Oyun - Kitap kapağı

Oyun

J. A. White

Bölüm 5

MADDIE

Uyandığımda uçak LaGuardia Havaalanı’na iniş yapıyordu. Dün gece pek uyuyamadım, bütün gece heyecandan ayaktaydım. Gözlerimi ovuşturarak uyku sersemliğini üzerimden atmaya çalıştım.

Annemin beni bir konuda uyarmaya çalıştığı çok çılgın bir rüya gördüm. Bana yüzü olmayan bir figür gösterip duruyordu ve “Onu tanıyorsun, ondan uzak dur,” diyordu.

Annemi hiç tanımadım, beni doğururken ölmüş. Babamın söylediğine göre beyin anevrizması yüzünden ölmüş. Ama rüyalarımda, onu sanki daha dün görüşmüşüz gibi canlı görüyorum.

Bendeki tek fotoğrafını çıkardım. Düğün gününden, güzel bir elbisenin içinde. Gelinliği omuzlarının altından sarkıyordu, biraz göğüs dekoltesi ve bir metre kuyruğu vardı.

Babam gözlerimi ve gülüşümü ondan aldığımı söylüyor. Ondan her bahsettiğinde gözleri doluyor. Ben büyürken hiç kimseyle çıkmadı, annemin yerine başka birini koyduğunu düşünmemi istemedi.

Parmağımı öpüp resimdeki yüzüne dokundum. “Beni kim hakkında uyarıyorsun?” diye mırıldandım resme doğru.

Başımı kaldırdım, bir hostes bana bakıyordu. “New York’tayız,” dedi.

“Teşekkür ederim,” diye karşılık verdim resmi yerine koyarken. Sonra kollarımı esnetmeye başladım. “Daha önce hiç birinci sınıfta uçmamıştım. Bacaklarımı koymak için çok fazla yer vardı ve koltuk arkaya kadar uzanıyordu.” O da bana gülümsedi.

Battaniyeyi katlamaya başladım, yastıkla birlikte yanımdaki boş koltuğa koyacaktım.

“Tatlım, onları yanında götürebilirsin. Havayolu şirketinin hediyesi,” dedi hostes.

“Ne güzel, teşekkürler.” Onları sırt çantama tıkıştırdım.

Uçak terminalde durdu. Birkaç dakika sonra kapı açıldı ve hostes önce beni dışarıya yönlendirdi. Beni tünelden geçirdi ve check-in işlemlerinden sonra golf arabasındaki başka bir beyefendiye yönlendirdi.

“Bu senin için,” dedi bana. Golf arabasına oturdum, adam beni havaalanının içinden geçirmeye başladı, diğerlerinin yolundan çekilmesi için kornaya basıyordu. Önce sağa sonra sola sapmasını izlerken bunu daha önce de yaptığını anladım.

Bir baktım, adam beni bir limuzinin park ettiği yere götüren bir tünele girdi.

Golf arabasındaki adama, “Henüz valizimi almadım,” dedim.

“Merak etmeyin. Valiziniz otelde sizi bekliyor olacak. Bu sizin aracınız,” dedi şapkasını çıkararak. “New York’a hoş geldiniz.”

Limuzin şoförü kapının dışında bekliyordu. Golf arabasından inmeme yardım etmek için elini uzattı. Limuzinin kapısını açtı ve ben de içeri girdim. Limuzinin içinde üç kişi daha vardı.

“Sadece iki kişi daha bekliyoruz. Birazdan burada olurlar,” dedi şoför kapıyı kapatırken. Başımı kaldırıp utangaç bir gülümsemeyle el salladım.

“Merhaba, adın ne?” diye sordu limuzinin ön tarafında oturan kız.

“Madison ama arkadaşlarım bana Maddie der.”

“Çok şirin,” diye cevap verdi kız. “Benim adım Britney.”

“Merhaba, ben Diane.”

Limuzindeki tek adam el sallayarak, “Ben Alex,” dedi.

Hepimiz orada oturmuş konuşmadan sadece birbirimize bakıyorduk. Diane ile konuşan Alex’i incelemeye başladım. Acaba benim partnerim Alex miydi? Atletik ve iyi öpüşen birine benziyordu.

Sonra kafama vurdum. Hemen yargıda bulunmayı bırak. Daha çok erkek olacak, umarım.

Sonra kapı açıldı ve iki adam daha içeri girdi. Şükürler olsun, ~diye geçirdim içimden.

Limuzin şoförü kafasını kapıdan içeri soktu. “Her şey hazır. Otele doğru yola çıkacağız,” dedi kapıyı kapatırken. Herkes ufaktan sevindiğini gösterdi.

Otuz saniye sonra limuzinin hareket ettiğini hissettik.

“Merhaba, ben Derrick.”

Kapıya yakın bir yere birlikte otururlarken, “Ben Joseph,” dedi diğer adam. Herkes tekrardan ismini söyledi.

Herkes kendini tanıttıktan sonra ortalık sessizleşti. Orada öylece oturup birbirimize bakıyorduk.

Birdenbire kızlardan biri - sanırım adı Diane - Instagram’da canlı yayın başlattı. Diğer herkes sadece izliyordu.

“Hey millet, n’aber? Bilin bakalım neredeyim? New York’ta bir limuzinle otele gidiyorum. Henüz partnerimle tanışmadım ama tanışır tanışmaz size haber vereceğim.

“Hoşça kalın, sizi seviyorum,” dedikten sonra telefonunu sırt çantasına geri koydu.

İşi bittiğinde herkes konuşmaya başladı, herkes birbirine işleri ve hobileri hakkında sorular soruyordu. Sanırım karakterlerini çözmeye ya da partnerlerinin limuzinde olup olmadığını anlamaya çalışıyorlardı.

Fark ettiğim bir şey varsa o da herkesin formda olduğuydu.

Limuzin durdu, ardından şoförün indiğini duyduk.

Diane telefonunu çıkararak kayıt tuşuna bastı. Limuzinden inen ilk kişi olmak istiyordu. Şoför kapıyı açarken o da kapıya doğru ilerledi ve dışarı çıktı.

Erkekler diğer kadınların inmesini bekledi. Hepimiz dışarı çıktık ve kapıdaki adam şapkasını çıkararak bizi karşıladı. İçeri girerken her birimize “Hoş geldiniz,” dedi.

Sol tarafta bir konferans odasının kapısını gösteren, bir ok işaretiyle “Aşk ya da Para” yazan bir tabela gördüm. Kapıyı iterek açtığımda herkes beni takip etti.

Konferans odasında altı kişi daha olmasına şaşırdım. Kapının sağında, üzerinde “Merhaba benim adım” etiketleri olan bir masa vardı. İsimliğimi buldum ve şaşırtıcı bir şekilde adımı doğru yazmışlardı.

Arkasını sıyırıp etiketi sol mememe yapıştırdım. Biri arkamızdan kapıyı kapatırken herkes içeri girdi.

Peynir ve krakerler, dilimlenmiş meyveler ve buzun içinde duran birkaç şişe Dom Perignon vardı. Başka bir kız şişeleri açıyor ve şampanya bardaklarına dolduruyordu, sonra hepsini bir sıraya diziyordu.

O bana bir kadeh uzatırken ben de birkaç lokma peynir aldım.

Odanın ortasında daire şeklinde on iki sandalye vardı. Kapıyı kapatan adam şimdi ortada duruyordu. Şampanya kadehini kaldırdı.

“Bayanlar ve baylar, lütfen oturun. Benim adım Craig ve şampanyanın yanındaki ise sevgili asistanım Cassie.”

O yöne baktım, Cassie kadehini kaldırıp bana göz kırptı. Demek partnerimi öneren oydu.

“Hepinize New York’a hoş geldiniz demek istiyorum.”

Herkes sandalyelerden oluşan çembere doğru ilerlerken alkışlamaya başladı. Cassie ortaya, Craig’in yanına geldi. Craig notlarını çıkarırken ben de oturan herkesi incelemeye başladım.

İlk gördüğüm çocuk karşımda oturuyordu.

“Of, çok tatlı,” dedim sessizce. Spor yapıyor gibi görünüyordu, bronzlaşmış ve saçları güneşten açılmıştı. Bunun tek bir anlamı vardı o da sahile yakın yaşıyor olmasıydı.

Birden bana bakıp hafifçe el sallayarak gülümsedi. Yüzüm kırmızının üç farklı tonuna dönerken ben de gülümseyip el salladım. Yere baktım. “Tanrım, umarım Batı Kıyısı’ndan değildir.”

Sonra annemin beni bir şey hakkında uyardığı görüntü aklıma geldi. Gösterdiği kişinin yüzü hâlâ bulanıktı.

Gözlerimi kapatınca iki kolunda da dövmeler olduğunu gördüm. Ne dövmesi olduğunu ayırt etmek için yeterli değildi.

Gözlerimi açtım ve yakışıklı çocuğa tekrar baktım. Dövmesi yoktu.

Tekrar gülümseyip el salladım.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok