Alfa ve Aurora - Kitap kapağı

Alfa ve Aurora

Delta Winters

İnsan

EVERETT

"Alfa, gel de bugün av için bize katıl,” diye bir teklifte bulundu Beta Lucius, Gamma Ace'le birlikte vahşi hayvanlar gibi ofisime dalarken.

Onları suçlayamazdım, çünkü avlanmak benim de erkekliğimi körüklüyordu. Ama, ülkenin en güçlü ve en büyük sürüsünün Alfa'sı olarak, her şeye karşı hazırlıklı olarak devam etmeliydim.

Ailem öldürüldüğünde, büyüklüğüne ve gücüne bakılırsa krallık sayılabilecek bir sürünün dizginlerini teslim etmişlerdi bana.

Ve sürünün korunması gibi tüm sorumluluklar da bana düşüyordu.

"Gelirdim ama hücrelerde ilgilenmem gereken düzenbazlar var,” diye cevap verdim. İlgisiz görünmeye çalışıyordum.

Kurtların hepsi gibi, benim de sürümle avlanmak ve koşmak doğamda, damarlarımda dolaşan kanda vardı.

Bu avı reddetmek, daha yüksek görevlerim olmasına rağmen, kendi benliğimi inkar etmek gibiydi.

Bu kurtlar bana özeniyorlar, onlara bakmam için bana güveniyorlardı. Onları hayal kırıklığına uğratamazdım.

Alfa olarak son birkaç yıldır onlara gücümü kanıtlamıştım zaten, yine de bunu yapmaya devam etmeliydim.

Bir ruh eşim olmadan, tüm bu işleri tek başıma yapıyordum, tüm kararları benim vermem gerekiyordu.

Ama ruh eşimi bulduğumda, ki umarım benim inandığım kadar güçlü olur, Alfa ve Luna olarak yan yana, sorunlarımızı paylaşarak yol alabilecektik.

"Biraz daha bekleyebilirler Alfa. Bütün hafta çalıştın. Gevşemeyi Kaos'a borçlusun,” diyen Ace, mantıklı bir noktaya değindi.

"O haklı. Eğer avlanamazsam patlayabilirim," dedi Kaos. O benim kurdumdu ve geceleri sürü bölgesindeki yoğunluk yüzünden koşuşturmam ve bu yüzden de ona dönüşemeyip, özgürce koşmasına izin veremediğim için perişan olmuş bir durumdaydı.

Özgür olmak, kısıtlanmadan koşmak ve avlanmak onun içgüdüsel ihtiyaçlarıydı.

"İyi, tamam ama kısa bir süreliğine. O düzenbazlara geri dönmeliyim,” dedim saklayamadığım küçük bir heyecan patlamasıyla, ki bu Ace ve Lucius’un sessizce kıkırdamasına neden oldu.

Ve hep beraber yola çıktık.

Sınırlara vardığımızda tekrar kurda dönüştüm ve Kaos'un kontrolü ele almasına izin verdim. Diğerleri de avlanmaya hazır olarak kendi kurtlarına dönüşmüşlerdi.

Haydut bölgesinde avlanmak her zaman daha zordu, çünkü düzenbazların bizden önce iyi ganimetlere ulaşamamış olmasını umut etmek zorundaydık.

Ayrıca, haydut bölgesinde avlanmak, her an pusuya düşebileceğimiz anlamına geliyordu. Ancak düzenbazlar, kaç tane olurlarsa olsunlar, bir Alfa, bir Beta ve bir Gamma ile karşı karşıya gelecek kadar aptal değillerdi.

Ağaçların dallarından gelen hışırtılar kulaklarımın diken olmasına ve gözlerimin hedefe kenetlenmesine neden oldu. Seslere neden olan şey ormanda dolaşan masum bir yavruydu.

Neredeyse onu alaşağı etmekten vazgeçecektim ama bir düzenbaz daha önce ona varabilir, vahşilikle hayvanın üzerine atlayıp, dişini benim olması gereken şeye geçirebilirdi.

Hayvansı bir hırıltının dışarı çıkmasına izin verdim. Bu da çevredeki bir düzenbazın beni farkedip, kısa zamanda kaçmasına yol açtı. Onu takip etmeye başladım. Gamma ve Lucius da arkamdan ilerliyordu.

Düzenbazlardan büyük bir tutkuyla nefret ediyordum. Hatta herhangi bir cadı ya da insandan bile daha fazla nefret ediyor olabilirdim.

Ve bir düzenbaz, bir Alfa ile boy ölçüşebilecek güçte değildi. Pençelerimi kürküne ve derisine kazıp, inleyerek bağırmasına neden oldum.

Ama burnumu güzel bir koku doldurduğunda, düzenbazı hemen yere bıraktım.

Bal ve gül. Ve diğer tatlı kokuların bir karışımı. İsteyebileceğim her şeyi aynı anda.

Kaos hemen ona doğru ilerledi, Ace ve Lucius'un karışıklık yaşadığı yola doğru dönmüştü.

Kafasını ağaca dayamış, gözleri kapalı olan bu insan kızı gördükçe hırlamaya başladım. O kokuyu taşıyordu.

"Ruh eşimiz!" diye bağırdı Kaos bana. Kız gözlerini açmadı. Fakat bir anda hızlıca ayağa kalkıp benden, yani ruh eşinden, kaçmaya başladı.

Kaos, onun bizim ruh eşimiz olmasından başka bir şey aklında olmadan, süratle kızın peşinden koşmaya başladı. Kız sanki koşmayı bilmiyormuş gibi birkaç kez tökezledi.

Onu kolayca yakalayıp pençelerimle yere sabitledim. Kızın gözleri hâlâ kapalıydı ve o anda onun sadece bir insan olduğunu anladım.

Belki kurtlardan haberi bile yoktu. Ama bilmiyorsa da artık öğrenecekti. İnsan formuma dönüştüm ama ellerimle onu sıkıca tutmaya devam ediyordum.

Onu derinden kokladım. Güzeller güzeli kokusunun burun deliklerimi doldurmasına izin verdim.

"Ruh eşim," diye hırladım. Bu da gözlerinin şok içinde açılmasına neden oldu.

"Neler oluyor?" dedi Lucius. Zihin bağlantısından sinyal göndererek olayı anlamaya çalışıyordu.

"Eşimi buldum,” dedim. " Bir insan olan ruh eşimi."

Bir insan nasıl benim Luna’m olabilirdi ki? Yeterince güçlü değildi. Belki de sadece yorgun düşmüştü.

Ama benim yanımda duracak bir kurda ihtiyacım vardı. Herkesin gözünde beni güçlendirecek bir kadına ihtiyacım vardı, aksine zayıflatacak birine değil.

Ama bu kız, gözleri benimkilerle kenetlenmişken, farkına vardım ki dünyada ondan başka bir şey istemiyordum.

Kaos sevinç içinde zıplıyordu çünkü ruh eşimizi bulmuştuk. Ayrıca şehvet içinde kıvranıyordu çünkü onu arzuluyordu. Kız izin verseydi onunla hemen burada birlikte olurdu. Ben yine de yapmazdım.

Ancak küçük eşim hâlâ altımda baygın kalmaya devam ediyordu, belki sebebi şoktan ya da yorgunluktandı.

Onu kollarıma alıp kıyafetlerimizin olduğu yere doğru ilerledim. Uyanır ve çıplak vücutlarımızdan korkar diye kıyafetlerimi geri giydim.

Lucius ve Ace de bana katıldılar ama gözlerini eşimden alamıyorlardı.

Ve onu hastaneye götürmek için kucağıma aldım.

Berbat durumdaydı. Yüzüne kendi kanı bulaşmıştı. Kurumuş kan çenesinden boynuna akmış ve sanki biri boynunu boyamış gibi bir görüntü oluşturmuştu.

Vücudu kollarımda titriyordu ve ellerimden kayıp kaçabilecek kadar küçüktü.

Siyah saçları kir, yaprak ve kurumuş kan damlalarıyla kaplanmıştı.

Kendine ne yapmış olabilirdi? Neden üstünde bu kadar kendi kanı vardı? Peki tüm bu kan nereden gelmişti ki? Görünürde hiçbir yarası yoktu.

Sürü hastanesine doğru koşup onu bir kadın doktora teslim ettim.

Doktorlar yaralarını değerlendirmiş ve onu ölmekte olan teyzemin yanına, yani istediğim odaya yerleştirmişlerdi.

Onun korunmasına ihtiyacım vardı ve bu odada zaten Ophelia teyzem için bir koruma bulunuyordu. Onun yanına oturup doktorları izledim.

Ruh eşim bir insandı. Hem de genç bir insandı.18 yaşından daha büyük olamazdı.

Ama o sadece ruh eşim değildi. Ülkedeki en güçlü sürünün Alfasının eşiydi aynı zamanda.

Ve üzerinden kurt kokusu da alıyordum, belki de bazılarından korkarak koşuyordu.

Haydut bölgesindeydi ve bu insanlar için inanılmaz derecede tehlikeliydi.

Bunu biliyor muydu? Bütün kurt dünyasını tekrardan ona tanıtamazdım. Onlara güçlü bir Luna vermek için zamanım kalmamıştı ve sürüye karşı bir sorumluluğum vardı.

Belki de onu reddetmeliydim.

"Sakın cüret etme," diye tısladı Kaos. Beynime girip benimle dövüşmek ve beni kontrolden çıkarmak istiyordu. Böylece kızı eşim olarak asla reddedemeyecektim.

"Ruh eşimizi reddetmeyi aklından bile geçirme."

Kurdum adına yaraşır bir biçimde, mantığımla duygularımı sürekli çatıştırırdı. Ben mantıklı düşünmek zorundaydım, oysa o eş bağıyla düşünüyordu.

Doğru, zaten ben de onsuz yaşayamaz gibi hissediyordum. Ve evet, kanlar içinde bile çok güzeldi. Ve yine evet, o benim için dünyalar demek ama onu tanımıyordum bile.

Ayrıca o bir insandı ve kolayca zarar görebilirdi. O benim Luna’m olacak seviyede biri değildi.

"Hayır, öyle," dedi Kaos çığlıklar içinde.

"O zayıf küçük bir insan. Diğer sürüleri bırak, bu sürüdekiler bile onu ciddiye almaz."

"Ona saygı duymalarını sağlayacağız. Biz Alfa'yız. İstediğimizi yapabiliriz. Hepsi bize saygı duyuyor, biz de ona saygı duymalarını talep edeceğiz."

"Onlara ne düşüneceklerini söyleyemeyiz. Ona açıkça saygı gösterecekler ama arkamızdan konuşacaklar."

"O bize ait. Hiçbir yere gitmiyor ve ne söylemek istiyorlarsa onu söylesinler. O bizim ruh eşimiz. Onu reddetmek beni öldürür. Buna izin vermem," diyordu Kaos inatla ve hayal kırıklığı içinde iç çektim.

Bir süre sonra, küçük eşim tamamen temizlenmişti ve bu güzelliğini benim için daha da bariz olarak önüme serdi.

En ufak dokunuşta kırılabilirmiş gibi görünen yumuşak, porselen teni, hastane yatağının çarşaflarında kıvrılan minik figürü ve hayata döndüğünü müjdeleyen yanaklarındaki sevimli pembe bir renk tonu.

Her şeyiyle göz kamaştırıcıydı. Ve o benimdi.

En azından şimdilik benimdi.

Lucius ve Ace, ruh eşime bakarak, hafif çatık kaşlarıyla içeri girdiler.

Lucius, "Bir insan ruh eşin var,” dedi. Tonunda bir iğrenme belirtisi sezdim, bu da ben daha düşünemeden içgüdüsel olarak hırlamama neden oldu.

Ona karşı korumacılığımı fark eden Lucius bir adım geri gitti.

İnsan olsa da o benim ruh eşimdi.

"Doktorlar ne dedi?" diye sordum onlara.

"Her yerinde kendi kanı vardı, ama nereden geldiği hakkında hiçbir fikirleri yok. Boynundaki morluklar dışında zarar görmemiş. Sadece yorgun," dedi Ace.

Vücudunda yara yoksa, bu kadar kan nereden gelmişti? Bu hiç mantıklı değildi ama en azından iyileşecekti ve gerisi şimdilik önemli değildi.

Aynı şeyi yanındaki teyzem için de söyleyemiyordum maalesef. O da ruh eşime merakla bakıyordu.

Kızın gözleri titreyerek açıldı. Gözleri nerede olduğunu görmek için odanın etrafında gezinirken, nefesi aniden ağırlaştı.

Gözleri benimkini yakaladığında ise yerinde donup kaldı. Kafa karışıklığıyla parıldayan güzel zümrüt gözleri vardı. Gözlerinden kafa karışıklığı okunuyordu ama orada hiç korku yoktu.

Gerçekten tuhaftı.

"Adın ne?" diye sordum biraz soğuk bir şekilde.

"Rory."

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok