Amy Le
VICTORIA
Bütün hafta sonunu yatakta, kalan az boş vaktimin tadını çıkararak geçirdim. Ama bir sürü yüz ve saç maskesinden sonra bile olanları hâlâ doğru dürüst aklımdan çıkaramıyordum.
Onun kim olduğunu ya da neden maske takmadığını bilmiyordum ama maske taktığım için şanslı hissettim.
Hafta sonu boyunca ne yaptığımı hatırlayıp utanç hissiyle dolduğum anlar oldu.
Oradaki işim bitmeden önce bir araba çağırmak için kaçmak zorunda kalmıştım.
Gunther’ın gergin versiyonu Rob’un bunun için ortalığı birbirine verdiğine emindim.
Bu düşünceyi kafamdan uzaklaştırıp ilk günüme hazırlanmaya odaklandım. Çoktan beş kıyafet denememe rağmen patronum üzerindeki ilk intibah konusunda o kadar endişeliydim ki hiçbir şeye hızlıca karar veremiyordum.
Sonunda bir kalem etek ile mor ipek bir gömlekte karar kılarak, kapıdan çıkmadan önce ne olur ne olmaz diye yedek kıyafetlerimi çantama koydum.
“Merhaba, Bay Belrose.” Yere bakarak kuru bir şekilde yutkundum. “Bugünden itibaren asistanınız olacağım. Kahve ister misiniz?”
“Ah, evet,” dedi tanıdık bir ses. “Victoria, değil mi?”
“Evet efendim, Victoria Hut…” Gözlerine baktığım anda nutkum tutuldu. Bunlar içlerinde ela lekeleri olan aynı yeşil gözlerdi. “Hutson…”
“Hoş geldiniz, Bayan Hutson.” Kısa bir süre önce bana yaramaz olduğumu söyleyen sakin sesiyle konuştu. “İyi misiniz?”
Ona çok uzun zamandır boş bir ifadeyle baktığımı fark edince yanıt olarak hızla başımı salladım. “Şey… Kahve alır mıydınız?”
“Elbette. İki şekerli.” Yüzünde bir gülümseme belirdiğinde onunla tekrar göz göze gelmeden önce başka bir yöne bakmam gerektiğini biliyordum.
Kahve makinesine gidip geçen hafta onunla yaşadığım ateşli anlara yoğun geri dönüşler yaşamamaya çalışarak kahvesini bir kupaya koydum.
“Kahvenizi getir…”
Ah, kahretsin. İpek gömleğimin her yerine kahve döktüm.
“Çok üzgünüm. Sizin için tekrar kahve getirebilirim…”
“Bunun için endişelenme, ama… Victoria?”
“Hm?” Kahvesini cam masasına koydum. Gözlerim fermuarının altındaki hafif kabarmış çadırına kaydı.
“Kahve sıcak değil mi?” Üzerimdeki lekeyi işaret etti. Bunu sormasını bekliyormuşum gibi tenimin yandığını hissetmeye başladım.
Düğmeleri açmak için parmaklarım birbirine karışırken o kadar telaşlıydım ki birkaç düğmeyi açamamıştım bile.
Nefesim ağırlaşmıştı, ama karşımda durmuş sakince gömleğimin düğmelerini çözdüğünü gördüğümde daha da kötüleşti.
Üzerimde nasıl etkileri olduğunu bildiğimden onunla göz göze gelmemeye çalışsam da baktığım bölgesi yalnızca daha müstehcen şeyler düşünmeme yol açtı.
Kemerinin altında öyle büyük bir şişkinlik vardı ki ne olduğunu anlamak için birkaç kez gözümü kırpıştırmam gerekti.
“Victoria...” Elleri gömleğimin üzerindeyken onu açık tutup göğüslerime baktığını gördüm.
“Evet?” Sonunda gözlerine baktığımda yüzünde kuşkulu bir ifade olduğunu gördüm.
“Umarım sormamı tuhaf bulmazsın ama bu sutyeni nereden aldın?”
Gözlerinin baktığı yeri takip edince geçen cuma giydiğim sutyenimi giydiğini fark ettim. Ah, kahretsin.
Zihnim bir yalan, kolay ve hızlı bir şey bulmak için çabalarken üzerime tekrar bakmadan önce, “İndirim vardı ve bunlardan onlarca satıyorlardı,” diye mırıldandım.
“Hangi mağazada?”
Çok bilinen bir marka bulmamaya çalışarak bir an duraksasam da elbette, “Victoria’s Secret,” deyiverdim.
Bunun için kendime sessizce küfrederken, bir noktadan sonra buna kıçımla güleceğimi biliyordum.
“Gidip üzerimi temizlemeliyim.” Arkamı dönüp göğüslerimi adeta lazer odaklı bakışlarından çektim.
Çantamdan yedek gömleğimi çıkarıp bir elimle dekoltemi gizlemek için gömleğimi tutarak lavaboya koştum.
Lavaboya yaklaşırken, temizlikçi kadının erkekler tuvaletini temizlemeyi yeni bitirdiğini ve kadınlar tuvaletini kapatmaya yöneldiğini fark ettim.
Bir kez olsun işler benim lehime işleyemez miydi? Derin bir sıkıntı içinde burun deliklerimden nefes verdim.
Elbette, erkekler tuvaletinde kimse yoktu, bu yüzden içeri girip lekeli gömleğimi üzerimden çıkardım.
Kahve göğsümün üzerindeki tenimi yapış yapış yapmıştı ve kahvenin kokusunu sevsem de vücudumun kahve kokmamasını tercih ederdim.
Bir kâğıt havluyu ıslatarak, tenimdeki lekeyi temizlemeye çalışırken biri içeri girdiği anda sutyenimle orada olduğumun farkına vardım.
“Vay canına, yanlış tarafa mı girdim?” Adam bir adım geri çekilip kapıdaki işareti kontrol etti. “Hayır. Peki burası Cennet mi?”
“Üzgünüm,” diyerek mahcup bir şekilde gülümsedim. “Diğeri kapalı ve her yerim kahve içinde.”
“Evet, kahveyi içip üzerine dökmemen gerekirdi.” Devam etmeden önce güldü. “İçeceklerden bahsetmişken, daha sonra birlikte bir şeyler içmek ister misin?”
Duraksayıp aynadan ona komik bir bakış attım. Sonra arkamı dönüp elimi belime koydum. “Ben burada sutyenimle dururken bana çıkma teklifi mi ediyorsun?”
Konuşmak için ağzını açsa da gözlerini göğüslerime kilitlediği için tek kelime edemedi. “Dürüst olmak gerekirse onlara bakarken doğru dürüst düşünemiyorum. İster misin?”
Yedek gömleğimi giyip en üstteki düğmeyi ilikleyerek konuşmaya devam etmesi için işaret ettim. Hâlâ sessizliğini korurken onu, “Şaşkınlığın bitti?” diyerek dürttüm.
“Ah... Evet! Adım Drake. Sen yeni misin?”
Gözlerimi kısarak yavaşça başımı salladım. Uyarımı hissettiğinden emin olsam da rahat davranmaya devam ediyordu.
Parlak kahverengi saçlarına lavabo tavanından sıcak ışık yansıyordu ve gülümsemesi biraz sırıtış gibi olsa da kendinden emindi.
Bir ayağıyla kapıyı açık tutarken omzunu kapı pervazının kenarına yasladığı esnada eli cebindeydi.
Tam o anda diğer erkeklerin girmesini de engellediğini fark ettim.
“Burada ne yapıyorsun?”
“Ben Bay Belrose'un asistanıyım. Bugün işteki ilk günüm.”
“İlk günün ve sen şimdiden onun kahvesini berbat etmişsin. Kötü olmuş. Henry ne dedi?”
“Bu bir kazaydı ve Bay Belrose sorun etmemiş gibi görünüyordu. O senin de patronun değil mi?”
“Evet, ama ona Bay Belrose diyemeyecek kadar çok sarhoş olduğunu gördüm.” Gözlerini devirirken ben de üstümü ilikleyip eteğimin içine sokmaya devam ettim.
“Pekâlâ, Drake, benim buradaki işim bitti. Sana iyi günler.” Kirli gömleğimi tezgâhtan alıp kapıya yaklaşırken bir top haline getirdim.
Gerçekten ne kadar uzun olduğunu fark ettiğimde aramızda çok az mesafe kalmıştı. Yüzüne bakarken boynum acıdı.
“Yani bu içki teklifime hayır dediğin anlamına mı geliyor?”
“Ah, üzerimde yalnızca sutyenim varken bana sorduğun soruyu mu kastediyorsun?”
“Ayrıca üzerinde etekle ayakkabı da vardı,” diyerek işaret etti eğlenceli bir ifadeyle.
“Ah, kapa çeneni.” Gözlerimi devirdim.
“Öğle yemeğine ne dersin? Burada oldukça yenisin. Arkadaş edinmekten zarar gelmez.”
Doğruydu. Burada insan kaynaklarındaki kadından başka kimseyi tanımıyordum ve onun da adını çoktan unutmuştum. Bu işte ağ kurmak çok önemliydi, bu yüzden böylesi bir teklif kolay kolay gelmezdi.
“Sadece niyetlerinin dostça olduğuna yemin edersen.”
“Pekâlâ, buna söz veremem. Kendine hiç baktın mı?” Bana işaret etti. Güldüm.
Yanından geçerken duraksayıp dudaklarımı kulağına doğru yaklaştırarak kararlı bir şekilde, “Yalnızca öğle yemeği,” dedim. “Ve sen ödüyorsun.”
Onun dudaklarında cilveli bir gülümseme olduğunu görmem için arkama bakmama gerek yoktu, çünkü benim yüzümde de aynı gülümseme vardı.