
Ölümsüz Şafak
Büyüleyici güzellikteki bir kadın ve vahşi bir kurdu andıran yakışıklılıktaki bir adamla şans eseri karşılaşmasının ardından Lea, kendini kurt adamlar, vampirler ve cadılarla dolu, gizli bir dünya olan Ölümsüzler Dünyası’nın merkezinde bulur. Kahramanımız Lea, yakışıklı kurt adam arkadaşının yardımıyla bu yeni dünyada hayatta kalmayı öğrenebilecek mi yoksa güzel kraliçenin karanlık ve bir o kadar da baştan çıkarıcı cazibesine mi kapılacak?
Yaş Sınırı: 18+
Yeni Şafak, Yeni Gün 🌶
LEA
Barın arkasında içkisini hazırlarken beni pür dikkat izleyen altın rengi, büyüleyici o büyük gözler.
Her baktığımda coşkun enerjisinde adım adım kayboluyordum sanki.
Tıpkı gözler gibi sahibi de çok güzeldi.
O kadar görkemliydi ki sanki kraliyet ailesinin bir üyesiydi.
Uzun boyu, parlak maun rengi saçları ve solgun, kalp şeklindeki yüzüyle tezatlık içindeki kan kırmızısı pırlanta tasma kolyesiyle tam bir afetti.
Parlak, dolgun dudakları vardı.
Beni kendine çağırıyor gibiydi.
“Lea, dikkat etsene biraz!” diye bağırdı Hector.
Sesle irkilip bardağa baktım; çoktan dolmuş, tezgaha dökülmeye başlamıştı.
“Siktir!” dedim mırıldanarak. Yanaklarımın yandığını hissettim.
Bir bez aldım ve iş arkadaşım Hector'un sorgulayan bakışları altında aceleyle tezgahı sildim. Bardağı elimden alarak içkiyi yeniden hazırlamaya başladı.
Hala bana baktığından emin olduğum kadına bakmamaya çalıştım.
Daha önce sadece erkeklerle çıkmıştım, ondan etkilenmiş olamam.
Bunun ihtimalini bile daha önce hiç düşünmemiştim.
“Sadece yorgunum. Beni hep geç vardiyalara verdiğin için olabilir,” dedim.
“Şuna bak sen!” diye kikirdedi.
Adımlarında sevincinin izlerini taşıyarak barın diğer ucuna doğru ilerledi. Ben de düşüncelerimi bal rengi gözlü kadına geri çevirdim.
Herhangi bir ırk, cinsiyet ya da cinsel yönelimden bağımsız olarak herkes için güvenli bir sığınak olmasıyla bilinirdi.
Bu gece onu buraya neyin getirdiğini merak ediyordum.
Büyüleyici altın bakışlarına kapılmamak için direnmeye çalıştım ama kendime engel olamadım.
Kaçamak gözlerle kadının oturduğu yere baktım, ama...
Hayal kırıklığıyla başımı önüme çevirdim.
“Grace,” dedi ipeksi bir sesle.
Kafamı kaldırdığımda onu tam karşımdaki tabureye oturmuş, yakut rengi dudaklarında şakacı bir gülümsemeyle bana sırıtırken buldum.
“Benim adım Grace. Peki ya seninki?” diye sordu baştan aşağı beni süzerek.
“Benim, şey, benim...” diye kekeledim elimde olmayarak.
“Evet, senin adı?” dedi beni cesaretlendirmeye çalışıyordu.
“Lea,” dedim sonunda konuşmayı başararak.
“Lea, bana bir Bloody Mary yapabilir misin? Ekstra kanlı olsun,” dedi tezgahın üzerine eğilerek. Eğilince dekoltesi daha da açıldı.
“Tabii ki,” dedim şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak. Arkamı dönüp telefonumun kamerasından kendime şöyle bir baktım.
“Güzel görünüyorsun, güven bana,” dedi Grace, beni daha da utandırarak.
“Ben, teşekkürler,” diye cevap verdim sırtım dönük bir şekilde. “Nerelisin?”
Belki küçük sorularla ortamı biraz yumuşatabilirim düşüncesiyle amaçsızca sordum. Cevabı kesinlikle merak etmiyordum.
“Bileceğini sanmıyorum,” dedi gizemli bir şekilde.
“Gerçekten mi? Şansını dene bi,” dedim içkisini kereviz saplarıyla süsleyip tezgahın üzerinden önüne iterek.
Bardağı almak için elini uzatırken parmak uçlarımız birbirine değdi ve damarlarımda bir elektriklenme hissettim.
Vücudumun her hücresi heyecan titredi.
Bacaklarımı sıkıca birbirine bastırırken gözlerimi yavaşça kapattım.
O kadar tahrik olmuştum ki en ufak dokunuşuyla ıslanmıştım.
Grace'in gözlerine baktığımda aynı uyarılmayı onda da gördüm. Dili dudaklarının kenarlarını hafifçe yalayarak öne doğru eğildi.
Birden kendimi ona doğru eğilirken buldum.
Bir an için Grace'in dudakları benimkine doğru gidiyormuş gibi hissettim ama son saniyede ani bir hareketle rotasını değiştirdi.
Donmuş gibiydim, ne yapacağımı bilmiyordum.
Nefesim kesilirken Grace’in yumuşak nefesi boynumun üzerinde gezindi.
Meme uçlarım ince, beyaz bluzumun altında sertleşmeye başlamıştı.
Çok korkmuştum.
Aynı zamanda çok heyecanlanmıştım.
Grace'in dudakları boynuma değdi, ama sadece bir an için.
Sonra hızla geri çekildi, gözlerindeki tahrik belirtisi kendini tedirginliğe bıraktı.
“Ben gitmek zorundayım,” dedi ve aceleyle tezgaha bir yirmilik bırakıp kalktı.
O kadar şaşkındım ki tek bir kelime bile edemedim. Gerçi etmek istediğimden bile emin değildim.
Grace arkasına bakmadan hızlı adımlarla bardan çıkarken arkasından bakakaldım.
Neden onunla aramda bu kadar güçlü bir bağ hissetmiştim?
Bana o altın rengi gözleriyle bakarken sanki tenimi delip geçmiş, ruhuma dokunmuştu.
Ve bana dokunduğunda. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacakmış gibi hissettim.
Bana daha önce hiç hissetmediğim şeyler hissettirdi. En azından bir kadınla.
Sadece iki ya da üç saniyeydi, ama o an...
Sonsuza kadar aklımda kalacaktı.
LIAM
Telefonumu ceketimin cebine sokarken pençelerim deri ceketime takıldı.
O kadar sinirlenmiştim ki neredeyse oracıkta dönüşecektim.
Kimsenin görmediğinden emin olarak onları çabucak geri çektim.
Soğuk Seattle rüzgarı yüzüme haşince vururken tek istediğim aya karşı ulumak ve acılarımdan kurtulmaktı.
Ama bunu burada yapamazdım. Bir insanın beni görmesi riskini göze alamazdım. Bu yasalarımız tarafından açıkça yasak ilan edilmişti.
Gözlerim yaşlarla doldu ama onlara direndim.
Nereye gittiğimi bile bilmiyordum ama oradan, o pislikten uzak olmam gerekiyordu.
Bu gece hem erkek arkadaşımı hem de en yakın arkadaşımı kaybetmiştim.
Ve bu gece umutsuzca her şeyi unutmak istediğim bir geceydi.
Bunu yapmanın tek yolu vardı.
Salaş görünümlü barın içine girerken paltomu daha da kendime çektim.
Benim tarzım bir yer değildi ama.
LEA
Kendime bir kadeh votka koyup tek seferde kafama diktim. Boğazımda bıraktığı acı tadı sevmiyordum ama buna ihtiyacım vardı.
“O ucuz şeyi içmek zorunda olmadığını biliyorsun,” dedi Hector benimle alay ederek.
“Sarhoş olmak istiyorsam zorundayım.”
Grace bir saat kadar önce bardan çıkmıştı ama onu bir türlü aklımdan çıkaramıyordum.
Gerçekten kendimde bir sorun olup olmadığını düşünmeye başlamıştım.
Ya da belki de yıllarca onları bastırmıştım.
Elbette üniversitede birkaç kızla öpüşmüştüm. Ama bunu hangimiz yapmamıştık ki?
Ama bütün bunlar kızlardan hoşlandığım anlamına gelmiyordur, değil mi?
Hayır. Belki de hoşlanıyorumdur.
Kendime bir içki daha doldurdum.
“Yavaşlasan iyi olur Lea. Sarhoş olmak bir maratondur, yarış değil,” dedi Hector. “Mesaide olduğumuzu unutuyorsun.”
Eğer cinsel yönelimimi düşünmek zorunda kalmayacağım anlamına geliyorsa, bu yarışı kolaylıkla birincilikle bitirebilirim.
“Affedersiniz, bir cin tonik alabilir miyim?”
Hector ve ben derinden gelen sese doğru döndük ve ağzımız açık kaldı.
Önümde duran adam şimdiye kadar gördüğüm en seksi adamlardan biriydi.
Esmer teni, yeşil gözleri, çıkık elmacık kemiklerini kaplayan bakımlı sakalları ve sağlam bir çene hattı vardı. Heykel gibi her bir özelliği tek tek işlenmişti.
Deri ceketini çıkarırken, kaslı göğsü ve pazıları sıkı tişörtünden taşacakmış gibi duruyordu.
Güzelliğinde neredeyse ruhani bir tını vardı.
Ve onun varlığı bana buradan geçen başka bir ruhani güzelliği düşündürdü.
“Ben, evet, tabii ki,” dedim. “Başka bir şey ister misin?”
“Adım Liam,” diye cevap verdi. “Sadece cin tonik alayım, teşekkürler.”
Beyaz dişleri ve bir kurdun asilliğini anımsatan bakışlarıyla gülümsedi.
Grace bu gece tüm dengemi altüst etmişti, ama muhtemelen bu his birazdan geçerdi, ki karşımdaki bu muhteşem adam içeri girer girmez cinsel yönelimimi sorgulamanın ne kadar aptalca bir sanrı olduğunu anlamıştım bile.
Ama adamın zümrüt gözlerine bakarken Grace'in bal rengi irisleri aklımdan geçti.
Hector aniden kolumu tuttu ve heyecanla kulağıma fısıldadı. “Adam çok seksi değil mi?”
Adama baktım ve bana sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdi.
“Kendime çeki düzen vermenin zamanı geldi,” dedim sırıtarak. “Bu gece eve yalnız gitmeyebilirim,” diyerek Hector’a göz kırptım.
Hector omzumu küçümser bir şefkatle okşadı. “Ah, tatlım. Bu güzelliğin senin liginde oynamadığına o kadar eminim ki.”
İçkisine bir limon dilimi koydum ve yakışıklı yabancıya uzattım.
Dikkatini çekmek için saçlarımla oynamaya başladım.
“Evet, Liam. Bana kendinden bahsetsene biraz,” dedim.
GRACE
En yakın ara sokağa girerek soğuk gece karanlığında gözlerden kayboldum.
Neredeyse çok büyük bir hata yapıyordum.
Ya kim olduğumu öğrenseydi?
Güzel kadınlara olan tutkum neredeyse kan arzum kadar dayanılmazdı.
İlk başta, beni ona çeken şey kalp atışıydı, saldırıya uğramış bir alarm gibi küt küt atıyordu.
Ardından kokusu. Taze çilek ve hanımeli.
Sonra boynundaki hızla atan damar, hassas ama bir o kadar da istekli.
Başta onunla ne yapmak istediğimden emin olamamıştım.
Ama yüzünü gördüğümde...
Buna inanamadım.
Aynı koyu mavi gözleri vardı, okyanusun en derin yerinden bile daha mavi.
Bir de ne kadar uğraşırsa uğraşsın kendi havasında dans eden dolgun, kumral saçları.
Kendini beğenmiş tavırlarıyla onu çekici bulmaktan kendimi alamadım.
Lea'yı aklımdan çıkarmaya çalıştım.
Daha önce yaptığım hataların aynısını yapamazdım.
Janelle ile olanlardan sonra, asla.




































