
Önündeki taze patlamış mısırın kokusu Peyton’ın midesini bulandırdı. Midesi çalkalandıkça başı daha çok dönüyordu.
Belki iki gündür doğru düzgün bir şey yemediği için başı dönüyordu.
Belki de iki gündür hiçbir şey yemediği için…
Artık iki kişilik yiyordu, her şeyin farkındaydı ama yiyecek alacak parası yoktu. Açlığın etkilerini sonuna kadar hissediyordu.
Şu anda sinemadaki işinin başındaydı ve tüm gün boyunca mısır patlatıp satış yapmak zorundaydı.
Mısırın tuzlu kokusu içeceklerin şekerli aromasıyla karışınca ya midesini altüst ediyor ya da daha da acıkmasına sebep oluyordu. Parası olmadığından sattığı hiçbir şeyin tadına bile bakamıyordu.
Sebastian o günden sonra iletişime geçmeye çalışmamıştı. Peyton, artık onu bu kadar zengin yapan şeyin ne olduğunu çok iyi biliyordu ama bunu sonunda fark ettiğinde iş işten çoktan geçmişti.
Yine de çilli teninin altındaki masum varlığı hiçbir şeye değişmezdi. Her sabah aynada kendini izleyip gri gözlerinin eskisinden daha parlak olmasına ve siyah saçlarının hamilelikten sonra daha da parlak görünmesine hayran kalıyordu.
Karnının neden çillerle kaplı olduğunu hiçbir zaman anlamamıştı ama bu onun eşsiz özelliklerinden biriydi.
“Hey sen, sana diyorum. Sağır mısın nesin?” diye bağıran tiz bir ses, Peyton’ı düşüncelerinden sıyrılıp gerçek hayata döndürdü.
Peyton’ın cevabı karşısında şaşkına dönen çocuk, kız arkadaşının elini hızla bırakıp yumruk yaptığı elini sertçe tezgâha vurdu.
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
Peyton’ın gözleri çocuğun deri ceketle kaplı kolunda bir müddet gezindikten sonra beyaz tişörtünün yakasından sarkan güneş gözlüğüne takıldı. Yaşıtı her genç gibi o da kot pantolon ve siyah bez ayakkabı giyiyordu.
Bakışları çocuğun bakışlarıyla buluşunca sırıtmaya başladı.
“Evet, biliyorum. Geçmişinin izlerinden bir türlü kurtulamayan ergenin tekisin. Havalı görünüp vajinalı her şeyi becermeye çalışıyorsun.”
“İnsanlar senden korksun istiyorsun. Senden korkmaları hoşuna gidiyor çünkü bir kere olsun seni korkutan şeyden, muhtemelen ayyaşın teki olan babandan, korkmadığın tek an bu. Ayrıca sert olduğunu düşündüğünü ve başkalarının da aynı şekilde düşünmesini istediğini biliyorum.”
Peyton sözlerine devam etmeden çocuğu susturmak için elini uzatıp çocuğun yanındaki kıza döndü.
Tekrar çocuğa dönüp konuşmaya devam etti.
“Okuldaki herkes senden çekindiği için dangalak gibi davranmanın sana sorun yaratmayacağını düşündüğünü biliyorum ama bil bakalım neyi atlıyorsun?”
Yavaşça çocuğa eğilip fısıldar gibi bir ses tonuyla konuşmaya devam etti.
“Burası gerçek dünya ve sonunda her şeyin senin etrafında dönmediğini anladığında, fermuarının altındaki beynini kullanmayı bırakıp saçının altındaki beynini kullanmaya başlayacaksın.”
Peyton biraz önceki söylediklerinin verdiği özgüvenle arkasına yaslanıp adeta zafer kazanmış bir komutan edasıyla kollarını göğsünde kavuşturdu.
“Şimdi ya insan gibi özür dile ya da buradan siktir olup git.”
Çocuğun yüzü kıpkırmızı olmuştu.
Kızın elini tekrar tutup gözlerinden alevler çıkarken Peyton’a baktı.
“En azından senin gibi hamile bir sürtük değilim!”
Peyton öfkeyle önündeki tezgâhı kaldırıp çocuğun karşısına geçti.
“En azından senin gibi liseli bir mücrim değilim.”
Çocuğun gözleri yuvalarından fırlayacak gibi büyüdü.
“Bileğindeki dövmeyi görmediğimi mi sanıyorsun aptal?”
Peyton’ın sırıtışı büyürken çocuk ileri bir adım attı.
“Islahevine gitmiş olabilirim ama kendim için bir şeyler yapmak istiyorum!”
Peyton’ın gözleri hâlâ çocuğun elini tutan kıza kaydı.
“Bu kim peki? Bebeğin mi? Yoksa bebeğinin müstakbel annesi mi?”
Çocuk bir an sessiz kalıp yanındaki kıza baktıktan sonra geri çekildi.
“Senin gibi bir zavallıyla konuşarak harcayacak vaktim yok!”
Çocuk arkasına bakmadan uzaklaşırken Peyton büyük bir kahkaha patlattı.
“Şükürler olsun! Bir an için hayatım boyunca o çirkin yüzüne bakmak zorunda kalacağım diye çok korkmuştum.”
Çocuk uzaklaşmaya devam ederken homurdanması hâlâ duyuluyordu.
Peyton, tezgâhın arkasındaki yerine dönüp az önce sanki hiçbir şey olmamış gibi gülümsemeye devam etti. Bir süre sonra bakışlarını üniformasının altında iyice belli olmaya başlayan karnına çevirdi.
“Gördün mü, annen kendi başının çaresine bakabiliyor.”
Karnını ovuşturup bakışlarını karşısındaki yeni müşteriye odakladı.
“Evet, size nasıl yardımcı olabilirim?”
Çocuk siparişini verir vermez hızla arkasını dönüp siparişi hazırlamaya başladı. Tepsiyi uzatıp ödemeyi aldıktan sonra para üstünü çocuğa uzattı.
Çocuk parayı almak yerine, “Sende kalsın. Jacob’a güzel bir ders verdin, bu benim için yeterli,” deyip kasadan uzaklaştı. Peyton gururla parayı alıp cebine koydu.
Duvardaki saate baktığında mesaisinin beş dakika önce bittiğini görüp yorgun bir gülümsemeyle eşyalarını toplamaya başladı.
Mutlulukla önlüğünü çıkarıp dolabına astıktan sonra çantasını alıp dükkândan çıktı. Dışarıda oturmaya devam eden pisliğe sinsi bir gülümseme atıp gözlerini devirip yoluna devam etti.
Kendinden emin adımlarla ilerlerken ani bir baş dönmesiyle birden dengesini kaybeder gibi olup duraksadı.
Refleksle elini başına götürüp düşmemek için debelenirken arkasında omzuna uzanan bir el hissetti.
Yavaşça arkasına dönüp, “İyi misiniz bayan?” diyen adama baktı. Görüşü iyice bulanıklaşırken kusacak gibi hissedip ellerini ağzına götürdü. Artık her şeyi çift görmeye başlamıştı, sanki dünya etrafında dönüyor gibiydi.
Dizlerinin bağı çözülürken arkasında duran adamın kollarına kendini bırakıp karanlığın bilincini ele geçirmesine izin verdi.