
Şu anda hiç onları çekemezdim.
Diğer çıkışa yöneldiğimde Aptal Barbie’yle ekürisinin bana doğru geldiğini gördüm, bu yüzden çocuklarla şansımı denemeye ve ana çıkışa geri dönmeye karar vermiştim.
Kapıyı açar açmaz öfkeli Draque ile karşılaştım.
“Neden bu kadar uzun sürdü?” diye sordu sıkılmış dişlerinin arasından. İç çekerek yanından geçmeye çalıştım ama omzumu tuttuğunda donakalmıştım.
Yüzümdeki acı dolu ifade her şeyi ele veriyordu. Ben daha ne olduğunu anlamadan Draque arkamda durmuş, tişörtümü kaldırıyordu. Panikleyip koşmaya başlamadan önce arkamı dönüp ona bir tokat attım.
Bacaklarım yanıyordu, ciğerlerim beni öldürmeye çalışıyordu. Spor salonunda kendimi zorladıktan sonra üstüne bir de eve koşarak gelmiştim. Sessiz eve girdiğimde rahatladığımı hissettim.
Masanın üzerindeki notta babamın gittiği, üç hafta içinde döneceği yazıyordu. Duş almak ve bu korkunç günden arınmak için odama gittim.
Suyun altında durup morarmış bedenimi sihirli bir şekilde iyileştirmesini bekledim ama su soğumaya başlayınca bundan vazgeçtim. Banyodan çıkıp kurulandıktan sonra odamdaki boy aynasında kendimi kontrol ettim.
Havluyu indirip sırtımı incelerken gözlerim yaşlarla dolmuştu.
Yaralar kırmızı ve şişti. Bazıları koşarken tekrar açılmıştı.
Draque’in arkasında Bay Flörtözün bana sırıttığını gördüm. Gözleri gözlerimden çıplak popomu harika bir şekilde gösteren aynaya kaydı.
Pencereye koşup perdeleri kapatırken bütün vücudum kıpkırmızı kesilmişti.
Kıyafetlerimi giyecek kadar bile zamanım olmamıştı ki ön kapının gürültülü bir şekilde vurulduğunu duydum. Gözlerimi devirerek eşofmanlarımı giydim ve kapıyı açmak için koşarak aşağıya indim.
Draque’i görmeyi bekliyordum ama karşımda Flörtöz Çocuk duruyordu.
“Aman Tanrım, ne var?” Abartılı bir iç çekişle kalçamı yana atıp kollarımı önümde kavuşturdum.
Flörtöz Çocuk kalkık göğüslerimi fark ettiğinde gözlerimin içine bakmadan önce dudaklarını yaladı.
“Sana yan evde oturduğumu söylemiştim, değil mi?” dedi bana göz kırparak.
Draque onu geri çekmeden önce başka bir şey söyleyemedi. Artık Draque’e bakıyordum.
1.60 boyum onun iki metrelik boyunun o kadar gölgesinde kalmıştı ki gözlerine bakabilmek için boynumu kaldırmak zorunda kalmıştım. Her zaman göz alıcı olan kristal gözleri şimdi kızgın bir koyu yeşile dönmüştü.
“Ne oldu?” diye fısıldadı.
“Bu konuda konuşmak istemiyorum,” dedim iç çekerek. Kapıyı kapatmak için harekete geçtiğimde elinin bileğimi usulca sardığını hissettim.
Dokunuşuyla koluma yayılan elektrik kalbimi pır pır etmeye yetmişti. Gözlerimden yaşlar aktığını hissedebiliyordum ama bu zayıf yönümü onlara göstermek istemiyordum.
Arkam dönük bir şekilde, gözyaşlarımı ve içimdeki kırgın kızı görmemelerini umarak sözlerimi tekrarladım.
Draque iç çekerek yavaşça bileğimi bıraktığında bu fırsatı değerlendirerek hızla kapıyı kapattım. Odama çıktım, pijamalarımı giydim ve saat altıda yatağa girip uyudum.
Bir yıldır ilk kez bebek uyumuş, babamla karşılaşmaktan kaçınmak için beşte uyanmak zorunda kalmamıştım. Aslında, uyuyakalmıştım ve okula geç kalmıştım.
Yataktan fırlayarak hemen bir taksi çağırdım. Bu esnada da siyah dar kotumu ve parlak pembe bluzumu giyip ayaklarıma da beyaz topuklularımı geçirdim. Saçlarımı çözdüm ve doğal buklelerimi serbest bıraktım.
Hafif bir makyaj yaparken yüzümün düne göre çok daha iyi göründüğünü ve şişliklerin azaldığını görmek beni mutlu etmişti. Sırtım da daha iyiydi.
İşim bittiğinde taksi gelmişti. Yol için bir elma almak üzere aceleyle aşağıya indim ve evden çıktım. Mucize eseri, sadece beş dakika geç kalmıştım. Koşarak ilk derse girdim.
Sınıfa girdiğimde herkesin kafası bana çevrilmişti. Yeni kız olarak, geç kaldığım için bir sürü kötü bakışa maruz kalmıştım. İki çocuk da bu kot pantolonun içindeki kıçım hakkında bir ton şey söylemişti.
Gözlerimi devirerek kitaplarımı çıkardım. Zaman su gibi akıp geçmiş, ben daha ne olduğunu anlamadan öğle yemeği için zil çalmıştı.
Kafeteryaya gitmeden önce birkaç kitap almak için dolabıma gitmeye karar verdim. Şaşırtıcı bir şekilde koridorlar bomboştu, sanki kafeteryada benim bilmediğim özel bir çekiliş vardı.
Derin düşüncelere dalmış bir hâlde dolabıma doğru yürürken, biri beni hızla dolabıma doğru itti. Draque’in beni takip ettiğini fark etmemiştim bile.
Draque vücuduyla ön tarafımı soğuk dolaplara bastırmıştı. Bir elini karnıma bastırırken diğer eliyle ellerimi arkamda tutuyordu.
Nefesinin sağ kulak mememi gıdıkladığını hissettiğim anda beynim nasıl çalışacağını unuttu ve vajinam kontrolü ele aldı. İstemsiz bir inleme dudaklarımın arasından kayıp gitti.
Boynuma tüy kadar hafif öpücükler kondurmadan önce sırıtışını tenimde hissedebiliyordum. Gözlerimi kapatarak, vücudumdaki karıncalanmanın tadını çıkardım.
Elini karnımdan göğsümü avuçlamak için hareket ettirdi ve sütyenimin içinden meme ucumu kıstırdı. Bu inlememe ve kıçımı kasıklarına daha sert bastırmama neden olmuştu.
Birinin boğazını temizlemesi bizi içinde bulunduğumuz şehvetli andan çekip çıkardığında Draque’in gerildiğini hissettim.
“Siktir git Marcus!” diye hırladı. Elinden kurtulmak için bu anı kullanmaya karar verdim ve arkamı dönüp kafeteryaya doğru koştum. Draque’in arkamdan küfrettiğini duyabiliyordum.
Evan’a çarpmadan önce hafifçe kıkırdadım. Burnumu onun sert göğsüne çarpmıştım.
Bir adım geri çekildim ve burnumu ovuşturarak bana gülen Evan’a baktım. Bebek mavisi gözleri ışıkta parlıyordu. Ona yanlamasına sarıldığımda arkamda bir hırıltı duydum.
Draque gözleriyle Evan’ı hançerliyordu. Flörtöz arkadaşı Marcus hemen yanındaydı. Gözlerimi devirerek kolumu Evan’ın koluna doladım ve yemeğimizi almak için onu kafeteryaya sürükledim.
Sırada beklerken Kenna (mutfaktaki kadın) beni yanına çağırmıştı. Yemek dolu bir tepsiyi bana uzatmış, mutfağa geri dönmeden önce bana göz kırpmıştı.
Tepsiye bakıp yiyecekleri görünce birden ağzım sulandı. Asla salata seven bir kız olmamıştım. Hamburgerimi, patates kızartmamı ve her şeyin güzel olmasını isterdim.
Evan, “Kahretsin kızım, bu hiç adil değil,” derken önce kendi tepsisine sonra da benimkine baktı.
Onun tepsisinde sadece peynirli makarna, yoğurt, elma ve soda varken benimkinde duble çizburger, patates kızartması, yoğurt, elma ve meyve suyu vardı.
Ona gözlerimi devirerek değiş tokuş yapmayı teklif ettim.
“Hayır, sorun değil,” diye mırıldandı. Asık suratına bakarak kıkırdadım.
Masaya oturduğumuzda tepsim karşısında herkesten aynı tepkiyi almıştım. Birden hepimiz gülmeye başladık.
“Bugün maçımız var. Gelmek ister misin?” diye sordu Evan hevesle. Herkes cevabımı bekliyordu.
“Şey... Olur tabii, saat kaçta ve nerede?” dediğimde gözlerinde bir parıltı görmüştüm. Yüzündeki gülümsemesi daha da büyüdü.
“Maç altıda. Daha sonra size bahsettiğim şu yeni kulübe gidebiliriz,” dedi Liza göz kırparak. Mona’nın bacaklarının arasında oturuyordu. Onay için etrafına bakındı.
“Tabii ki evet!” dedi Mona.
“Kulağa eğlenceli geliyor,” dedi Elsie, Nathan’a bakarak.
“Ben her zaman varım,” dedi Nathan, kızaran Elsie’ye göz kırparak. Hepimiz patates kızartmalarımdan birini çalmakla meşgul olan Evan’a baktık.
Biz ona gülerken ağzında patatesle kafasını kaldırdı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu.
Ağzındaki patatesi yutup, “Ben de varım,” dedikten sonra bana göz kırptı. Şimdi kızarma sırası bendeydi.
Evan boğazını temizlerken gözleriyle arkamı dönmemi işaret etti.
Arkamı döndüğümde Draque ile göz göze geldim. Koyu yeşil gözlerini bana dikmişti. Kaşlarını çatmış, çenesini sıkıyordu.
Ona gülümseyerek bir öpücük yolladım. Jestim karşısında gözleri büyümüş, muhteşem yüzünde sinsi bir sırıtma belirmişti. Bunun üzerine gözlerimi ondan ayırıp kaşlarını çatmış olan Evan’a çevirmek zorunda kaldım.
“Ondan uzak dur Skye,” dedi Evan sıkılmış dişlerinin arasından. Gözleri mavinin daha koyu bir tonuna dönmüştü. Öfkesinin etrafında titreştiğini hissedebiliyordum.
Gözlerimi devirdim ama itiraz edemeden zil çaldı. Evan ayağa fırlayıp hışımla kafeteryadan çıkmıştı.
“Bu da neydi şimdi?” diye sordu Mona tepsilerimizi kaldırırken. Ona hiçbir fikrim olmadığını söylediğimde sadece başını sallayıp gözlerini devirdi.
Hoparlörden bir anons yapılırken hepimiz anonsu dinlemek için kıpırdamadan olduğumuz yerde durmuştuk.
“Sezonun ilk futbol maçı olduğu için diğer dersler iptal edilmiştir. Evlerinize gidin ve dinlenin!”
Herkes dağılmadan önce kalabalıktan bir alkış ve tezahürat kopmuştu.
Çok geçmeden dolabımın başında durmuş, son denemem planladığım gibi gitmediği için dolaptaki eşyalarımı topluyordum. Her şeyi dolaptan çıkardım ve eve dönüş yolculuğuma başlamak için çıkışa yöneldim.
“Skye, bekle!” Arkamı döndüğümde Mona’nın kalabalığı yararak ilerlediğini ve ona çarpıp özür dilemeyen bir pisliğe küfrettiğini gördüm. Bana ulaştığında buruşmuş yüzüne bakıp kıkırdadım.