Milyarderin Kalbi - Kitap kapağı

Milyarderin Kalbi

Frankie Nero

Tanrı’ya Şükür Uyandın!

TINA

O koku... Ondan nefret ediyordum. İlaç kokusuyla bazı garip kimyasalların kokusunun bir karışımı... Gözlerim kapalıydı. Altımda bir şilte olduğunu hissedebiliyordum. Bu da yerde yatmadığım anlamına geliyordu. Bir yatakta yatıyordum.

Hareket etmeye çalıştığımda vücudum tepki vermiyor gibiydi ama acı çekmiyordum. Aslında, kendimi iyi hissediyordum.

Gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Algıladığım koku şüphelerimi doğruladı.

Bir hastanedeydim. Harika!

Sağımda, masanın yanındaki bir dosyaya bir şeyler yazan yeşil önlüklü, güzel bir hemşire vardı. Dikkatini toplamak ister gibi kaşlarını çatmış, hızlı hızlı bir şeyler yazıyordu.

Her nasılsa canım yanmadan doğrulmayı başardım.

Hemşirenin kahverengi gözleri kocaman açıldı.

“Aman Tanrım!” Şaşkınlıkla bir elini kalbinin üstüne koydu ve kendini topladığında, “Şükürler olsun, sonunda uyandınız!” dedi.

“Buraya nasıl geldim?” diye sordum.

Sorumu cevaplamak yerine, “Biraz dinlensen iyi olur,” dedi. “Doktoru çağırayım.”

Odadan çıkıp beni yalnız bıraktı.

Havaya bakılırsa hâlâ gündüz vaktiydi. Pencereden görebildiğim tek şey olan gökyüzüne baktım. Bitkin düşmeme rağmen uyanık kalmaya çalışıyordum. Bana ne olduğunu öğrenmeliydim.

Hemşire dakikalar sonra yanında doktorla odaya girdi. Doktor, beyaz bir laboratuvar önlüğü giyip gri gözleriyle uyumlu gözlükler takmış, otuzlu yaşlarının sonlarında gibi görünen bir adamdı.

İçten bir gülümsemeyle, “Bayan Campbell. Nasıl hissediyorsunuz?” diye sordu.

“Bana ne oldu, Doktor?” diye sordum. Düzgün bir şekilde oturabildiğimi fark edip bacaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Eve gitmek istiyordum.

Doktor, “Bir kazadan kıl payı kurtuldunuz,” deyip başını hafifçe yana eğip alnıma dokundu. “Hatırlamıyor musunuz?”

Gözlerimi kapatıp hatırlamaya çalıştım. Sonra, her şey film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Bankanın feshedilmesi... İşimi kaybetmem... Eve dönerken yolda kara kara düşünmem… Sonra, o araba... Neredeyse bana çarpan, sadece sesini duyduğum araba…

İrkilerek gözlerimi açıp iç çektim.

Doktor beklentiyle yüzüme bakarak, “Şimdi, hatırlıyor musunuz?” diye sordu.

Başımı sallayarak, “Evet, Doktor,” dedim.

“Neyse ki biri sizi hemen buraya getirdi,” dedi. “Size araba çarpmadığını ama bayıldığınızı söyledi. Ne olur ne olmaz diye gözlem altında tutuluyorsunuz.”

Sonra, hemşireye döndü.

“Beyefendiyi çağırabilirsiniz.”

“Evet, Doktor.”

Beni bekleyen biri mi vardı? Hem gururlandım hem şaşırdım. Sonuçta, bana arabayla çarpmamış mıydı? Belki de hikâyenin kendi anlattığı gibi olduğuna inandığıma emin olmak istiyordu? Onu dava edeceğimi falan mı düşünüyordu? Kafam karıştı. Hastane masraflarını karşılamaya yetecek kadar param da yoktu.

Hemşire kapıyı aralayıp kafasını dışarı uzattı. Birine bir şeyler mırıldanıp tekrar içeri girdi. Kapı açıldı ve odaya iki yabancı girdi. İlk gelen adamın yetkili biri olduğu belliydi. Özel dikim bir takım elbise giymişti, yaşlıydı ve İspanyollara benziyordu. Yanında şık bir takım elbise giymiş, yaşlı bir adam vardı. O da şoföre benziyordu.

İlk adamın gözleri bana takıldı. Yüzünde rahatlamış bir ifade vardı.

“Yavrum,” deyip yatağın kenarındaki sandalyeye ilişti. “İyi olduğunu gördüğüme çok sevindim.”

Yüzüne şaşkınlıkla baktım.

Şaşkınlığımı fark edip nazikçe gülümsedi.

“Seni buraya getiren bendim,” diye açıkladı. “Sana neredeyse arabayla çarpıyordum. İyi olduğundan emin olmak en doğrusuydu.”

Doktor müsaade isteyip hemşireyle odadan çıktı.

“Benim adım Armando. Bana adınızı söylediler. Kimliğinizden öğrenmişler.”

Buna ne cevap vereceğimi bilemedim. En azından uyanmıştım ve iyi hissediyordum. Belki de bunun için şükretmeliydim. Tam teşekkür edecektim ki adamın telefonu çaldı.

Elini kaldırarak, “Affedersin, canım,” deyip telefonuna cevap verdi.

“Merhaba,” dedi. “Hayır... Hastanedeyim... Hayır, ben değilim... Si... (Evet) Tamam… Bueno (Güzel).”

Aramayı sonlandırıp iç çekerek telefonu cebine geri koyarken hafifçe kaşları çatıldı.

Diğer adam ona imalı bir bakış attı. Armando başını salladı.

“Her şey yolunda mı, efendim?” diye sordum. Yolunda olmadığı belliydi.

Zoraki bir gülümsemeyle, “Evet, evet,” dedi.

“Ah, neredeyse unutuyordum,” deyip yanındaki adamı işaret etti.

“Bu Gustavo. Şoförüm.”

Gustavo eğilip resmî bir şekilde selam verdi. Asıl adamın Armando olduğunu düşünürken yanılmamıştım.

“Tanıştığımıza memnun oldum,” diye cevapladım.

“Peki, çocuğum, sana ne olduğunu anlat bakalım,” dedi Armando. “Olaydan önce belli ki çok dalgındın. Aklından ne geçiyordu da yola öyle atladın? Gustavo usta bir şoför olmasaydı şu an bu konuşmayı yapamıyor olabilirdik.”

Yaşlı adamın endişeli bakışları altında çok aptal ve suçlu hissederek ellerimi birleştirdim. Bu adamı sevmiştim ve gerçekten iyi olduğumdan emin olmak için geldiğine emindim. Aklıma belki de bilerek mi yola atladığımı öğrenmek istediği geldi.

“Bunun için çok üzgünüm, efendim,” dedim, ağlamaklı bir sesle. “Bugün aniden işimi kaybettim. Çalıştığım yer birdenbire kapandı. Aslında bir şey düşünmüyordum. Sadece eve gitmeye çalışıyordum. Yola girdiğimi fark etmedim bile çünkü dikkatim çok dağınıktı.” Mike’ı yatağımda başka bir kadınla bastığımda kalbimin ne kadar kırıldığı ile ilgili kısmı atladım. Bir eşim olmasını çok istiyordum. Benim dengim olabilecek ve benim onu önemsediğim gibi beni önemseyecek birini...

Armando’nun yüzündeki endişe ifadesinin yerini anlayışlı bir ifade aldı.

“Üzme kendini, çocuğum,” dedi. “Umutsuzluğa kapılma. Bazen işler yolunda gitmeyebilir ama bu durum hayatımıza mâl olacak kadar zihnimizi meşgul etmemeli. İçinde bulunduğumuz durum ne kadar vahim olursa olsun kendimizi toplayıp yolumuza devam etmeliyiz. İşe başladığımda çok az şeyim vardı ama denemeye hevesliydim.”

Gustavo onaylarcasına başını salladı.

İşte o zaman Armando’nun oldukça zengin biri olduğunu anladım. Şoförü vardı ve önemli bir iş yapıyor gibiydi. Ayrıca, sesi mütevazı ve bilge geliyordu. Sanki bazı şeyleri gerçekten zor yoldan öğrendiği için nazik biri olmuştu. Zengin insanların nazik ya da bilge olabileceği hiç aklıma gelmezdi.

Kapı hafifçe çalındı ve biri içeri girdi.

Kapıyı çalma şeklinden ve cevap beklemeden içeri girmesinden doktor olduğunu düşündüm.

Ama bu, dergi kapağındaki yüzdü. İzlediğim birkaç televizyon röportajından kim olduğunu hemen anlamıştım. Gonzalez Elektrik Sanayi’nin vârisi Alejandro Gonzalez... Çok yakışıklıydı.

“Padre (Baba)?” dedi. Bir an bana baksa da beni görmemiş gibiydi.

“Hadi, dışarı çıkalım.” Yeni arkadaşım Armando ayağa kalkıp bana güven verici bir bakış attı. “Müsaadenle.”

Beni Gustavo ile yalnız bıraktılar. Bu arada ben de bana neredeyse çarpacak olan adamın Gonzalez Elektrik Sanayi’nin CEO’su olduğunu anladım. Armando hiç televizyona çıkmamıştı ya da en azından ben çıktığını görmemiştim. Bu, nasıl olabilirdi ki?

Nasıl göründüğümü düşünerek kızardım. Oğlu Alejandro’nun beni görmemiş gibi davranmasının iyi bir şey olduğunu düşündüm.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok