Holly Prange
SCARLET
Olası bir gıcırdamaya karşın kapıyı yavaşça itip açtım. Gümüşün yarattığı yanma hissine aldırış etmiyordum. Dışarı adım attığımda koridor loş, sessiz ve soğuktu.
Hızlı olduğum kadar temkinli adımlarla ilerlerken hamlelerimi hesaplamaya çalışıyordum. Başımı kaldırıp koridorun sonundaki merdiven boşluğuna baktım. Özgürlüğüme kavuşmama yalnızca birkaç adım kalmıştı. Yaklaştıkça hızımı artırmayı umuyor, kurt formuma geçmeye hazırlanıyordum.
Tam dönüşmeye başlamıştım ki gardiyanlardan biri merdivenlerden aşağı hızla inmeye başladı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan beni yakalayıp yere çarptı.
Çarpmanın şiddetiyle âdeta nefesim kesilmişken bir anda kelepçelerin soğuk, yakıcı metali bir kez daha bileklerime dolanıyordu. Gümüş tenimi yakmaya başladı.
“Artık oyun yok,” diye homurdanırken beni kabaca sürükledi. “Şansını zorladın, şimdi zor yoldan öğrenmenin vakti.”
Elinden kurtulmak için mücadele etsem de gümüş gücümü tüketiyordu. Zorla hücreye geri atıldığımda soluk soluğa kalmıştım, direnecek dermanım kalmamıştı. Kapıyı çarpıp kapattı. Kilit sesini duydum. Soğuk zeminde öylece kalakalmıştım.
Gardiyan aradan birkaç dakika geçtikten sonra kamerayı işaret etti.
“Hemen kamerayı açmanı tavsiye ederim. Yoksa bunlarla biraz oynamamız gerekecek.” Gümüş aletlerle kurtboğanın bulunduğu masayı işaret ediyordu.
Güç bela kamerayı ortaya çıkarmak için harekete geçtim. “Hücreye getirildiğimde beni karşılayan kişiyle konuşmak istiyorum.”
“İstekte bulunacak durumda değilsin kızım,” dedi gardiyan. Ardından koridorun sonuna bir sandalye çekip gitti. Kaçma şansımı bütünüyle kaybettiğimi anladım.
Eşler hakkında öğrendiklerimin yalan olduğunu düşünmeye başlamıştım. Onların Ay Tanrıçası tarafından seçildiğini duymuştum.
Eşler bir bütünün iki yarısıydı. Eşini bulan kişi tamamlanmış olurdu. Eşinin dokunuşu kişiyi sakinleştirebilir, cesur kılabilirdi. Eşler birbirlerini koşulsuz severlerdi, birlikte daha güçlü olurlardı. O anda tüm bunlar bana son derece saçma geliyordu.
Eşimi bulmuştum ama onunla birlikte sadece revirde ve zindanda kısa bir süre geçirmiştik. Kim olduğunu bile bilmiyordum. Buna karşın güçlü aurasını hissedebiliyordum.
Bu tür güçlerin alfalara özgü olduğunu sanıyordum. Gerçi alfa gücünün beni neden etkilemediğini anlayamıyordum. Şehrin ana kısmında ikamet eden üç Kane kardeş, Ethan, Alex ve Xander, alfaydı. Tanrıça’ya eşimin Kane kardeşlerden biri olmaması için dua etmeye başladım.
Revirdeki adamın adı Alex'ti. Alex Kane olabilir miydi? Gerçi Alex yaygın bir isimdi, dolayısıyla bu yalnızca bir isim benzerliği de olabilirdi.
Yüzümü buruşturup başımı taş duvara yasladım.
Karnım guruldamaya başlamıştı. Yorgunluk bedenimi sararken biraz uyumaya karar verdim.
***
Her nöbet değişiminde uykum bölünüyordu. Yine de dinlenip enerjimi tazelemeye çalışıyordum. Artık uyuyamaz hâle gelince kalkıp hücremde volta atmaya başladım.
Zaman geçmek bilmiyordu. Sözde suçumla, Bela'yla, hücreden kaçmakla ve eşimle ilgili düşünceler zihnimi meşgul ediyordu. Dikkatimi dağıtmaya, bir çözüm yolu bulmaya çalışıyordum.
Ne denli uğraşırsam uğraşayım düşüncelerim dönüp dolaşıp eşime takılıyordu. Sesinin seksi tınısı, kaslı pazuları, gömleğinin kumaşını geren geniş omuzları, güçlü çenesini kaplayan hafif kirli sakalı, büyüleyici mavi gözleri…
Sanki gökyüzünden daha mavi gözleri vardı. Koyu renk saçları, bronz teniyle olan kontrast gözlerini çok daha parlak hâle mi getiriyordu? Gözlerine günlerce bakabilirdim. Keşke böyle bir pislik olmasaydı.
Tekrar uyumaya çalıştığımda, üzerime dökülen soğuk suyla sarsılıp uyandım. Artık dinlenmeme de engel oluyorlardı.
Ne zaman uyumaya çalışsam, soğuk su beni olabilecek en kötü şekilde kendime getiriyordu. Yiyecekle su için yalvarmalarımı görmezden geliyorlardı. Zihnim gitgide daha fazla yoruluyor, âdeta uyuşuyordu. Bu döngünün ne kadar süreceğinden emin değildim. Bu duruma daha ne kadar dayanabileceğimi bilmiyordum.
Olanlara inanamıyordum. Titrek elimi mideme götürdüm. Planın beni bu hücrede susuzluktan, açlıktan öldürmek olmamasını umuyordum.
Bu düşüncelerle ne kadar zaman geçirdim bilmiyordum. Merdivenin tepesindeki metal kapının tanıdık çınlamasıyla dikkat kesildim. Hantal ayak sesleri merdiven boşluğunda yankılanmaya başladığında kim olduğunu görmek için beklemeye başladım. Bir yanım eşimi görmeyi umut ediyordu.
Belki de sonunda beni özgür bırakmaya, olanlardan dolayı üzgün olduğunu söylemeye gelmişti. Yaklaşan sese kulak verip başımı kaldırdığımda hayal kırıklığına uğradım. Gelen beni sorguya çeken kişiydi. Yavaşça parmaklıkların yanında diz çöküp gözlerime baktı. Elinde iki bardak su vardı.
Yakıcı gümüşe dokunmamaya dikkat edip parmaklıklara yaklaştım. Susuzluktan ölüyordum, ferahlatıcı içeceğe bakarken dilim içgüdüsel bir hareketle çatlamış dudaklarımın üzerinde gezinmeye başladı.
Gözlerini bana dikip elindeki bardaklardan birini uzattı. Bir süre yüz ifadesini inceleyip olan biteni anlamaya çalıştım. Ardından bardağı aldım. Soğuk sıvı kavrulmuş boğazımdan aşağı süzülürken küçük de olsa bir rahatlama hissediyordum.
Bardağı geri alırken, “O adamları neden öldürdün?” diye sordu.
Gözlerimi devirdim. “Ben yapmadım. Neden yapayım ki? Kimseyi öldürmek için bir nedenim yok,” diye açıklamaya çalıştım. Anlayabilmesine yardımcı olacağını umduğumdan tane tane konuşmaya çalışıyordum.
“Eğer iddia ettiğin gibi masumsan, neden cinayet silahının üzerinde parmak izin var?” Bir türlü ikna olmuyordu. Cinayet silahının ne olduğu, üzerinde neden parmak izlerimin olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Başım dönmeye başlamıştı.
“Bilmiyorum. Bunların benimle ne ilgisi olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.”
“Gerçeği istiyorum. Konuş,” diye üsteledi. Sabrının tükenmek üzere olduğunu hissedebiliyordum.
“Yemin ederim, doğruyu söylüyorum.”
Cevap vermek yerine bir süre bana bakmayı sürdürdü. Belki de ne yapacağını planlıyordu. Güçlükle yutkundum. Az miktarda su kesinlikle susuzluğumu gidermeye yetmemişti.
Bunu fark etmiş olmalı ki diğer bardağı da uzattı. Bu kez su dudaklarıma değdiği an korkunç bir batma hissi ağzımı doldurdu. Acı hızla tüm vücuduma yayıldı.
Ellerimi yere dayayıp dizlerimin üzerinde durdum, az miktarda içtiğim sıvıyı kusmaya çalıştım. Yalnızca safra geliyordu, gözlerim sulanmaya başladı. Adam ayağa kalktı. İki bardak da elindeydi.
“Sadece gerçeği istiyorum. Artık yalan yok. Bir şey biliyorsun ama yalan söylemeyi seçiyorsun. Bir dahaki sefere sadece doğruyu söyle yoksa işleri zor yoldan yapmak zorunda kalacağız.”
Yenilgiyi kabul etmiş bir ses tonuyla, “Bunu neden yapıyorsun?” diye sordum. Kafam karışmıştı.
“Alfa için sürüsü daima önce gelir. Senin bu cinayetlerle bir ilgin var. Bize yardımcı olabilecek bilgiler hakkında uzun uzun düşün. Bu işkenceyi durdurmak elinde,” dedikten sonra dönüp uzaklaşmaya başladı.
Hücremde daha temiz bir bölüme sürüne sürüne gidip yığıldım. Dertop olmuş vaziyette acıyla beklemeye başladım.
Kendime sıkıca sarıldığımda gözyaşlarım yanaklarımdan aşağı süzülmeye başlamıştı. Beni daha ne kadar burada tutacaklardı?