
İşin berbat yanı, ona karşı hissettiğim çekimdi. Trent’i ne aldatmıştım ne de bunu yapmayı düşünmüştüm ama bu adam başka bir meseleydi. Sadece kokusuyla bile tüm bedenim geriliyordu.
Koyu kahverengi gözleriyle bana, beni tanıyormuş gibi bakıyordu. Çenesini bana dokunamamaya dayanamıyormuş gibi sürekli sıkıp gevşetiyordu.
Ve yemekhanede bana dokunduğu anda tahrik olduğumu, onun kucağına atlamak istediğimi hissettim. Elbette bunu itiraf edemezdim. Neyse ki danışmanım gelip beni hormonlarımın yarattığı tımarhaneden kurtardı.
Dax’in yanından geçerken bakışlarını dudaklarıma odakladığını, sonra da karnımla kalçama doğru indiğini hissettim.
Bayan Jamieson yemekhaneden çıkarken onu takip etmemi işaret etti. Herkes bana baktığı için öğrencilerin arasından geçmekten nefret ediyordum. Ucube olan benmişim de onlar değilmiş gibi bana bakıyorlardı!
Bunun sebebini bilmiyordum. En azından dün geceki partide yaşananlar dışında. Yine de başımı iki yana sallayıp başımı yere eğerek yemekhaneden dışarı çıktım.
Bayan Jamieson bir seksenin üzerindeydi ama nazik mavi gözleriyle tuhaf kahverengi saçları vardı. Gülümsediğinde kaz ayakları belirginleşiyordu.
Sol tarafımızdaki piknik masasını işaret ederek, “Peki,” dedi. “Daha rahat konuşmak için oturalım.”
Onun karşı tarafına oturup beklemeye başladım. Bir dosya çıkarıp kapağını açtı. Ön sayfada annemle babamın bir fotoğrafı direkt göze çarpıyordu.
Bunu fark ettiğimde gülümsedi.
“Annenle baban da burada okumuş,” diyerek dosyayı bana uzattı.
Onları bir arada görünce gözlerim yaşardı. Babam kaslı kolunu annemin narin omuzlarına sarmıştı. “Beraber mükemmel görünüyorlar.”
“Çünkü mükemmellerdi. Birbirleri için yaratılmışlar.”
“Bu bende kalabilir mi?”
Usulca, “Elbette,” dedi. Fotoğrafı bir kez katlayıp ön cebime koydum.
Kafamı kaldırdığımda bana baktı. “Başım belada mı? Dün gece herhangi bir olay çıkarmak istememiştim.”
“Hayır, başın belada değil Savannah. Aslında seninle sindirilmesi zor bir konuyu konuşmak için buradayım.”
Ellerini masanın üzerinde birleştirdi. “Bu üniversite belli bir türden insanlar içindir ve sen de o türden birisin. Buradaki herkes aynı.”
Bir anlığına dudaklarını birbirine bastırdı. “Savannah, biz tam olarak insan sayılmayız. Bizim bazı yeteneklerimiz var.”
“Bildiğim kadarıyla ben bir insanım Bayan Jamieson. Aslında buraya geldiğim için pişman olmaya başladım. Sanırım eve dönmek istiyorum.”
Ayağa kalkmaya yeltensem de uzanıp koluma dokundu.
“Lütfen otur Savannah. Bitirmeme izin ver.”
Gerekirse hızlıca kaçabilmek için çantamı kucağımda tutarak yavaşça geri oturdum. “Burada herkesin bir eşi var.”
Başımı iki yana sallayarak, “Aman Tanrım,” diye mırıldandım. “Yine mi bu saçmalık?”
“Bu saçmalık değil,” dedi. “Gerçek bu.”
Kıkırdadım. “Pekâlâ, sırada ne var? Yoksa buradaki herkesin kurt adam olduğunu mu söyleyeceksiniz Bayan Jamieson?”
“Daha ilk günüm olmasına rağmen açıkçası bundan bıkmış vaziyetteyim. Sadece eve, büyükannemin yanına dönüp gelecek yıl başka üniversitelere başvurmak istiyorum.”
“Başka hiçbir üniversiteye giremeyeceksin Savannah. Çünkü senin Kurt Adam Üniversitesinde okuman gerekiyor. Kader seni burada tutmanın yolunu bulur ve o başvurularının hiçbiri üniversitelere ulaşmaz.”
Alaycı bir tonda güldüm. “Bana diğer üniversitelerden bu yüzden mi dönüş alamadığımı söylüyorsunuz? Sırf evren buraya gelmemi istediği için mi? Affınıza sığınarak, ilaçlarınızı almanızı öneriyorum. Bunun ne kadar büyük bir saçmalık olduğunu belli ki anlayamıyorsunuz.”
Bakışlarını ellerine indirdi. “Belki sana gösterirsem anlarsın.”
İsterseniz bana aptal diyebilirsiniz ama bunları anlamam için bana gösterebileceği herhangi bir şey olduğunu hiç sanmıyordum.
Ayağa kalktı. “Beni takip et.”
Kaçmam gerekirse diye eşyalarımı alıp yemekhanenin arkasındaki araziye doğru onu takip ettim. Ağaç sınırına yaklaştığında, artık diz boyundaki otların arasında topuklu ayakkabılarıyla yürüyordu. İçimden bunun sonum olabileceğini düşünüyordum.
Onu alt edebileceğimi düşünmeseydim, asla peşinden gitmezdim. “Bu muhtemelen senin için bir şok olacak Savannah ama lütfen sana zarar vermeyeceğimi aklından çıkarma, tamam mı?”
Omuzlarımı silkerek çantamı göğsüme yaklaştırdım. “Tamam, Bayan Jamieson. Yarım saat sonra dersim var. Acele edebilir miyiz? Sizinle gerçekten konuşmak istediğim Luna 101 konusu…”
Kıyafetlerinin yırtıldığını duyunca cümlem yarım kaldı. Kıyafetleri paramparça halde havada uçuşurken, gözlerimin önünde yoğun bir hareket kasırgasıyla kürk belirdi.
Ne olduğunu anlamaya çalışarak birkaç kez gözlerimi kırpıştırsam da gözlerimin önündeki manzaraya inanamıyordum.
Görüşüm bulanıklaşırken hiçbir şey yapamayıp nefessiz kalarak karanlığa gömüldüm.
Başımı döndüren ve midemi bulandıran ölümcül bir sessizliğe uyanınca anında doğruldum.
Gözlerimi kırpıştırarak kendime gelince, beyaz perdesiyle bana doktor muayenehanesini hatırlatan odaya baktım.
Ayaklarımı masadan indirip ayağa kalkmaya çalışsam da dolaba doğru tökezleyerek dengemi buldum.
Bir kadın, “Yavaş,” dedi.
Odanın köşesindeki kadına baktım. Hemşire önlüğü giymiş kadının boynunda stetoskop vardı.
“Ne oldu? Neden buradayım?”
Geçmişi hatırlamaya çalışınca aklıma sadece Bayan Jamieson’la oturduğum an geldi. Gözlerim geriye doğru devrilince hemşire bana uzanıp kuvvetle kollarımı tuttu. “Savannah, sakin ol. İyisin.”
“Hayır, değilim! Bayan Jamieson gözlerimin önünde bir kurda dönüştü ve kampüste onun eşi olduğumu söyleyerek beni takip eden bir psikopat var! Beni eve götürün yoksa polisi arayacağım!”
Hemşire sakince, “Savannah,” dedi. “Bir şey yok. Otur.” İsteksizce beni oturtmasına izin vererek başlattığı nefes egzersizine uydum. “Bir şeyin yok. Derin nefes al.”
Gözlerimi yavaşça kapatıp her şey cehenneme dönmeden önce büyükannemin evinde Trent’le havuzda yüzdüğümü hayal ettim.
Gözlerimi açtığımda gülümsedi. “Güzel. Şimdi Bayan Jamieson’ı içeri çağıracağım, tamam mı? Seninle bitirmesi gereken bir konuşması var.”
Kaşlarımı çattım. Onunla konuşmak istemesem de çoktan içeri girmişti. Mavi gözleriyle tekrar bayılacakmışım gibi şüpheci bakarak mesafesini koruyordu.
Bayan Jamieson, “Savannah,” dedi.
Ona şüpheyle baktım. “Evet.”
“Belki sana göstermenin en iyi yolu bu değildi ama başka türlü bana inanacağını sanmıyordum.”
Ayakkabımı fayansın üzerindeki rastgele siyah bir lekeye vururken, “İnanmazdım,” diye mırıldandım. “Ama şimdi ne gördüğümü bildiğimden bile emin değilim. Bir köpeğe dönüştünüz Bayan Jamieson.”
Adamın dudaklarının kenarı seğirse de Bayan Jamieson gülmedi. Biraz alınmış gibiydi. “Bir kurt adama dönüştüm, Savannah. Sen de dâhil, bunu buradaki herkes yapabiliyor.”
Hafifçe güldükten sonra başımı geriye atarak kahkahayı patlattım.
“Onlardan birine dönüşseydim herhalde bilirdim. Ben hiçbir şeye dönüşmedim. Ben bir insanım ve kesinlikle yanlış üniversitede okuyorum. Şimdi gitmeme izin verirseniz, küçük yeteneklerinizden kimseye bahsetmeyeceğim.”
Hoşuma gitmeyen bir ifadeyle birbirlerine baktılar.
“Savannah, gidemezsin. Dönüşüm geçirmemenin nedeni bir insan tarafından yetiştirilmiş olman. Ailen burada olsaydı…”
“Hem ikinize de deli hem de ‘Hadi eve gidelim Savannah, artık bu tımarhanede kalmak zorunda değilsin,’ derlerdi.”
“‘Sevgilinle Devlet Üniversitesine geçebilir ve bir sapıkla çiftleşmek dışında yaşına göre normal hatalar yapabilirsin,’ derlerdi.”
Adam, “Savannah,” dedi. “Ben Profesör Braxton, bunun ne kadar zor olduğunu bilsem de sen bir kurt adamsın. Annenle baban da öyleydi. Bu büyükannenin nesline geçmiş ve baban da bunu sahiplenmiş.”
“Annenle burada, üniversitede çiftleşti. Bir Luna olarak hayatına burada başla…”
Yüzümü kapatarak, “Aman Tanrım!” diye mırıldandım. “Lütfen bırakın gideyim!”
Braxton cebinden titreyen telefonunu çıkarıp açtı. Yüzündeki endişeli ifadeden bunun önemli bir mesele olduğunu anlamıştım. “Bu akşamki maçla ilgili acil bir toplantım var. Sen halledebilir misin?”
Bayan Jamieson başını onaylarcasına salladı.
Beni çılgın kurt kadınla baş başa bıraktı. Ağlayasım vardı.
Bayan Jamieson iç çekerek, “Peki,” dedi. “Sanırım bugünlük bu kadar yeter. Jaka’yı seni odana götürmesi için çağırdım. Bugün Luna 101 dersini kaçırdın ama öğretmenlerin durumdan haberdar.”
“Çarşamba günü başka bir dersin var. Haftanın kalanında programına ayak uydur, yakında tekrar konuşuruz.”
“Ama öncesinde bana bir söz vermelisin.”
Bana öylece baktı. “Bundan üniversite dışında kimseye bahsedemezsin. Yani büyükannene ya da erkek arkadaşına.”
Dalga geçercesine güldüm. Sanki anlatsam bana inanacaklardı. Trent’in ardına bakmadan kaçmasını istemediğim için ona anlatmayı planlamıyordum.
“Her şey yoluna girecek,” dedikten sonra odadan çıktı.
Jaka elinde dumanı tüten bir kupa kahve ve bir çantayla revire girdi. “Selam oda arkadaşım. Seni kendine getirecek bir şey getirdim.”
Ona kahveyi neresine sokabileceğini söylemek istesem de gerçekten istediğim kahvenin kokusundan midem guruldadığı için bunu yapmadım.
Küçük omuzlarını silkti. “Herkes bildiği için senin de bildiğini sanıyordum.”
“Herkes hemen eşini bulamayacağından, umursamazlığının biraz tuhaf olduğunu düşünerek sana eş konusunu açmadım. Sen bulduğun için şanslısın.”
Yüzündeki çatık kaşlara baktım. “Sen bir eş bulamadın mı?”
Güzel bakışlarını gözlerime çevirdi. “Ve senin elinde epey iyisinden var. O aşırı seksi Savannah. Daxton Allaire son sınıf öğrencisi ve babasının sürüsünün sıradaki Alfa’sı. Güney Louisiana’daki Lejyon Sürüsünün.”
Ona baktım. “Onunla ilgili çok şey biliyorsun. Ona yanık mısın?”
Bunu söylerken bile bu düşünceden nefret ettim. Hoş, Trent’e âşık olduğum için bunun bir anlamı yoktu.
Başını iki yana sallayarak, “Hayır!” dedi. “Asla eşine yanaşmam Savannah…”
“Kızım, dur,” diye mırıldandım. “Onunla asla çiftleşmeyeceğiz. Benim zaten bir sevgilim var.”
Kıs kıs güldü. “Daxton, Trent’i diri diri yer. Buraya gelmese iyi eder.” Durup bana baktı.
“Kurdunu keşfettiğinde anlayacaksın. Her kurdun bir eşi vardır. Birlikte olması gereken biri. Daxton senin eşin. Onun kokusunu alamıyor musun?”
Yanaklarım ısınınca kızardığımı hissettim. Partide onun kokusunu almıştım ama bunun anlamını bilmiyordum. Alt dudağımı ısırarak başımı yere eğdim.
“Her neyse,” diye mırıldanıp odamıza doğru ilerlemeye devam ettim.
Jaka birkaç adımda bana yetişti. “Bu akşamki futbol maçına geliyor musun?”
“Zaten bu adil olmaz. İnsanlara karşı oynamıyorlar.”
“Kiminle oynuyorlar? Başka üniversitelerle mi?”
Başını onaylarcasına salladı. “Evet, bu yüzden herkes geliyor. Eşlerini eyaletin farklı bir bölgesindeki başka bir üniversitede bulacaklar. Her yerde oynuyoruz. Ama istisnalar olsa da çiftler çoğunlukla aynı bölgelerde birbirini buluyor. Yine de bu geceki rakip kurt adamlar değil.”
Yurt binamızın kapısını açıp içeri girdik. “O zaman kime karşı oynuyoruz?”
Bana endişeli gözlerle baktı. “Bu gece lycanlara karşı oynayacağız.”
“Lycanlar mı? Karanlıklar Ülkesi’ndeki gibi mi?”
“Hayır. Lycanlar kötüdür. Kurt adamların bir türüdür ama daha vahşilerdir ve bizim gibi dönüşmezler. Arka ayakları üzerinde yürürler.”
Tüm tüylerim diken diken oldu. “Kurtlarla lycanlar çiftleşir mi?”
“Tamam, köpürme,” diye mırıldandım. “Sadece sordum.”
Odamızın kapısını açınca içeri girip çantamı yatağın üzerine attım.
“Geliyor musun?” diye sordu.
Merakıma yenik düşmüştüm. Maçtan sonra canımı kurtarmak için istediğim zaman kaçabilirdim. “Evet, gelip kurtlarla lycanların mücadelesini izleyeceğim.”
“Belki Daxton’ı seninle oturması için davet edebilirsin?” diye mırıldandı.
“Şansını zorlama istersen, Jaka.”