L.T. Marshall
Saat 12’yi geçerken kendimi biraz sersemlemiş, bunalmış hissediyordum. Ofis o kadar sıcaktı ki midem bulanıyordu.
Soğuk hava yerine sıcak hava üfleyerek hepimizi kan ter içinde bırakan klimayı neden hâlâ tamir etmediklerini öğrenmek için iki kez bakım servisini aradım.
Yüzüm alev alev yanıyordu, nabzım koşuyormuşum gibi güm güm atıyordu. Kıyafetlerim terden üstüme yapışıyordu ve nefes alamadığım ya da rahatlayamadığım için geriliyordum. Çok bunalmıştım.
Margo öğle yemeğine gitmişti. Döndüğünde de ben gidecektim. O da en az benim kadar sıcaktan bunalıyordu ama yeteneklerimi kanıtlamak istediğim için, o yokken ofiste kalabileceğimi söyledim.
Her zaman kahraman, Emma! İyi hamle. ~
Bu, büyük bir güven işaretiydi ve sanırım Margo yeteneklerimi test ediyordu. Beni yalnız bıraktığına göre bana kaleyi yönetip yoğun bir programla tek başıma başa çıkabileceğim kadar güveniyordu.
Jake döneli üç gün olmuştu ve Margo’nun bana biraz daha güvendiğini, beklentilerini karşıladığımı, her şeyin üstesinden geldiğimi hissediyordum.
Telefonun ışığı yanıp Bay Carrero’nun sesi gelince içim bir tuhaf oldu.
Yanaklarım alev alev yanıyordu ve bluzum hiç umulmadık yerlere sımsıkı yapışıyordu.
Baygınlık geçirmeden bu lanet olası, hamam gibi sıcak ofisten kurtulmak için Margo’nun dönüşünü beklerken sürekli saate bakıyordum.
Bay Carrero kalın, kısık, seksi sesiyle, “Emma, buraya gelebilir misin lütfen?” diye soruyordu. Sesini duyduğumda midemde, artık tanıdık gelse de hâlâ kontrol edemediğim bir karıncalanma oldu.
Bocalayarak, “Tabii, Bay Carrero” diye cevapladım. Sandalyemde terden yapış yapış olmuşken ve zaten keyifsizken istediğim şey bu değildi ama olsun.
Hay lanet olsun!
Ayağa kalkıp omuzlarıma yapışan bluzumu düzeltmeye çalışıp başarısız oldum.
Defterimle kalemimi alıp Margo’nun açık ofis kapısından geçerek Bay Carrero’nun odasına girdim. Ağır, koyu renkli ahşap kapıyı itip içeri süzüldüm. Bu işin bir an önce bitmesini istiyordum.
“Evet, Bay Carrero?”
Bugün, açık bir dizüstü bilgisayar ve klasör yığınları arasında masasında otururken doğal bir şekilde baştan çıkarıcı görünüyordu.
Açık mavi gömleğinin üst iki düğmesi açıktı. Normalde uçlarını dik dik yaptığı koyu renk saçları eliyle karıştırmış gibi dağınıktı. Kollarını sıvadığı için, sol kolunun iç kısmında asi gençlik yıllarını hatırlatan dövmelerinden biri görünüyordu.
İnternette gördüğüm resimlerinden, vücudunda birkaç tane tamamen siyah tribal dövme ve sembol olduğunu biliyordum. Bu dövmeler, benim üstümde bile sarsıcı bir etki yaratıyordu ki Jake’in beni hâlâ etkiliyor olmasına biraz sinirleniyordum.
“Bakım ekibi klimayı tamir etme konusunda ilerleme kaydetti mi? Burası çok sıcak!” Arkasına yaslanıp ellerini “erkeksi” bir tavırla başının arkasına koydu.
Gerindiğinde o güzel fiziği iyice ortaya çıktı. Gömleğinden taşacak gibi görünen pazılarına bakarken heyecanlanmamak mümkün değildi.
Dik dik bakma!
Gözlerimi kaçırarak olabildiğince normal bir sesle, “İki kez aradım, efendim. Görünüşe göre ilgileniyorlar,” diye cevapladım.
Beni süzerek, “Emma, bayılacak gibi duruyorsun. Bence başka bir kata gidip serinlemelisin,” dedi.
Berbat göründüğümün zaten farkındaydım. Bunu hissediyordum.
Ama bayılmak daha çok şu anki oturuş şekliyle ve bedenimin sadece bir tişörtle bile ne kadar seksi göründüğüne verdiği tepkiyle ilgiliydi. Tişörtü bir şekilde resmiyeti ortadan kaldırıyordu.
Ayıp, Emma~!~ O, senin patronun!~
“Margo… Bayan Drake dönene kadar gidemem, efendim,” deyip gözlerimi kırpıştırdım. Gözlerimin vücuduna kaymaması için elimden geleni yapıyordum.
“Ne zaman dönecek?” Vücudumdaki hormon isyanından habersiz, ki belki de durumdan rahatsız olmuyordu, kaşlarını çatarak bana bakıyordu.
“Yakında, belki on beş dakika sonra. Öğle yemeğine erken çıktı. Ben de o döndüğünde gideceğim.” Sesim kibar ve içten çıkıyordu. Vıcık vıcık ayakkabılarımın içinde ayakta durmaya çalışırken hissettiğim kadar berbat görünmediğimi umuyordum.
“O döner dönmez gidip serinlemeni istiyorum. Burası resmen eriyor. Bu arada sana bir mektup yazdırmam gerekiyor. Belki havalandırma deliklerini açtığımda biraz serinlersin.”
Bunları söylerken işaret ettiği duvara baktığımda hafifçe hareket eden panjurlardan içeri hava girdiğini fark ettim.
Haklıydı, burası biraz daha serindi... Yani, az da olsa... Eğer öyle baştan çıkarıcı bakışlarla oturmuyor olsaydı daha da serin olurdu.
Emma, yine mi? Gerçekten mi?
İşleri ilerletmek, aklımı toplamak için defterimi kaldırarak, “Siz hazır olduğunuzda hazırım,” dedim. Sandalyesini solumdaki kanepeye bakacak şekilde çevirip derin düşünceler içinde deftere baktı.
“Bridgestone’un CEO’su için... Eric Compton adında bir adam. Sistemde bilgilerini bulabilirsin.” Şimdi, iş moduna geçtiğinden sesi daha ciddi ve odaklanmış geliyordu.
“Evet, efendim,” diyerek kısaca not aldım.
“Emma?” Soru soran sesi dikkatimi tekrar ona çekti.
“Evet?” Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Hoşuna gitmeyen bir şey yaptığımı söyleyen ses tonu yüzünden afalladım.
Gülümseyerek, “Oturabileceğini biliyorsun, değil mi?” deyip masasının yanında, hemen görüş alanındaki sandalyeyi başıyla işaret etti. Demek ki sandalyesini bu yüzden çevirmişti.
Mahcup bir yüzle hemen karşısına oturdum. Onun için çalışmaya başladığımdan beri yüzümün kızarmasını bir türlü kontrol edemiyordum ama kendimi çocuksu hissetmemi sağlama konusunda çok yetenekliydi.
“Merak etme ısırmam... Çok değil!” deyip karşı konulmaz olduğumu biliyorum bakışıyla gülümsedi. Telaşlı bakışlarım yüzüne kayarken ince esprisini kavradım.
Tepkimi belli etmemek için mahcup bir biçimde gülümsedim. Kalp atışlarım bir tık hızlanırken aptallığım yüzünden kendime kızdım.
Esprili biri... Doğru ya~!~Şimdi, a~nladım. Olayları bu kadar ciddiye alma!~
“Isırmadığınızı biliyorum.” Kalbimin güm güm atmasına, tüylerimin diken diken olmasına rağmen soğukkanlılıkla gülümsedim. İçten içe kendime kızıyordum.
“Benim yanımda bu kadar... Gergin olmana gerek yok, Emma.” Sandalyesine geri yaslanıp kollarını gelişigüzel kavuşturdu.
“Gergin mi?” El hareketlerini takip etmekten kaçınarak gözlerine baktım. İçime, başka her duyguyu geride bırakan bir kızgınlık yayıldı. Erkeklerden gelen eleştirilerle aram iyi değildi.
Özellikle de tavırlarımla ilgili olanlarla…~
“Biraz gevşeyebilirsin. Sıkı çalıştığını biliyorum. Biraz gevşedin diye kovulmazsın.” Şakayla karışık konuşuyor olsa da yine de içimi bir huzursuzluk kapladı.
Buraya çalışmaya gelmiştim ve profesyonelliğimle gurur duyuyordum. Çok iyi olduğumu bildiğim tek alan buydu.
Biz öyle gevşeyemeyiz, Bay ~Doğuştan Zengin~. Hepimiz insanları bir gülümsemeyle etkileyemeyiz ve mutlu çocukluklar~a,~ karşı konulmaz ~çekicilikteki yüzlere, ~büyüleyici hayatlara sahip olamayız.~
Yüzümün gerçekte hissettiklerimi yansıtmamasına dikkat ederek, “Bu, benim rahat hâlim,” diye cevapladım.
En fazla bu kadar rahat olabilirim, Bay Carrero, çünkü bana bir iş yapmam için para ödeniyor, egonuzu okşamam için değil.~
Doğrudan gözlerine bakmaktan kaçınarak içimden dudak büktüm. Tek kaşını kaldırmış, bana bakarken dudaklarında kendinden emin, çekici ama bu sefer beni rahatsız eden bir gülümseme belirdi.
Carrero’nun diğer yüzü olan o rahatsız edici, kendini beğenmiş bakışıyla, “Madem öyle diyorsun,” diye cevapladı. Kadınların göz açıp kapayıncaya kadar pantolonlarını indirmelerine neden olan yüzüydü bu ama aynı zamanda her an iyi bir espri patlatmak üzereymiş gibi sinir bozucu, erkeksi bir küstahlığı da vardı. Bu, onun en sinir bozucu özelliklerinden biri olmalıydı.
Kaşlarımı kaldırıp sabırsızca kalemimi defterime vurarak devam etmemiz gerektiğini işaret ettim. “Evet, Bridgestone’un CEO’suna...”
Aşırı rahatlığını onaylamıyordum. Her ne kadar Margo’ya karşı bu şekilde davrandığını görmüş olsam da bu iş ilişkisinin profesyonel düzeyde kalması konusunda kararlıydım. Kaybedecek çok şeyim vardı. Buraya gelmek için çok çalışmıştım.
Kaşlarını çatmış, dikkatle bana bakıyordu ama ben onu görmezden gelip beklentiyle defterime baktım. Arkasına yaslanıp not etmemi istediği şeyi dikte etmeye başladığında rahatladım.