Arsız - Kitap kapağı

Arsız

Amy Le

Ah, Bakışlarla Sevişmenin Aşkına!

VICTORIA

Kahve olayından bu yana birkaç saat geçmişti ve olmaması gerekiyor gibi görünse de her şey yolunda gidiyordu.

Ofiste Bay Belrose’un asistanlarının işlerini bu kadar çabuk ellerine yüzlerine bulaştırmasına izin vermediğine dair fısıltılar dolanıyordu.

Benim yerimde başka biri olsa çoktan kovulmuş olabilirdi ama bir mucize eseri ben hâlâ buradaydım.

Adil olmak gerekirse geriye kalan her şeyi hakkıyla yapıyordum. Kendimi övmek istemezdim ama beni kovması için ona başka bir sebep vermemiştim.

Yine de, bir an aramalara cevap vermeye odaklanırken sonraki bir anda onu pencereden beni dikizlerken bulmak sinir bozucuydu.

Bu ana kadar bunu birkaç kez yapmıştı ve ben onu yakaladığımda bakışlarını düşünüyormuş gibi değiştirmesi neredeyse komik hale gelmişti.

Çok pürüzsüz bir geçişti. Her seferinde kıkırdıyordum.

Acaba geçen cuma gününü düşünüyor muydu? Özellikle sutyenimi gördükten sonra, onun ben olduğumu bilip bilmediğini merak ediyordum. Aslında bugün bambaşka giyinmiştim.

Geçen seferki taranmamış dalgalı, açık bıraktığım saçlarımı bugün tek bir örgü şeklinde toplamıştım.

Gözlerimi veya tenimi hatırlayıp hatırlamadığını merak ediyordum. Belki bana dokunsa ben olduğumu hatırlardı…

“Hazır mısın?” Başımı kaldırıp baktığımda Drake’in bir elini masama koyduğunu gördüm. Kafasını çevirip benim yanımdaki Drake’e baktığında kafası karışmış görünen Bay Belrose’a başını salladı.

Ona gözlerimi kırpıştırarak bakarken, “Ne?” dedim.

“Öğle yemeği. Bir saatimiz var. Haydi çıkalım.” O ben daha ayağa kalkmadan yürümeye başladı. Ofisten çıkmadan önce Bay Belrose’a baktığımda gözlerini bana diktiğini gördüm.

Bu büyüleyici yeşil gözlerini.

***

“Söyle bakalım Henry neden seni bakışlarıyla adeta yiyor?” Drake kocaman hamburgerini ısırırken sordu.

Yemek tepsisini tıka basa doldurmuştu, ayrıca o kadar abur cuburla yalnızca bir şişe su ve portakal suyu içmesini biraz komik bulmuştum.

“Neden bahsediyorsun?” diye sordum.

“Bu kaç?” diye sorup elini barış işareti yaptı.

“İki. Esas bu kaç?” diyerek onu tersledim.

“Hey, hey,” derken kelimelerinin arasında kıkırdadı, “Yalnızca iyi görebiliyor musun onu kontrol ediyorum. Ofisteki herkes onun sana nasıl baktığını fark etti. Bütün sabah bunu sürdürdü mü?”

“Sanırım.” Devam ederken gülümsemeye başladım. “Ve onu her yakaladığımda, başka bir şeye bakıyormuş gibi davrandı.”

Drake bir kahkaha patlattı. “Vay canına, gerçekten kusursuz hamle, Henry.”

“Değil mi ama?” diyerek ona katıldım.

“Öyleyse neden burada çalışıyorsun? Asıl hedefin nedir?” Hamburgerinden kocaman bir ısırık daha alıp çiğnerken ağzına patates kızartması doldurdu.

“Eh, yalnızca yayıncılığa girmek istedim çünkü kitapları seviyorum,” diye dürüstçe cevap verdim, ama gözlerinde şüpheyle bana bakıyordu.

“Samimi mi yoksa alaycı mı olduğunu kestiremiyorum.”

“Neden alaycı olayım?” diye sordum.

“Çünkü artık kimse kitapları umursamıyor. İnsanlar kitapları sadece raflarını doldurmak için alıyorlar, zihinlerini değil.”

“Bizim yaşımızdaki herkes yüksek sesle katıla katıla gülmek için manasız gönderileri okurken zaman harcıyor.” Hamburgerini bitirdiğinde portakal suyundan bir yudum alıp henüz çatal değdirmediğim yemeğime bakarken tek kaşını kaldırdı.

“Yiyecek misin, yoksa?”

Gözlerimi devirip kulüp sandviçimi aldım. Ağzımdaki dolu lokmayla, “Bence insanlar hâlâ kitapları umursuyor,” dedim.

“Böyle düşünsen de basılı yayıncılık ölüyor. Altın kenarlarıyla süslü kapakları olan bu yenilenmiş klasiklerden neden bu kadar çok satıyorlar sanıyorsun?”

“Hım…” Çiğnemeyi bitirmem bir dakikamı aldı. “Estetik görünüm için mi?”

“Daha çok patetik oldukları için. Hepimiz Titanik batmadan önce güvertede kalan son kişi gibiyiz.”

Ağzımı silip tepsimi kenara iterken, “Kafam karıştı,” dedim. “Burada oluşumu takdir mi ediyorsun yoksa başka bir yerde iş bulmamı mı söylüyorsun?”

“Sadece sohbet ediyorum.” Omuzlarını silkti. “Peki Henry neden senin yanında garip davranıyor?”

“Ben... Bilmiyorum.”

“Eh. Yalan söylemekte gerçekten kötüsün. Bunu biliyor musun?”

“Kapa çeneni.” Tepsimi tutarak ayağa kalktım.

“Hey, nereye gidiyorsun?” O da ayağa kalktı.

“İşimin başına dönüyorum.”

“Hâlâ yarım saatin var.” Bana onun işine sahip bir adam için biraz pahalı görünen Rolex’ini gösterdi.

Bir saniye, onun işi neydi ki?

“Senin buradaki işin ne?” diye sordum.

Omuzlarını silkti. “Görünüşe göre senin işinden çok daha azını yapıyorum. Sonra görüşürüz.”

Sesimdeki küstahlıkla, “Ya da görüşmeyiz,” diyerek öneride bulundum.

“Günün sonunda numaranı alacağım.” Dudaklarında kendini beğenmiş bir gülümsemeyle koltuğuna yaslandı. Ona tokat atmak istesem de kendine olan güveni bir şekilde eğlenceliydi.

“Sana hiç biraz sinir bozucu olduğunu söyleyen oldu mu?”

“Evet, ama önünde sonunda beni severler.” Ben ayrılırken yüzündeki gülümsemesi beni gülümsetti.

Sonunda üst kattaki masama döndüğümde, patron tarafından çağrılmadan önce yalnızca bir anlığına oturabildim.

Sakladığım devasa sırdan mı yoksa göz korkutucu derecede çekici bir adam olduğu gerçeğinden mi kaynaklıydı emin değildim ama onun yanında inanılmaz derecede utangaçtım.

Çekingen asla kendime yakıştıracağım türden bir sıfat değildi.

Rob'un beni gönderdiği tuhaf işler yüzünden yıllarımı pisliklerle uğraşarak geçirmiştim, böylelikle dilim keskinleşmişti ve artık zihnim düşüncelerim için herhangi bir filtreye tabi tutulmuyordu.

Yine de, bu adamın yanında pek fazla konuşamıyordum. Belki yalnızca, ilk gerçek işimin ilk gününde olmanın bana verdiği gerginliktendi.

“Evet, Bay Belrose?”

“Victoria.” Derin sesinin etkisiyle midemin burkulduğunu hissettim. “Lütfen. Otur.”

Ona bakan sandalyeye doğru yavaş adımlarla ilerledim. Ellerini masanın üzerinde birleştirmiş, daha önce o cam yüzeyin altında gördüğüm manzarayı kapatmıştı.

“Şimdi, bunu sadece bir kez söyleyeceğim.” Ayağa kalkıp yanıma gelirken ses tonu sertti. Masanın kenarına yaslanıp yüzünü bana dönerken elleriyle kendini destekledi.

“Benden sakladığın bir şey var. Bu, bana doğruyu söylemek için senin tek şansın.”

“Affedersiniz?” diye sordum.

Yalnızca söyledikleri yüzünden değil, aynı zamanda onun lanet kokusunu tanıdığım için bu, her dokunuşun, her öpüşmenin otomatik geri dönüşünü tetiklediğinden kalbim delicesine atıyordu.

Ve en son bu kadar yakın olduğumuzda içime girip çıkışını hatırladım. Delip geçen gözleriyle bana bakarken o yeşil harikalarla karşı karşıya kaldığımda kendimi olduğum yerde donmuş halde buldum.

“Benden bir şeyler sakladığını biliyorum.”

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok