi.”

Kaşlarımı çatıp sakin kalmaya çalışsam da sinirlenmiştim.

“Bay Clarke benim için peşin mi ödeme yaptı?” Kadından peşin kiraları ona geri vermesini söyleyebilirdim. Kendi kendime yetebilmek ve kimseye, özellikle de patronuma sırtımı yaslamak istemiyordum.

“Bayan Moritz, Bay Clarke bu sitenin sahibi. O ne derse o olur. Size yardım edebileceğim başka bir konu var mı?”

Başımı iki yana sallamamla kadın evden çıkarken, şaşkınlıkla öylece kalakaldım.

Sitenin sahibi mi?

~Sersemlemiş bir vaziyette, içi aydınlık dairede hayranlıkla dolaşmaya devam ettim. Hayatım boyunca böyle bir evde bulunmamıştım. Mütevazı bir ailede yetiştiğim için, lüks mobilyalara ve yerden ısıtma sistemine alışık değildim.

Koridorda ilerleyip kapıları tek tek açarak çalışma odasını aradım.

Banyo, eski evimdeki yatak odamdan daha büyüktü. Bir köşede küvet, diğer köşede de duş kabini vardı.

Banyo da parlak beyaz duvarları ve minimalist havasıyla dairenin geri kalanı gibiydi.

Buz kralının dekorasyonda katkısı olduğu çok açıktı. Onun net ve temiz dokunuşu her yerdeydi.

Başka bir kapıyı açtığımda aynı minimalizmle karşılaşmayı beklerken sıcak bir odayla karşılaştım. Apaydınlık odanın duvarları morun pastel bir tonundaydı.

Dört direkli yatakta çiçekli bir yatak örtüsü ve koyu renkli ahşap direklerin etrafından aşağı sarkan bir cibinlik vardı. An itibariyle hedefimden sapmıştım. Çalışma odası ve evrak işleri bekleyebilirdi.

Yatak odasına girerek usulca bir nefes aldım.

Sanki biri zihnimin içine sızıp her zaman sahip olmanın hayalini kurduğum odayı özel olarak benim için tasarlamıştı.

Nefesimin altında, “Kıçımın kenarı,” diye mırıldandım.

Odadan çıkıp tekrar çalışma odasına yöneldim. Masanın üzerinde kahverengi bir zarf duruyordu. Masanın başına oturup zarfı açtım.

Kâğıt kira sözleşmesinin bir nüshasıydı ve masraflar kısmının altında, “İş ilişkili tüm masraflar şirket tarafından karşılanacaktır,” yazıyordu.

Kaşlarımı çattım. Belki de gerçekten pisliğin tekiydi.

Birkaç saat sonra, Tobias ve daireyle ilgili hissetmeye devam ettiğim saf sinir bozukluğuna rağmen, güzel ve konforlu yatağıma girip ertesi sabaha bir saat fazla uykuyla başlamaya karar verdim.

Yumuşacık nevresime sahip, rahat ve sıcak bir yatakta uyanmak ve güneş ışığının odama dolması her açıdan harikaydı.

Yine de işe gidince sözleşmemde belirtilmesine rağmen kirayı ödemeyi talep etmeyi planlıyordum.

İyiliğe ihtiyacım yoktu. Müşkül durumda değildim.

Duş alıp giyinerek mesai başlangıcına yirmi dakika kala evden çıktım. Kısa bir süre sonra binaya varınca, ikinci kattaki kızlardan yaklaşık beşiyle aynı anda içeri girdim.

İçlerinden biri asansöre yaklaşırken elini omzuma koyarak, “Şey… Rubina, değil mi?” diye sordu.

“Ruby,” diye düzelttim.

Başını sallayarak mükemmel sarı saçlarını geriye savurdu. “Demek hâlâ buradasın. Sevgili patronumuz seni kapı dışarı etmedi mi?”

Saf bir alayla “sevgili” kelimesini vurgularken, acaba bir kez olsun onun karşısına geçip konuşabildi mi diye merak ettim.

Onunla ilgili yalnızca söylentilere vakıf olsaydım, ben de onun taş kalpli kaba bir adam olduğunu düşünmeye devam ederdim.

Gözlerimi kapattığım anda ofisinde öpüştüğümüz anı gördüm. O andan beri üzerine düşünmekten kaçındığım öpüşmeyi.

“Buradayım,” diye cevap verdim.

Kızlar aralarında fısıldaştıktan sonra sarışın bomba gülümseyerek kıkırdadı.

“Ama asıl soru, daha ne kadar burada kalabileceğin.”

Ona tam çıkışacakken asansörün kapıları ikinci katta açıldı.

Kendimi tutarak geri çekilip onların asansörden inmesini izledim. Onların seviyesine inmeyecek ve onlarla ilgili atıp tutmayacaktım.

Kapıların kapanmasıyla asansör yukarı çıkmaya devam etti. Asansör en üst kata varmadan sekizinci kattaki ofis malzemeleri ve posta katında durdu.

Kapılar açıldığında Jimmy orada durmuş, kolilerle dolu büyük bir el arabasını asansöre doğru itiyordu.

“Yukarı mı çıkıyorsun?” diye sordum.

Jimmy başını sallayarak asansöre bindi.

Kolileri işaret ederek, “Hepsi Bay Clarke için mi?” diye sordum.

“Evet, aslında posta odasında bir el arabası daha var ama yalnızca iki kola sahibim, ne yaparsın?” diyerek kıkırdadı.

“Diğer arabayı getirdiğinde bir kahve içmeye ne dersin?” diye teklif ettim. Ofiste, Tobias dışındaki arkadaş çevremi genişletmem gerekiyordu.

Jimmy başıyla onaylayarak el arabasına yaslandı. “Yukarıda kahve makinesi mi var?”

Başımı salladım. Ben de sadece bir ya da iki kez kullanmıştım ama ofisimin arka kısmındaki küçük dinlenme odasında bir tane vardı. İkinci kattaki makine gibi dandik de değildi. Kallavi kahveler yapabiliyordu.

“Öyleyse anlaştık. Posta departmanındakilerin kulağına gitmesin ama ben daha yirmi beş yaşında olmama rağmen, onlardan kırk yaş daha gencim.”

Jimmy güldü. “Hepsi rahmetli Bay Clarke’tan beri burada. Ben yeni çocuğum. Akranım biriyle sohbet etmek iyi olur.”

“Sen ne zamandır buradasın?”

“Üniversiteyi bıraktığımdan beri. Beş yıl önce,” diye mırıldandı. “Ölene kadar burada çalışmaya niyetim yok ama maaşı iyi.”

Kapı nihayet açıldığında, “Ne okuyordun?” diye sordum.

Jimmy’yle koridordan geçip ofisime girdik.

“Okumaya devam etseydim tıp okuyacaktım ama hiçbir zaman içimden geldiğini hissedemedim.” Durup el arabasına baktı. “Kabul, bu da içimden gelmiyor ama hiç değilse böyle daha çok kendim gibi hissediyorum.”

“İnsanların hayatları emanet edebileceği bir adam değilim.”

“Yolunu bulacağına eminim.” Gülümsedim. “En azından yolunu bulmaya çalışırken boş durmuyorsun.”

İç geçirerek, “Keşke ailem de aynı fikirde olsaydı,” dedi.

İkimiz de bir şey söyleyemeden Tobias’ın ofis kapısı açıldı. Sırasıyla bana, Jimmy’ye ve tekrar bana baktı.

Kaşlarını çatarak çenesini sıktı. El arabasının üzerindeki kolilere baktı.

“Size sohbet etmeniz için mi yoksa çalışmanız için mi maaş veriyorum?” diye sordu.

Jimmy el arabasını dünyanın en huysuz patronuna doğru iterken, ben de sandalyeme yürüyüp başımın başına geçtim. Hafta sonu gördüğüm adam gitmiş gibiydi ama nedenini bilmiyordum.

Jimmy arabayı boşaltmayı bitirdiğinde masamın yanından geçerken el salladı.

Sırıtarak, “Kahve içiyoruz, değil mi?” diye sordu.

Gidişini izlerken, “Evet,” diye cevap verdim.

Tobias boğazını temizleyince korktum. Yerimden sıçrayarak soluma baktım.

“Hâlâ orada olduğunuzu fark etmemiştim,” diyerek yutkundum.

“Belli ki.” Kısa bir cevap vererek ofisinin kapısına yöneldi.

“Efendim, konuşabilir miyiz?

Karanlık bir tonda, “Cumartesi yaşananlarla ilgiliyse, buna bir anlık gaflet diyebilirsin,” diye cevap verdi. “Yeni dairenizi umarım beğenmişsinizdir.”

“Amanda bana kirayı ödemeyi teklif ettiğinizi söyledi. Sözleşmenizde belirtildiği gibi tüm masraflar şirket tarafından karşılanacak. Tartışmaya kapalı.”

Hiçbir karşılık veremeyeceğimin farkına vararak açık ağzımı kapattım. Kendi kiramı ödemek istediğim için beni azarlamakla kalmamış, öpüşmemizi de bir kalemde silip atmıştı.

Aklımdan bir türlü çıkaramadığım o öpüşmeyi.

Bir dakika boyunca eleştirel gözlerle bana baktıktan sonra buzdan kalesine girip kapıyı kapattı.

Sandalyeme gömüldüm. Göründüğü kadar soğuk olmayan tarafıyla ilgili gerçeği bilsem bile hâlâ inanılmaz derecede çekici olduğunu itiraf etmeliydim.

Yerimden kalkıp dinlenme odasına giderek iki mochaccino hazırladım.

Jimmy birazdan dönecekti ve bize sohbet etmemiz için maaş vermiyor olsa da sözleşmelerimize göre, istediğimiz zaman kullanabileceğimiz on beş dakikalık iki mola hakkımız vardı.

Jimmy yaklaşık beş dakika sonra başka bir el arabasıyla döndü.

Ayağa kalkarak, “Tanrım, komple dükkânı falan mı satın almış?” diye mırıldandım.

“Öyle görünüyor,” diyerek güldü.

Tobias’ın kapısını tıklattım. Önce sandalyesinin hareket ettiğini, sonra da ayak seslerinin yaklaştığını duydum. Kapıyı açtı. Kolilere göz gezdirdikten sonra iki tanesini alıp diğerlerini işaret etti.

“Gerisi sizin.”

“Ha?” Profesyonellikten oldukça uzak bir cevap vermiş olsam da o anda bunu düşünecek değildim. Neden teslimatları da ben alıyordum?

Bu sefer daha yavaş şekilde, “Gerisi sizin,” diye tekrarladı.

Kapısını kapatıp beni orada, en az benim kadar şok olmuş Jimmy’nin yakında öylece bıraktı. İç çekerek masama doğru yürüdüm.

“Gel oturalım. Kolilerin içinde ne olduğuna bakmama yardım edebilirsin.”

Jimmy el arabasını masamın arkasına götürürken, “Biraz tuhaf biri, değil mi?” diye fısıldadı.

Her ne kadar ona tuhaf demek hafif kalsa da başımla onayladım. Adam yürüyen bir bilmeceydi.

Jimmy masamın karşısındaki yedek siyah deri sandalyelerden birini kapıp arabanın yanına koydu. Ona uzattığım kahvesini aldı.

Jimmy bir yudum aldıktan sonra, “Mm, iyi kahve yapıyormuşsun,” diye mırıldandı. “Ve ben kahve bağımlısıyımdır.”

“Gerçi işin çoğunu makine yaptı ama teşekkür ederim. Kahve, Tobias’ın kullandığı markalardan. Daha önce hiç görmemiştim. Garip bir ismi vardı.”

“Caffe Stravagante mi?”

“Evet, oydu.”

Bir yudum daha alarak, “Şaşırmadım,” dedi. “Yalnızca ithal geliyor ve piyasadaki çoğu kahvenin neredeyse dört katı fiyatında. İyi bir zevki varmış.”

Bir yudum alarak başımı salladım. Jimmy’nin de dediği gibi harika bir kahveydi.

Kutuları işaret ederek, “Bakalım mı?” diye sordum. Toplamda yedi tane vardı. Ne eksik olduğunu anlamaya çalışarak ofisin etrafına bakınsam da burada her şey vardı.

En küçük kutuyu alıp yırtmamaya dikkat ederek yavaşça açtım. Düz kahverengi ambalajın içinde başka bir kutu daha vardı, ki ikinci kutunun üzerindeki logoyu görür görmez tanıdım.

Kutudaki bir telefondu. Son model ve son derece pahalı bir telefondu.

Kaşlarımı çattım. Zaten telefonum vardı. Elbette harika değildi ama yeterince iyi çalışıyordu ve Tobias bana onunla ulaşabileceğini biliyordu.

Pahalı markaya sahip kutuyu açmadan masaya bırakıp diğerine geçtim.

Yeni bir Apple dizüstü bilgisayar çıkarırken Jimmy şaşkınlıkla, “Patronun asistanı olmak varmış,” dedi.

“Sorma.” Kaşlarımı çattım. “Şey, geri kalanını daha sonra açabilirim.”

Kutuları arabadan alıp masanın altına dizdim.

Tobias’ın ortalığa savurduğu para beni huzursuz etmişti.

Jimmy ayağa kalkarak, “Zaten ben de dönsem iyi olacak,” dedi.

Kahvesini bitirip tam Tobias ofisinin kapısını açarken ayağa kalktı. Tobias önce bana, sonra Jimmy’ye baktı.

“Hâlâ burada mısın?” diye sordu. Ses tonu ne soğuk ne de mutluydu.

Jimmy oturduğu sandalyeyi kaldırarak, “Ben de tam gidiyordum, Bay Clarke,” dedi. Sandalyeyi eski yerine koyduktan sonra el arabasını aldı.

Jimmy masanın arkasından çıkıp koridordan asansöre doğru yürürken bana göz kırptı. Asansörün kapılarının açılmasıyla, beni Tobias’ın rahatsız edici bakışlarıyla baş başa bıraktı.

Usulca, “Posta çocukla amma kaynaşmışsınız,” dedi.

“Evet,” diyerek kabul ettim ve açık konuşmak gerekirse, sonunda arkadaş olarak görebileceğim biriyle sohbet etmek bana iyi gelmişti.

Tobias başını sallayarak kutusundan çıkarmadığım telefonu işaret etti. “Sözleşmenin bir parçası,” diye mırıldandı. “Dizüstü bilgisayar ve diğer eşyalar da öyle.”

“Ayrıca Junipers’ta adına yeni bir hesap açtım. Standartlara uygun giyinmediğinizi söylemiyorum ama kıyafete ihtiyacınız olursa…”

“İhtiyacım olursa, parasını öder, alırım,” diye mırıldandım. “Ayrıca telefona, dizüstü bilgisayara ya da diğerlerine ihtiyacım yok.”

Uyarırcasına, “Ruby,” dedi.

“Tobias,” diye cevap verdim.

İsmini duyduğu anda gözlerinin içi parladı.

Başını arkaya eğerek bir sonraki hamlem için bekledi. Kızmış mı yoksa meraklanmış mı emin değildim.

“Tüm bunlar beni huzursuz ediyor. Sana borçlu hissediyorum. Bağımsız olmak için çok çalıştım. Ailemden sonra yeniden başlamak için çok çalıştım ve…” derken duraksadım.

“Bunların hiçbirini seni huzursuz etmek için yapmadım,” diye cevap verdi. Böyle hissetmem ona aykırı gelmiş gibiydi. “İş için yaptım.”

Ses tonundan samimiyetini anlayabiliyordum. Josanna’ya da asistanken aynı ayrıcalıklar tanınmış olabilir miydi?

“Peki,” diye mırıldandım. “O zaman teşekkür ederim. Yani işten ayrıldığım takdirde eşyaları geri mi vereceğim?”

Başımı kaldırıp tepkisini inceledim. Çenesini sıkarak omuz silkti.

“Nasıl isterseniz. İşten ayrılmayı mı düşünüyorsunuz, Bayan Moritz?”

“Hayır. Şimdilik düşünmüyorum,” diye yanıtladım.

“Sevindim.”

Tobias bir süre öylece durdu. Bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açsa da tek kelime etmeden ofisine döndü.

Sonraki birkaç saat boyunca sadece işime odaklandım. Ayarlamam gereken toplantılar ve yazmam gereken raporlar vardı.

Tobias’la ilgili duygularımdan, öpüşmüş olduğumuz gerçeğinden ve aramızdaki bariz tuhaflıktan bir an önce kurtulmalıydım.

Öğle yemeği saatinde Tobias ofisinden çıktı. “Öğle yemeği toplantım var. Saat ikide dönerim,” dedikten sonra koridordan asansöre doğru yürüdü.

Öğle yemeği saati boyunca çalışarak, evden getirdiğim sandviçimi yedim. Tobias ikiden hemen önce döndüğünde masama bir bardak kahve koydu.

“Masandan hiç kalktın mı?” diye sordu.

“Evet,” diye fısıldadım. Yaklaşık yarım saat önce tuvalete gitmiştim.

“Şey, kafedeki kadın fazladan bir kahve yapmış,” dedi. “İster misin?”

Büyük boy mochaya bakarak başımı salladım. “Teşekkür ederim.”

“Bana teşekkür etme,” diye cevap verdi. “Fazladan kahve yapan çalışana teşekkür et.”

Ve bunun üzerine ofisine girip kapıyı kapattı.

Günün geri kalanında karşılaşmadık. Öğleden sonranın büyük kısmını ofisteki ufak işleri hallederek geçirdim.

Nihayet yerime döndüğümde saat dört buçuk sularıydı. Bir dakika sonra e-posta bildirimi düştü.

Ruby,
Öğle yemeğinde milyon dolarlık bir müşteriyle toplantı yaptım. Bu hafta sonu resmi bir davet düzenliyor ve onu kaçırmamak için davetini kabul ettim.
Eşim olarak davete katılacaksın.
Tobias.

~ Neredeyse beş dakika boyunca e-postaya bakakaldım. Bunun bir şaka olup olmadığını ve onun mizahi bir yön barındırıp barındırmadığını sorguladım.

Google’a girip Clarke ailesinin katıldığı bilinen etkinlikleri araştırdım. Tobias’ın bulabildiğim tüm fotoğraflarda ya tek başına olduğunu ya da babasıyla katıldığını gördüm.

Etkinliklere herhangi bir partnerle katılmıyordu. Peki neden şimdi? Neden ben?

Cevap tuşuna bastım.

Bay Clarke,
Söz konusu müşteriyi bağlama konusunda size en iyi dileklerimi sunarken, beni neden eşiniz olarak yanınızda istediğinizi sormalıyım. Nihayetinde, bu tür etkinliklere genellikle tek başınıza iştirak ediyorsunuz.
Ayrıca, böyle resmi bir etkinlikte giyecek uygun bir kıyafetim yok.~
Ruby.
Not: Lütfen demek hiç fena olmazdı.~

~ Cevabı gönderdiğim anda yaptığım iğnelemeden pişman olsam da iş işten geçmişti.

Cevabını heyecanla beklediğimi fark edince şaşırdım. Bir dakika sonra cevap geldi.

Ruby,
Bu seni ilgilendirmez. Seni ilgilendiren tek şey, patronunun resmi bir davet için partnere ihtiyacı olması. Bu davete yalnız katılmak istemiyorum.
Uygun bir kıyafet bulman için seni alışverişe çıkarırım. İstersen bu akşam.
Tobias,
Not: Lütfen.

~ Gülümsedim. Ayak uydurarak bana takılmaya başlamıştı.

Dudağımı ısırarak tekrar yanıt tuşuna bastım.

Bay Clarke,
Kıyafet alışverişinin işle ilişkili masraflar kapsamına gireceğinden emin değilim. Lütfen bağımsızlık konusunda daha önce söylediklerimi göz önünde bulundurun.
Ruby.

~ Tobias anında cevap verdi.

Ruby,
Benimle gelmek zorundasın. Masrafları bizzat karşılayacağım.
Sadece evet demen yeterli.
Tobias.
Continue to the next chapter of Birlikte Çalışalım

Discover Galatea

Aşk ÇağrısıSerserilerle Tehlikeli SulardaÖlümsüz ŞafakSürpriz BağlarDokunuş: Yara Bere

En Yeni Yayınlar

Noel Ruhuİyilik Meleği AŞ: Bonus İçerikSeroje: Gören GözViking Kralı'na Aşık Olmak ve Diğer Kötü KararlarHarley’nin Ateşi