Kuş ve Kurt - Kitap kapağı

Kuş ve Kurt

Raven Flanagan

Kötü Haber

FREYA

Freya evin yolunu tuttu. Gece domuzlarını avlayamadığı için üzgün değildi. Hayatta olduğu için şükrediyordu.

Güneş batarken ışık, tepesinde sallanan yaprakların arasında dans ediyordu. Eve yaklaşırken ailesine bu olaydan bahsedip bahsetmemesini gerektiğini düşündü. Muhtemelen tekrar düşer diye endişelenecekler ya da Aurik’le tanıştığı konusunda yalan söylediğini düşüneceklerdi.

Belki de prensle iyice arkadaş olduktan sonra onlara sürpriz yapması daha iyi olurdu. Raga ailesine gerçekte neler olup bittiğini anlatmak için doğru zamanı beklemişti. Muhtemelen o da aynısını yapmalıydı.

Freya koloni sınırına yaklaştıkça ağaçların arasından uçan askerlerin bağırışlarını duyabiliyordu.

Bir şeyler ters gidiyordu. Freya kalbinin göğsünden kaçmaya çalışıyormuş gibi hopladığını hissetti.

Telaş içinde eve doğru koştu. Aurik aceleyle gitmişti. Bir şeylerin ters gittiği konusunda haklıydı.

Evinin bulunduğu ağacın dibine vardığında yukarıda bir kargaşa olduğunu duydu.

Neler olduğunu öğrenmek için aceleyle yukarı çıktı. Kötü bir şey olduğu içine doğunca tüyleri diken diken oldu.

Evde biri vardı.

Dış kapının arkasındaki oturma odasından yabancı bir ses duydu. Konuşmanın bir kısmını duyabilmek için yolun geri kalanını sessizce tırmandı.

“…savaştı. Hayatımı kurtardı ama keşke onun yerine ben ölseydim.” Kadının sesi keder doluydu. “Çok üzgünüm. Yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu.”

Freya biri düşmüş gibi büyük bir gümbürtü duydu.

Her şeyi değiştirebilecek gibi, “Hayır, hayır, hayır,” dedi yüksek sesle.

Birden kaskatı kesildi, vücudu buz kesti. Kollarındaki tüyler diken diken oldu. Nedense aklına rüyasında ablasını kovalayan canavarlar geldi. Bir şekilde kapıya uzanacak gücü kendinde buldu.

Babası, elleriyle yüzünü kapatarak ağlayan annesini kollarının arasına almıştı. Babasının yüzü kıpkırmızı olmuş, gözleri kısılmıştı. Alt dudağı titriyordu. İkisi de Freya’ya baktı ama bir şey söylemediler.

Söylemelerine gerek yoktu.

Bir Valkür askeri önlerinde diz çökmüş, ellerini yalvarır gibi birbirine kenetlemişti. Bu askerin ortadan örülmüş dikkat çekici sarı saçları ve parlak sarı kanatları vardı.

Freya karşısındaki kişinin, Raga’nın kısa süre önce öve öve bitiremediği komutan Alvyna olduğunu anladı. Omuzları çökmüş kadının yanındaki ahşap döşeme tahtalarının üzerinde, kurumuş kanla lekelenmiş bir Valkür zırhı vardı.

Freya, içten içe ne olduğunu bilse de, “Neler oluyor?” diye sordu.

Annesi bir feryatla dizlerinin üzerine çöktü ve Lonan’ın pantolonunun paçasından destek aldı.

Lonan kapı aralığında duran kızına elini uzattı. Konuşacak gibi ağzını açtı ama bir şey diyemedi.

Freya kapı eşiğinde donakalmıştı.

Sonsuz gibi gelen bir anın ardından Valkür askeri ayağa kalktı ve Freya’yla yüzleşmek için ona doğru döndü.

Alvyna’nın çarpıcı yeşil gözleri parlayan yaşlarla iyice öne çıkmıştı. Üzgünken bile çok güzel ve güçlü görünüyordu. Freya Raga’nın ona neden âşık olduğunu anlamıştı.

“Ben Valkürlerden Komutan Alvyna Leif. Çok üzgünüm. Raga Mourning savaşta can verdi. Yaptığı fedakârlık ailesi için büyük bir onurdur. Hiçbir savaşçı yerini dolduramayacak.” Sesi sakindi ama dudakları titriyordu.

Freya aşk hakkında pek bir şey bilmiyordu ama Alvyna’nın kalbinin paramparça olduğunu görebiliyordu. Kısa bir süre önce biricik ablasını koruyan kanlı zırha baktı.

Etrafındaki dünya parçalanmaya ve dağılmaya başladı. Göğsüne bir taş oturmuş gibiydi. Yakıcı bir sıcaklık boynundan yükselerek gözlerinin arkasına yerleşti. Henüz ağlamaya başlamamıştı ama gözyaşlarının geldiğini hissedebiliyordu.

Ardından annesinin feryatlarının daha da yükseldiğini duydu. İşte o zaman kendini bıraktı, gözlerinden sıcak yaşlar dökülmeye başladı. Boğazından boğuk bir hıçkırık çıktı ve dilini sertçe ısırdı.

Freya hiç düşünmeden Alvyna’ya uzandı.

Ancak Alvyna hemen geri çekilerek, “Çok özür dilerim. Gitmem gerekiyor,” dedi. Valkür birden havaya sıçradığında Freya kısa bir anlığına sarı kanatlarını gördü. Kapıyı arkasından kapatmaya tenezzül etmemişti. Ya yalnız kalmak istediğinden ya da perişan hâldeki ailenin onu ağlarken görmesini istemediğinden aceleyle oradan ayrıldı.

Karısının yanına diz çöken babası, “Freya,” diyerek elini ona uzattı.

Evladını kaybetmiş bir annenin feryatları artık çok büyük ve boş görünen evde yankılanıyordu. Gwylan yere yığılmıştı, kocası arkasında diz çökmüş, sırtını sıvazlıyordu.

Freya kendini babasının kucağına bıraktığında vücudu kendi iradesi dışında hareket ediyor gibiydi.

Böyle bir şey olamazdı. Ablası nasıl ölebilirdi ki? Daha yeni âşık olmuştu.

Freya boşluğa düşmüş gibiydi. Hiçbir şey duyamıyordu, annesinin ağlamasını bile. Ablasının yokluğu göğsünde bir delik açmıştı. Sanki dünyadaki bütün ışıklar sönmüş, her şey yerle bir olmuştu.

Lonan, Freya’nın yardımıyla karısını kaldırıp yatağa yatırmayı başardı. Sonra Freya’yı da uyuması için odasına gönderdi.

Bu daha da kötüydü çünkü Raga gitmeden önce yatağını özenle toplamıştı. O yatağı son kez topladığını nereden bilebilirdi ki?

Raga’yla paylaştığı odada olmak Freya’nın aklına birbirleriyle şakalaştıkları, sırlarını itiraf ettikleri, kavga edip barıştıkları anları getirdi. Raga’ya ihtiyacı vardı. Başka kim onun arkadaşı olabilirdi ki?

Ablasının yatağına oturup kollarını dizlerine doladı. Oda soğuk ve karanlıktı ama o ışığı yakmak istemiyordu. Sadece ablasını istiyordu.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok