CELESTE
Jace Makenzie’yle o korkunç karşılaşmanın üzerinden birkaç gün geçmişti.
İşime odaklanmış, bana kalan projeleri yetiştirmeye çalışıyordum.
Günlerden salıydı. John White, tasarım ekibimi toplantı odasına çağırmıştı.
Tiffany beni bilgilendirmiş, şirkete büyük bir müşteri geldiğinde John’un sürekli strese girdiğini söylemişti.
Bu da o anlardan biri olmalıydı.
“Pekâlâ ekip, az önce Hugo Boss’tan teklif aldık,” dediğinde ağzım bir karış açık kaldı.
Vay canına. Hugo Boss büyük bir firma.
“Hugo Boss yepyeni bir ürün koleksiyonu oluşturdu. Farklı bir reklam firmasıyla çalışıyorlardı ama anlaşamadılar. Bu yüzden bize geldiler.”
“Bu harika.”
“Evet ama büyük bir zaman sıkıntısıyla karşı karşıyayız. Reklam çekimi bekledikleri bir sürü ürün var. Ayrıca Super Bowl sırasında yayınlanacak bir reklamı zamanında yetiştirmemizi istiyorlar.”
“Ama Super Bowl birkaç ay sonra,” diye araya girdi Travis.
“Ah, inan bana bunu biliyorum.” John stres içinde yüzünü ovuşturdu.
“Ayrıca koleksiyon için yeni bir yüz seçtiler. Şirketin ürünlerini ve markayı temsil edecek. Yani Celeste onunla birlikte çalışacaksın.”
“Tamam.” İş tanımımda bu vardı evet, o yüzden kabul etmeme gibi bir lüksüm olamazdı.
“Yeni yüz kim?” diye sordu Travis heyecanla.
“Los Angeles Chargers’ın en seksi NFL (ulusal futbol ligi) oyuncusu,” derken John’da bir nebze heyecan belirtisi yoktu. Ünlüler camiasından pek çok kişiyle çalışmış biri olarak bu durumdan hiç etkilenmediğini söyleyebilirdim. Tamamen iş odaklıydı.
“Zorlu antrenmanlar, maçlar, sponsorluklar derken inanılmaz yoğun bir programı var. Onun programına ayak uydurman gerekecek Celeste.”
“Merak etme John. Hallederim,” dedim kendimden emin bir şekilde. Bu adamı gerçekten merak etmiştim. Oldukça ünlü biri olmalıydı ama heyecanımı belli etmemeye çalıştım. John’un beni en az kendi kadar profesyonel ve özgüvenli görmesini istiyordum.
“Ah, işte geldi.” John tamamen camdan oluşan toplantı odasından resepsiyona doğru bakarken adamı içeriye buyur etti.
Sırtım toplantı odasının kapısına dönüktü, paniklemeye başlamıştım. Adamın kim olduğu hakkında hâlâ hiçbir fikrim yoktu.
Bunun bir önemi yok Celeste. Sen maç izlemezsin ki. Herhangi bir futbolcuyu tanımaman çok normal.
Futbolcuları ünlü olarak görmediğin için adamla çalışmak çok daha kolay olmalı. Değil mi? ~
Kendime bunu söyleyip duruyordum ama yine de giderek daha da geriliyordum.
Tamam, sakinim. Yerimden kalkıp profesyonel bir şekilde bu önemli kişinin elini sıkacaktım. Sinirlerimi yatıştırmak için kahvemden kocaman bir yudum aldım.
“Şahsen daha da seksiymiş.” Tiffany’nin gözleri adamı ilk gördüğünde kocaman açıldı.
Tamam, Celeste. Büyük bir kız ol. Profesyonel olma zamanı. Bunu yapabilirsin. ~
“Buna inanamıyorum. Bu adam benim Fantezi Draft oyununda seçtiğim ilk oyuncu. Ha siktir,” diye bağıran Travis beni daha da panikletiyordu.
Kim bu kodaman?
Ben arkamı dönüp adama bakamadan Tiffany tekrar konuşmaya başladı.
“Bu... Bu Jace Makenzie.”
Boğazım düğümlenirken benim de gözlerim kocaman açıldı. Kahvemden aldığım büyük yudumu birden yutunca kahve boğazıma kaçtı.
Boğuluyordum. Öksürürken kahveyi püskürttüm.
Evet, doğru okudunuz. Nefes borumdan aşağıya inen kahve bozuk bir su fıskiyesi gibi tam olarak ağzımdan fışkırmıştı. Ölüyordum Allah’ım!
“Ne oldu? Celeste. İyi misin?” Ben göğsümü yumruklayıp ciğerlerimi parçalarken herkes dehşetle ve iğrenerek bana bakıyordu.
Ne kadar aptalım. ~
“Celeste?” Arkamda Jace’in sesini duydum.
Kahretsin. Daha fazla burada durup bu utancı kaldıramazdım.
Hızla ayağa kalktım. Jace’le ve odadaki diğer herkesle göz temasından kaçınmaya çalışarak kapıya doğru ilerledim.
Ve bam.
Ya Rabbim! Canımı al. Lütfen tam şu anda canımı al. Hani, üzerime atacağın şimşek nerede?
Az önce yüzümü kapının olmadığı cam duvara çarpmadım. Çarpmadın deyin, lütfen.
Evet, evet, çarptın.
Aptal camdan toplantı odası. Neden burayı böyle yapmışlar ki? Özel bir toplantı yaparken çok da kullanışlı olmaz.
Kusurlu gözbebeklerime lanet olsun. Cidden. Tanrılara da lanet olsun. ~
Yüzümün izi komple camda çıktıktan sonra kulağımda cırcır böcekleri ötmeye başlamıştı.
Sanırım herkes gülmemek için kendini zor tutuyordu. Arkamı dönüp onlara bakamayacak kadar utanıyordum.
Oradan çıkıp koridorun sonundaki küçük mutfağa gittim. Bu sırada ağlamamaya çalışıyordum.
Tam konsantre olmuş bir şekilde beyaz bluzumdaki kahve lekesini temizlemeye çalışırken arkamdan tekrar sesini duydum.
“Celeste, iyi misin?”
Ağladığımı anlamasın diye boğazımı temizledim.
“İyiyim,” dedim bluzumu ovmaya devam ederken. Ama lekeyi daha da bok etmiştim.
Leke asla çıkmamıştı. Üstünü bir de beyaz bluzumun büyük bir bölümü sırılsıklam olmuştu. Böyle bıraksam içim görünürdü.
“Dur sana bir bakayım. Kafanı oldukça sert çarptın. Beyin sarsıntısı geçiriyor olabilirsin,” dedi Jace.
Onu görmezden gelmeye çalıştım ama elimi tutup yüzümü ona dönmem için vücudumu kendine çevirdi. Yanaklarımı ellerinin arasına alarak gözlerimin içine baktı.
Gözlerimi bir türlü odaklayamıyordum. Çok gergindim. Jace dışında her yere bakmaya çalışıyordum.
“Seni geriyor muyum?” diye sordu direkt.
Evet!
“Hayır,” diye fısıldarken sesim çatlamıştı.
“O zaman neden bana bakmıyorsun?”
Hadi artık, bunu kabullen Celeste.
Başımı yukarıya kaldırıp çoktan benimkilere kilitlenmiş olan gözlerinin içine baktım.
“Tamam, beni nasıl görüyorsun? Bulanık mıyım?” Beyin sarsıntısı testi yapıyordu.
“Hayır.”
Aslında muhteşem görünüyorsun.
“Başın ağrıyor mu?”
“Biraz ama yüzüm daha çok ağrıyor.”
Dudakları yukarıya kıvrılıp seksi sırıtışlarından birine dönüşürken dizlerimin bağı çözülmüştü ama Jace beni çabucak kavradı.
“Başın mı dönüyor yoksa miden mi bulanıyor?”
Cevap olarak sadece başımı salladım. Ağzımdan ne çıkacağını kestiremiyordum.
“Şu anda kaç parmağımı kaldırıyorum?”
“Üç,” diye fısıldadım yine kısık bir sesle.
İç çekerken hâlâ bana bakıyordu ama artık beni muayene eden bir doktor gibi değildi.
“Pekâlâ, Celeste Miller... Benim yanımdayken havalı girişler yapmaktan hoşlanıyorsun demek. Sence de öyle değil mi?”
Tanrım. Midemde kelebeklerin uçuştuğunu hissedebiliyorum.