
Kara Yürek’in kudretli gemisi okyanusu arşınlarken, ben de güvertede durarak rüzgârın saçlarımı ve gömleğimin dalgalandırdığını hissediyordum.
Bedenim heyecan ve adrenalinle dolup taşarken, yaşadığım deneyim hâlâ aklımı başımdan alıyordu.
Denizkızı elimizdeydi.
Bridgedell’in kızgın donanma ordusu şüphesiz peşimizdeydi ama madalyonun geri kalan parçalarını bulmak için onlarla bir anlaşma yapmak üzere olduğumuzdan bihaberdi.
Dolly, kraliyet ailesinde madalyonun parçalarına sahip denizkızları nedeniyle gizemli ölümler yaşandığını ancak buna gerçekten denizkızlarının neden olduğunun doğrulanmadığını anlattı.
Yalnızca kraliyet ailesinin Ejderha Kalbi madalyonunun parçalarından vazgeçmesi için şifreli tehditler ve gizemli uyarılar içeren spekülasyonlar dolaşıyordu.
Söylenene göre Bridgedell’in elinde bir parça vardı ve beşinci son parçaya kimse ulaşamamıştı.
O parçayı ben bulacaktım.
Denizkızları kraliyet ailesinde ölümlere mi yol açıyordu? Kimse yapamasa da bu meseleyi aydınlatacaktım.
Tek bildiğim, soyumun madalyon parçalarına ihtiyacı olduğuydu. Pierce’ın söylediğine göre madalyonun gerçek sahipleri ve Ejder’in gücünü kullanabilecek kişiler bizdik.
Bu yüzden Bridgedell’in tarafındaymışız gibi davranacaktık. Onlara suçluları bulmalarında yardım edecek, karşılığında Ejderha Kalbi’nin üç parçasını denizkızlarından almak için beraber çalışacaktık.
Felix görevi sabote etmek için burada bulunuyor olsa bile hepimiz aynı takımda olduğumuz için uslu davranmak zorundaydı. Yardımdan sonra parçaların hepsini alacak, eğer hakkımız olanı geri vermeyi reddederlerse anlaşmayı feshedecektik.
Evet yarışmacılardan birinin köstebeği kendine âşık etmesi gerekiyordu ama bu benim sorunum değildi.
Yanımdaki Claus, “Sakinleşti,” dedi.
Sol kulağını ovuşturarak sıkıntılı bir ifadeyle, “O tiz sesiyle çığlık atmayı bıraktı. Kulaklarım hâlâ çınlıyor adamım,” dedi. “Onunla sen mi konuşmak istersin yoksa ben mi konuşayım?”
Hiç düşünmeden, “Ben konuşacağım,” diyerek gitmek üzere arkamı döndüm.
Claus beni durdurarak, “Dostum, Ash onun melez olduğunu ve bu yüzden çok nadir bulunduğunu söyledi,” dedi.
“Suyun dışında bacakları var ama denize geri döndüğünde saniyeler içinde şekil değiştiriyor ya da bunun gibi çılgınca bir dönüşüm yaşıyormuş. Gerçek safkan denizkızları insana benzemez.”
Usulca sırıtarak bana bakıyordu. “Yakaladığımız denizkızı kızıl saçları ve mavi teniyle X-Men filminden fırlamış gibi görünüyor.”
Güldüğünde bakışlarındaki niyeti görmek beni nedense rahatsız etti.
Claus’a cevap vermeden doğruca kamarama, denizkızını sakinleşmesi için götürmelerini söylediğim yere doğru ilerledim.
Sudan çıkar çıkmaz mürettebatın Bridgedell’den kaçmasına yardım etmek zorunda kaldığım için onu gemiye döndüğümden beri görmemiştim.
Claus sahiden balıkları seksi mi buluyordu?
Dediği gibi böyle düşünmesi çok garipti. Nihayetinde lanet olası bir Disney filminde değildik.
Yanımdan geçen tayfaya başımı sallayarak birkaç emir verdikten sonra ana kamaranın kapısına ulaştım.
Birkaç kısa koridordan geçerek kaptanın kamarasına ulaşınca, kapının önünde durup içeriyi dinlerken garip bir şekilde gergin hissediyordum.
Dünyada efsane olduğunu düşündüğümüz denizkızını kanlı canlı görmek çok tuhaftı.
Yine de gergin olmama gerek yoktu.
İçeriyi daha dikkatli dinlesem de hâlâ çıt yoktu.
Bu yaratık daha yeni avazı çıktığı kadar bağırıyor, tiz sesiyle cam eşyaları kırıyordu.
Neyle karşılaşacağımı bilmediğim için derin bir nefes alarak kapıyı ardına kadar açıp içeri girdim. Mavi kadının yatağımda yattığını, alt tarafına ince bir battaniyenin örtüldüğünü ama gövdesinin hâlâ çıplak olduğunu gördüm.
Sertçe yutkundum.
Sakinliğimi korumaya çalışarak onu hızla gözlemlerken nabzımın kendiliğinden hızlandığını hissettim. Gözlemlemek benim işimdi. Hayatım boyunca bunu yapmıştım.
Ama hayatımda hiç böyle bir dişi örneği görmemiştim. O benim için yabancı bölgeydi.
Ama bu denizkızı başkaydı.
Sakinleşmek için derin bir nefes daha aldım.
Bunun yerine ateş rengi uzun saçlarını incelerken vücudumun tepki verdiğini hissettim. Saçlarının canlı ve parlak rengi ancak kimyasal kullanarak elde edilebilirdi.
Narin kemik yapısı, dolgun kırmızı dudakları ve nefesimi kesen egzotik, baştan çıkarıcı gözleriyle mavi yüzü tek kelimeyle büyüleyiciydi.
Onu okyanustayken kendime çektiğimde gördüğüm ateşli sarı bakışlarını çok iyi hatırlıyordum.
Kendimi kahrolası bir balığa kaptırmak üzere değilmişim gibi ellerimi belime sertçe koydum.
Kahrolası bir kadına.
Çenemi iyice sıkarak gözlerimi kapattım.
Hayır, kahrolası bir BALIĞA.
Hayal ettiğim gibi balık pulları yerine, metalik mavimsi tonlarında, parıldayan bir teni vardı. Aynı zaman yumuşak ve ipeksi görünen bir teni.
İnsanüstü bu yaratığa verdiğim hızlı tepkiden huzursuz olarak tekrar yutkundum.
Orada öylece dikilip ona aval aval bakarken kendime kabaca gülümsedim. Yine de dizlerimin bağının iyiden iyiye çözüldüğünü hissedebiliyordum.
Nitekim ben sadece bir insandım.
Kanlı canlı bir adamdım.
Bu konuda yadırganmamalıydım.
Onun diri, dolgun, dik ve çıplak memelerine bakmaktan kendimi alamıyordum.
Yanlış olduğunu bile bile zihnim, gördüğüm en güzel memelere onun sahip olduğuna karar vermişti. Bu denizkızının vücudunda tek bir kusur olmadığına dair bir bahiste hayatımı ortaya koyabilirdim.
Sanki şeytani bir güç beni ele geçirip felç etmiş gibi, yalnızca onun memelerini düşünebiliyor ya da görebiliyordum. Nabzımın hızlandığını hissederken, kendime hem kızarak hem de acıyarak derin bir nefes aldım.
Alelade bir erkeğin böylesi bir kadın mükemmelliğine karşı hiçbir savunmasız yoktu. Kusursuz yuvarlaklıktaki memeleri fazla büyük değil, tam kararındaydı.
Memelerini gördüğü için nutku tutulan kaba bir korsan tarafından esir tutulmamalı, aksine bir müzede sergilenmeliydi.
Ağzımın sularının akmamış olması için dua ederek arkamı döndükten sonra, hızla ağzımı silip bakışlarımı bu deniz tanrıçası, daha doğrusu deniz yaratığından kaçırdım.
O bir balıktı.
Balık. Balık. Balık.
Tanrı aşkına. Azgın bir sapık gibi görünüyor olmalıydım. Erkeklerin böyle yaratıklar uğruna neden ölüme yelken açtığını anlayınca kendi kendime gülümsedim.
Ona dönerek boğuk sesimle, “Bir adın var mı?” diye sorarken gözlerimi yüzünde tutmak için âdeta bir savaş veriyordum.
Terlemeye başlamış olabilirdim.
Üst dudağımı sildiğimde ilk defa meme görmüş bir bakir gibi terlediğimi doğruladım.
Anlaşılan kendimi ona fazlasıyla kaptırdığımdan öncesinde kaçırdığım için, onun sarı gözleriyle beni yavaşça süzdüğünü fark ettim.
Sarı gözlerinin derinliklerindeki şehvetle bana ona aitmişim gibi bakıyordu.
Çekimimiz karşılıklıydı.
Vay canına.
Kasıklarımda şiddetli bir sızı hissedince bir şey yokmuş gibi hızla onun karşısındaki sandalyeye oturdum. Azgınlık ereksiyonumla onun gözünü korkutmak yapmak istediğim son şeydi.
Görünüşe göre benim aletim de bu yaratığı çok ateşli bulduğu için, belki de gidip Claus’u çağırmalıydım. Elimden geldiğince kendimi silkelemeye çalışarak boğazımı temizledim. “İsmin nedir, canım?”
Bana dik dik bakıyordu. “Bırak beni,” diye tısladı.
Onun yoğunluğu karşısında büyülenmiş bir hâlde usulca, “Seni bırakmayı inan bana çok isterdim ama öncesinde bir şeye ihtiyacım var,” dedim.
Hareket etmesiyle üzerindeki battaniye düşünce kıvrımlı belinin seksi çizgisi ortaya çıktı.
Bir ölümlünün ruhunu almak üzereymiş gibi görünen bir seks tanrıçası misali dudaklarını ıslatırken, “Beni bırakmazsan acı çekersin. Seni öldürürüm,” diye fısıldadı.
Gidip Claus’u çağırmalıydım.
Ama yapamıyordum.
Denizkızının tüm hareketleri, onu yatağa atmak için kalbimin ilkel bir dürtüyle delicesine atarak göğüs kafesimi zorlamasına yol açıyordu. Sakinleşmek için stabil bir nefes aldım.
Kendimden geçtiğimi ustaca saklayıp ona göz kırparak, “Şansımı deneyeceğim,” dedim. “Küçük bir kuş, bana Ejderha Kalbi madalyonunun üç parçasının nerede olduğunu bildiğini söyledi.”
Niyetimi anlamaya çalışıyormuş gibi başını bana doğru eğerek gözlerini kıstı. “Hepiniz Ejderha Kalbi’ni istiyorsunuz ama aptalsınız.”
Yüzümü buruşturup dirseklerimi dizlerime dayayarak kaba bir sırıtışla ona doğru uzandım.
“Birincisi, bu doğru olabilir,” diye kabul ettim. “İkincisi, benim dilimi konuşabildiğine sevindim. Açıkçası bir balıkla nasıl konuşabileceğimi bilmiyordum. Daha önce hiç denizkızıyla tanışmamıştım.”
Özür dilercesine bakarak omuzlarımı silktim. “Belli ki beni ve sorduğum soruyu anlıyorsun. Lafı dolandıracak ne zamanım ne de sabrım var, bu yüzden seninle açık konuşacağım.”
“Bunun ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikrim yok ama bu işi başarmak için yalnızca üç ayım var, bu yüzden bana anlayış göstermelisin.”
“Açıkçası, Ejderha Kalbi’nin gücüne sahip saman alevi öfkeli bir denizkızı görmek istemiyorum.”
Es vererek derin bir nefes aldım. “Beni anlamalısın.”
Belki kurallara göre oynamıyordum ama Pierce kuralları çiğnememi söylemişti.
Yüzümü incelerken gözleri genişledi. Etkilenmiş gibiydi.
Aslında retorik bir soru sormuştum.
“Tıpkı Hitler gibi insanlığı köleleştirmek isteyebilecek, güce susamış aptallar, muhtemelen Hitler’i tanımıyorsun ama inan bana tanımak da istemezsin.”
Son kısmı fısıldayarak, “Hem de sizden fazlasıyla nefret ettikleri aşikâr,” dedim. Ona acıyan gözlerle baktım.
“Yani anlayacağın, iki grup da Ejderha Kalbi madalyonu için iyi adaylar değil, bu yüzden bunun gerçekleşmesine izin veremem.”
Hâlâ kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Garip bir şekilde Rus aksanı gibi tınlayan denizkızı aksanıyla, “Farklı konuşuyorsun,” dedi. Etkilenmiş yüz ifadesinin sevimliliği karşısında kıkırdadım.
“Kendimi farklı biri olarak görmeyi severim, bu yüzden teşekkürler.” Pantolonumda bu odaya girmeden öncekinden daha az yer olduğu için sandalyede kıpırdanarak pozisyonumu değiştirdim.
“Bizi durduramazsın, Kaptan Kara Yürek.” Artık kaşlarını çatmıyordu.
Gözlerimi ona dikerek, “Durdurabileceğimi düşünüyorum, güzelim,” diye karşı çıktım.
Nefesinin kesildiğini fark ettim.
Gözlerimi onun ağzı sulandıran vücudundan kaçırmaya özen göstererek, “Göz kamaştırıcısın,” diye belirttim. “Birçoğuna istediğini yaptırabileceğine eminim.”
“Mesela bir insana, belki Bridgedell malikânesinin kızlarından birine.”
“Benim düşmanım olmak istemezsin, seni ahmak herif.” Gülümsediği sırada keskinleşmiş köpek dişlerini gördüm.
~Kalbim tekledi.
Bir denizkızından asla muamele alamayacaktım. O dişleri düşünmek bile ateşimi yükseltmeye yetiyordu. Yutkundum.
Ona doğru biraz daha eğilerek, “Bebeğim, bana bu konuda güven. Esas sen benim düşmanım olmak istemezsin,” dedim.
Bana daha da yaklaştığında, parlayan gözlerini görebiliyor ve sarhoş edici kokusunu alabiliyordum.
Kokusunda salatalık ve taze bir şeyin notası vardı.
Salatalığa bayılırdım. Sonrasında salatalıkların canına okuyacaktım.
“Yoluma çıkarsan, seni öldürürüm,” diye fısıldadı.
“Yolunda değil, önünde olacağım hayatım.” Durumdan epey keyif aldığım için gülümsememi bastıramıyordum.
Eğilerek bana daha da yaklaştı. “Merhamet için ayaklarıma kapandığında yüzünü görmekten zevk alacağım,” diye tehdit etti.
Nabzımın hızlanmasıyla sırıtarak daha da öne eğilip, yüzlerimiz birbirine oldukça yakınken onunla ortada buluştum. Boğuk bir fısıltıyla, “Beni ayaklarına kapanmaya ikna etmenin daha kolay yolları var,” dedim.
Böyle bir cevabı beklemediğini yüzünden anlayabiliyordum. “İnsan erkekleri çok basit.” Soğuk bir ifadeyle güldü.
“Acınası hâldeyiz,” diyerek ona katıldım. “Ama teknik olarak sen de insansın.”
Bakışlarını benden ayırmadan dudağını usulca ısırdı. “Asla senin gibi olmayacağım.”
Bu hırçın yaratığın çekiciliğine kapılıp ona biraz daha yaklaştım. “Umarım olmazsın.”
Bir şey söylemek için ağzını açsa da duraksadı.
“Adın ne senin?”
Adını öğrenmeyi delicesine istiyordum.
“Ölüm ve hiddet.”
Dudaklarına yapışıp onu aptalca öpmeme ramak kalsa da gülerek, “Adın bu değil,” dedim.
Mistik bir denizkızıyla öpüşmenin nasıl bir his olduğunu merak ediyordum. Ayrıca öpülmek istediğini gözlerinden okuyabiliyordum.
Zar zor, “Bilmen gereken tek şey bu,” derken daha sığ nefesler aldığını fark ettim.
Nasıl duyulduğunu test etmek için, “Ölüm ve hiddet?” diye tekrar ettim. “Eh, bu biraz rahatsız edici.” Dudaklarımız birbirine çok yakın olduğu için düşünüyormuş gibi duraksadıktan sonra, “Peki ya, Delilah’ya ne dersin?” diye devam ettim.
“Güven bana, bu ismi seveceksin. Geldiğim yerde Delilah ismi kurnaz ve fazlasıyla aldatıcı kadınlarla özdeşleştirilir.”
“Delilah çok kötü bir kadınmış, hatta sevdiği adama ihanet edip onu öldürtmüş. Yine de kulağa Ölüm ve Hiddet isminden daha iyi geliyor.”
Dudaklarını oynattı. “Delilah,” diye fısıldarken gözlerini kırpıştırdı.
Üzerine atlamamak için tüm irademi zorluyordum.
“Bu ismi sevdim.” Sırıtarak başını yana eğdiğinde parlak kızıl saçları yan tarafına döküldü.
Kendimi daha fazla tutamadım.
Bir saniye içinde onu sırtüstü yatırarak ellerini iki tarafına sabitledim. Sağ eline baktığımda beyaz bir hançer görünce ağzım bir karış açık kaldı.
“Mm, tatlı Delilah, bu isim sana sahiden uyuyor.”
Altımda debelenirken, memeleri her şiddetli mücadelesinde erotik bir sahne oluşturarak beni büyülüyordu. Aletim acı içinde bağırırken gözlerimi kapatarak beşe kadar saydım. Dişlerimi sıktım.
“Dediğim gibi, senden her zaman bir adım önde olacağım.”
Sütun gibi bacaklarını altımdan kurtarıp belime sardı.
Kahretsin.
Hayır.
Yapamazdım.
İrade açısından o denli güçlü bir adam olmadığımı bildiğim için, bacaklarını örtmek için çaresizce battaniyeye uzandım. Sınırlarımı biliyordum.
Ama ben onun üzerini örtmeye çalışırken, o bir şekilde doğrulup beni sırtüstü yatırarak hançeri boynuma dayadı.
Göz göze geldiğimizde pes ettim. İşim bitmişti.
Artık ne olacağı umurumda değildi.
Uzanıp kızıl saçlarını kendime doğru çektiğimde hançer boynuma daha da yaklaştı. Öfkeyle dudaklarına yapışırken, benden çok daha küçük olduğu için onu inciteceğimden korkuyordum.
Ağzı.
Dudakları.
Onun yumuşak dudaklarına doyamıyordum ve duyduğum inleme beni mahvediyordu. Taze ve günahkâr tadı öylesine sarhoş ediciydi ki onu zorla tekrar sırtüstü yatırdım.
Bu noktadan sonra asla eskisi gibi olacağımı düşünmüyordum.
Resmen denizkızı fetişim vardı.
Beni ısırma ihtimali olduğundan dilimi ağzına sokmaya yeltenmem aptalca olsa da onun tadına daha derinden bakmayı delicesine istiyordum.
Dilinin dilimle buluştuğunu hissedince arzumun karşılık bulduğunu hissettim. Onun her zerresini tatmak isteyerek boynunun pürüzsüz derisini öpmeye başladım.
Yumuşak ve ipeksi memesini avuçlarken, içinde kaybolduğum cinsel haz yüzünden kanamam olduğunu geç fark ettim.
Sikeyim.
Dur.
Başım deli gibi dönmeye başladı.
“Gördüğün gibi Delilah senden bir adım önde,” diye fısıldadı. “Seni öldürmediğim için şanslısın Kaptan Kara Yürek, ama bir dahaki sefere öldüreceğim.”
Kamara penceresinin kırılmasıyla gözden kayboldu. Başımı çevirip bileğime baktığımda derimden iki nokta hâlinde kan aktığını gördüm.
Gözlerimi kapatarak şiddetle güldüm.
Anasını satayım, beni resmen ısırmıştı.