T. Stanlight
KATE
Hauts-de-Seine Hotel'inin görkemli kristal avizesi gala odasının üzerinde ışıl ışıl parlıyor. Gecenin teması ince üst dudaklar, hors d'oeuvres ve kendini pohpohlama konuşmaları.
Bilinen adıyla "basın toplantısı".
Sırtım duvara dönük olarak odanın kenarında kendime bir yer buldum. Yeşil Dantel elbisemin çıkan iplikleriyle oynuyordum. Bu kadar resmi bir davete gitmeyeli yıllar olmuştu ama üstesinden başarıyla gelebileceğime emindim.
Baskı altında mükemmel sonuçlara ulaşma gibi bir yeteneğim vardı.
Bakalım bu sefer farklı mı olacak?
Onu bulmak için kalabalığın arasında tur atmaya başladım ama sonuç hüsran.
Tam yeniden turlamaya başlıyordum ki yerde parlak bir şey gördüm.
Bir çift ayakkabı. Siyah. İtalyan derisi, o kadar parlak ki, tepe lambalarını adeta lazer ışınları gibi yansıtıyor.
Taylor Price'ın parlak ayakkabıları.
Mükemmel siyah saçları, zarif takım elbisesi ve şık viski bardağıyla bara yaslanmış, etrafı izliyor.
Yanına gitmeden önce derin bir nefes aldım.
"Bay Price, siz misiniz?”
Başını çevirdi ve delici mavi gözlerle bana baktı.
Lanet olsun, adam çok seksi. ~
İlgisiz bir şekilde tek kaşını kaldırarak, "Üzgünüm, siz...?"
"Kate. Kate Dawson The Daily House,” dedim gülümseyerek.
Yüzü değişti, gözleri sinsice karardı. "Doğru, doğru. Muhabir olan. Sanırım daha önce tanışmamız gerekiyordu."
"Aslında iki kere,” diye kendimi tutamadım. Çenemin düşüklüğü burada da bana bela olacaktı, belliydi.
"Sanırım sizden özür dilemeliyim,” dedi.
Gerçekten özür dileyeceğini sanıyordum.
Ama beni şaşırtarak hızlıca bana yaklaştı ve "Sizi bu gece buraya neden davet ettim biliyor musunuz, Bayan Dawson?" diye sordu.
Ne dememi bekliyordu? ~
"Yani, röportaj, ben düşündüm ki..."
Başını sallayarak gülümsedi. "Hayır, ondan bahsetmiyorum."
Sinirlenmeye başladım.
Benimle düpedüz dalga geçiyordu. Beni davet etmesinin nedeni sırf beni rezil etmekti.
"Siz gerçekten benimle röportaj yapmayacak mısınız?”
Gülümsemesi büyüdü ve bir kahkaha patlattı.
"Tamam, ben gidiyorum." Tam arkamı dönmüştüm ki hızımı alamayıp tekrar geri döndüm. "Benimle probleminiz nedir? Neden benimle uğraşıyorsunuz?"
"Aramızda kalsın ama gazetecilerden pek hazzetmem. Rahatsız edilmekten, suratıma bağırılmasından ve izinsiz yere fotoğrafımın çekilmesinden hoşlanmıyorum."
"Peşimi asla bırakmayan piranalar gibiler. Umarım yeteri kadar açıklayıcı olmuşumdur, Bayan Dawson. Röportaj için yeni bir randevu almanızı tavsiye ederim,” dedi.
Çıldırmak üzereydim ama kendime hakim oldum. Ona bu hazzı yaşatmayacaktım.
Ama yüzüme baktığında savaşı çoktan kazanmış olduğunu çok iyi biliyordu.
Zafer sarhoşluğuyla çekip gitti.
"Pisl…" diye sessizce söylenirken gözlerimden alevler çıkarak gidişini izledim.
"Pardon."
Arkamdan gelen ani sesle irkildim. Sempatik gözleri olan sarışın bir adam bara yaslanmış, içkisini yudumluyordu.
"Ne dediğimi duydun mu?" diye merakla sordum. "Çenemi tutma konusunda bazı sorunlarım var da."
Kalabalığa döndüm, insanları göstererek, "Bir avuç dallama" dedim.
"Ben de onlardan biriyim, umarım hepimizi aynı kefeye koymuyorsundur,” diye sırıttı. "Adım Brandon."
"Kate." El sıkıştık.
"Memnun oldum Kate. Sana iyi haberlerim olabilir. Taylor’la alakalı."
Ciddi görünüyordu ama ne demek istediği tam anlayamadım. "Onu tanıyor musun?"
"Hem de çok iyi. Kardeş gibiyiz diyebilirim. Onun yerine senden özür dilemem gerekir. Kusura bakma."
Haklıydı: salondaki herkes dallama olmayabilirdi.
"Taylor'ın bu katta bir ofisi var ve birkaç dakika içinde kadeh kaldırıldıktan sonra muhtemelen partiye ara vermek için oraya geri dönecek. Geldiğini güvenliğe haber vereyim. Şansını bir daha dene."
"Bir daha mı? Ne şansı?" Neden bahsediyordu?
Brandon, "Röportajdan bahsediyorum,” diye cevap verdi. "Eğer Taylor’dan bir şey istiyorsan oyunu onun kurallarına göre oynamalısın, bu hoşuna gidecektir."
"Yani, beklenmedik bir şekilde ofisine dalarak mı oyunu kurallarına göre oynayacağım? Bu bana kötü bir plan gibi geldi,” dedim.
"Ofisine değil. Lobide beklemen gerekir, ama ofisi hemen lobinin yanında."
"Doğru mu söylüyorsun?" Umutlanmaya başlamıştım.
Başını salladı. İnanamıyordum, ikinci, hatta dördüncü ~hakkım mı var?
TAYLOR
Bütün gece ondan kaçmayı başardım.
Ama karşılaşmamız artık an meselesiydi.
Çok yaklaşmıştık. Tom, ortağım, bana doğru geliyor, yanında da o.
Everly Grey ~
“Tom’un nişanlısı.” Gümüş, sırtı açık elbisesinin içinde çok güzel görünüyor.
"Taylor, görüşmeyeli uzun zaman oldu,” dedi.
O anda, müstakbel kocasının yanında dururken bile biliyordum.
Bu gece sevişecektik.
KATE
Brandon'ın yardımıyla bir güvenlik görevlisi benim için lobinin kapısını açtı ve binanın diğer tarafındaki odalara doğru yönlendirdi.
Işıkların çoğu kapalıydı ve hangi ofisin Taylor'a ait olduğunu bilmiyordum, bu yüzden bir sandalye buldum ve beklemeye başladım.
Lobiye baktım; çalışma kabinleri, yazıcılar ve saksı bitkileri. Olağandışı herhangi bir şey yoktu.
Eğer sadece birkaç kadeh içecekse muhtemelen yakında ofisine dönecekti.
Ama "yakında" düşündüğümden daha hızlı geldi. Kapı birden açıldı ve Taylor bileğinden tuttuğu nefes kesici güzellikteki bir kadınla birlikte içeri girdi.
Ben kapının sağ tarafındaydım, onlarsa beni fark etmeden sol tarafa doğru yöneldiler.
"İçeri gel,” dedi Taylor.
"Sessiz ol!" diye cevapladı kadın.
Kapıyı kapattılar. "Yavaş ol, birisi duyacak!" dedi kadın kapının arkasında.
"Konuşmayı kes,” dedi Taylor ve konuşma orada kesildi.
İçeriden homurdanmalar ve yere atılan kıyafetlerin sesi gelmeye başladı.
Bu röportajdan da fazlası. ~
Gala salonuna açılan kapıya yakındım ama eğer kapıyı açarsam Taylor ışığın farkına varabilirdi.
Zaten benden hiç hoşlanmamıştı, bir de bu durumda yakalanmak istemiyordum.
Kapıya doğru yöneldim, bu da beni onların bulundukları odadaki pencereye yaklaştırdı.
Yaklaştıkça, pencerenin önüne geldim.
Ve pencereden Taylor Price'ı gördüm, kadının üstündeydi. Tutkuyla öpüşüyorlardı. Adeta şehvetle yanıyorlardı. Hareketlerinde hayvani bir tuttu vardı.
Kapı koluna uzandım, lobide mahsur kalıp olanlara daha fazla şahit olmaktan çekiniyordum.
Duvarın titrediğini hissettim, merakla, bakmak için başımı çevirdim.
Taylor kadını yüzüstü masaya yatırmış ve gri elbisesini çıkarmaya çalışıyordu. Sonra kadının iç çamaşırını en son da kendininkini hızlıca çıkardı ve kadının içine girdi.
Şok içindeydim.
Taylor’ın hareketleri hızlandıkça kadın masaya tutunarak dengesini bulmaya çalışıyordu.
"Geri dönmek zorundaydın, değil mi? Dayanamadın."
"Taylor!" diye inledi kadın ve kendini ona doğru ittirdi. "Daha sert. Daha sert!"
Taylor’ın her hareketinde masa tekrar tekrar sallanıyordu. Kaçmak için en iyi zamanın şu an olduğuna karar verdim.
Ben daha kapı koluna ulaşamadan içeriden başka sesler gelmeye başladı: sanki boğulan birinin sesleriydi.
Baktığımda Price'ın ellerini kadının boğazında gördüm, onu boğuyordu.
Price yüklendikçe kadının gözleri yuvalarında fır fır dönüyordu.
Kadın coşku ya da acı içindeydi, anlayamıyordum.
Price bir anlığına ellerini çekince kadının nefes alışı düzeldi ve gözleri kapıya doğru yöneldi.
Bana baktı. Gözlerimin içine. Beni gördü. ~
"Taylor" diye nefes nefese kaldı.
Kapıyı açıp kaçarcasına oradan çıkıp gala salonuna doğru koştum. Burdan bir an önce çıkmam gerekiyordu, arabama doğru uzun adımlarla yürüdüm. Daha hızlı gidebilmek için topuklularımı çıkardım.
TAYLOR
"Bizi gördü. Bundan eminim,” diyen Everly, masadan kalkıp elbisesini giymeye başladı.
Benim sorunum ne? ~
"Ne yapıyorum ben?" diye kendime kızdım.
Bunu nasıl tekrar yapabildim? ~
Kıyafetlerimi olabildiğince çabuk giydim.
Zümrüt gözlerinde bir duygu parıltısı vardı, beni yine baştan çıkarmayı başarmıştı.
Durdu ve şöyle dedi: "Söyleyebilirsin Taylor, sen de biliyorsun. Ben de seni özledim."
"Bu bir hataydı,” dedim, soğukça. Kıyafetlerimi giymeye devam ettim. "Çık dışarı."
Tek kelime etmeden gala salonuna gitmek için odadan ayrıldım.
Kendime gelmeliyim. ~
Kate Dawson'ı bulmalıyım.