S. Glasssvial
MAX
Kalbim göğsümden çıkacak gibi atıyordu. Bitki köklerine ve sivri kayalara tutunarak yavaşça uçurumdan aşağı indim.
Ne kadar korktuğumu belli etmemeye çalışarak, “Az kaldı, Cassie! Dayan!” dedim.
Yüzü bembeyaz olmuştu ve artık tutunmakta zorlanıyordu. Titrek bir sesle, “Ne olur çabuk ol!” diye bağırdı.
Sonunda ona ulaştığımda ayağımı küçük çıkıntıya koydum. Kolumu beline dolayarak, “Tamam, seni tuttum,” dedim.
Başını sallasa da elimden kaydığını hissettim.
Sesi titreyerek, “Max…” dedi.
“Güven bana. Bırak kendini.”
Kocaman açılmış gözleri korku doluydu. Yine de derin bir nefes alıp kendini bıraktı.
Onu sıkıca kavradım, çıkıntıdan destek alarak var gücümle yukarı çektim.
Kollarım acısa da durmadım, onu yavaş yavaş yuvarı çekmeye devam ettim ve sonunda tepeye ulaştık.
Nefes nefese yere yığıldık.
Sırtüstü uzandım. Cassie de kısmen üstümdeydi, gömleğimi sıkıca kavrayarak bana tutunuyordu. O kadar çok titriyordu ki titreyişleri beni de sarsıyordu.
Kalbim hâlâ güm güm atıyordu. Sanki ellerimde hâlâ onu taşıyormuş gibi hissediyordum. Onu kaybedeceğim diye ödüm kopmuştu.
Bir süre ikimiz de hiç kıpırdamadık. O, başını göğsüme koymuş uzanırken ben de ona sıkıca sarılıyordum.
Sonunda başını kaldırıp yaşlı gözlerle yüzüme bakarak usulca, “Max,” dedi.
Islak saçlarını yüzünden çekerek yanağını okşadım. “İyi misin?”
Titrek bir gülüşle, “Evet, sanırım iyiyim,” diye cevap verdi. “Çok teşekkür ederim.”
Gözleri gözlerime kenetlenirken aramızdan sözlere dökemediğimiz duygular geçti.
Korku...
Heyecan...
Büyük bir rahatlama...
“Gördün mü? Her zaman akıllıca davranmıyorum,” diyerek kıkırdadı.
Yüzünü avuçlarımın arasına alıp başparmağımın ucuyla yanağını okşadım.
Geri çekilmedi.
“Max?”
“Evet?”
“Beni…” Yanakları kıpkırmızı oldu. “Öper misin?”
Nefesim kesildi. “Cassie, ben...” Ne diyeceğimi bilemeden yüzüne yaklaştım.
Dudaklarım dudaklarına değdiğinde gözlerini kapattı. Önce nazikçe öptüm, geri çekilmediğini görünce daha tutkulu öptüm.
Dudaklarını aralayıp dilini dilime değdirdiğinde tüylerim diken diken oldu. Öpüşmemiz giderek hararetlenirken aramızda kıvılcımlar uçuştu.
Durmak istemedim. İstesem de duramazdım.
Elleri göğsüme gitti, benimkiler de beline dolandı.
Bir an her şey yok oldu. Ada yoktu, tehlike yoktu, sadece o vardı.
Ayrıldığımızda yüzü mutlulukla ışıldıyordu. “Bu... Harikaydı.”
“Evet,” diye onayladım. “Hiç fena değildi.”
Geçici yuvamıza bakarak biraz daha oturduk.
İşler, çok güzel bir kadınla ıssız bir adada mahsur kalmaktan çok çok daha kötü olabilirdi.
Daha ilk günden zorluklarla karşılaşmıştık. Hem Cassie için hem de kendi akıl sağlığımı korumak için güçlü ve iyimser olmaya çalışsam da benim de içimi kemiren endişelerim vardı.
Ama iyimserlik benim tabiatımda vardı ve hikâyemizin kötü biteceğini düşünmek istemiyordum.
Sonunda ayağa kalkıp ona elimi uzattım. “Hadi, dönelim artık. Bir gün için yeterince macera yaşadık bence.”
Elimi tuttuğu gibi mağaraya yürümeye başladık.
Yol boyunca hiç ellerimizi bırakmadık.
***
Mağaradan içeri girdiğimizde günün gerginliği farklı bir enerjiye dönüştü.
Çıtır çıtır yanan ateşin önünde yan yana oturduk.
Cassie’nin uçurumdan düşmesi, öpüşmemiz derken vücudum hâlâ adrenalin doluydu.
Cassie dizlerine sarılarak oturmuş, dalgın dalgın ateşi izliyordu.
Uzanıp yüzüne düşen bir tutam saçını kulağının arkasına iliştirirken, “Nasıl hissediyorsun?” diye sordum.
Derin bir iç çekti. “Bugün öleceğimi sandım.”
Yutkundum. “Ben de...”
Ürperdiğini görünce hiç düşünmeden dönüp sarıldım.
Hiç tereddüt etmeden yanıma sokulup başını göğsüme yaslandı.
Sırtını okşarken biraz rahatladığını hissettim.
Başının üstünü öptüm, titreşen alevlerin önünde onu sıkıca kucakladım.
Bu gece gözümüze uyku girecek miydi emin değildim ama bildiğim bir şey varsa o da şuydu: Onu asla bırakmayacaktım.
CASSIE
Saatler geçtikçe içimi bir korku sardı. Aklıma hep kötü ihtimaller geliyordu.
“Ya kimse bizi bulamazsa? Ailem kim bilir beni nasıl merak etmiştir.”
“Ya bacağımı kırarsam? Ya hastalanırsak?”
Yanımızda ne doktor vardı ne de ilaç. Acil durum çantasında bulduğumuz birkaç ağrı kesici dışında hiçbir şeyimiz yoktu. Bugün adanın büyük bir kısmını dolaşmamıza rağmen kimseciklere rastlamamıştık. Ya…
Max düşüncelerimi bölerek usulca, “Cassie?” dedi.
Ona döndüğümde göz göze geldik. “Hım?”
“Sen yine mi endişeleniyorsun?”
“Evet, biraz.”
“Evet, kaygı verici şeyler düşündüğünü fark ettim,” dedi, hafifçe gülümseyerek.
Dudağımı ısırdım. “Sadece şeyi düşünüyordum... Ya kimse bizi kurtarmaya gelmezse? Endişelenmememi söyledin ama...”
“İstersen konuşabiliriz. Ya da ağlamak istersen ağlayabilirsin,” dedi, nazikçe sırtımı okşayarak.
Çok tatlıydı.
“Sen hiç endişelenmiyor musun?” diye sordum.
“Sakin kalmaya çalışıyorum,” diye cevap verdi. “Kaygılanmamaya gayret ediyorum.”
“Böyle şeylerden, yani duygularından bahsetmeyi de pek sevmiyorsun, değil mi?”
“Belki... Belki de nedeni, bahsettiğimde kendimi kötü hissetmemdir.”
“Bazen, daha büyük sorunlar yaşayabileceğimizden korkuyorum,” dedim ben de. “Mesela hasta olabiliriz, yerliler tarafından kaçırılabiliriz ya da kafamıza yıldırım düşebilir... Hatta korsanlar tarafından öldürülebiliriz bile!”
“Korsanlar mı?” diye güldü.
“Evet, Max,” dedim, göğsüne şaka yollu vurarak. “Modern olanları tarafından, mesela kaçakçılar gibi. Kancadan bir eli ya da tahta bacağı olanlardan değil.”
“Biliyorum, dalga geçmek için gülmedim,” derken gözleri ateşin ışığında parlıyordu. “Sadece bunu söylerken yüzünün aldığı hâl ve hayal gücünün genişliği hoşuma gitti.”
“Ama yine de,” diye devam etti. “Bu yaşadığımız bir film değil, Cassie. Bence öyle şeyler sadece filmlerde olur.”
“Peki, bir filmde olsaydık başımıza ne gelirdi sence?” diye sordum.
“Film mi?” deyip biraz doğruldu. “Bilmiyorum. Pek film izlemem.”
Çok yorgun olmama rağmen uyumak istemiyordum. Issız bir adadaydım, istersem yarın bütün gün uyuyabilirdim. Şu an sadece, Max ile sohbet etmeye devam etmek istiyordum.
“İzlemez misin?” diye sordum.
“Hayır. Hep meşgulüm. Sporla, arkadaşlarımla takılmakla, dışarı çıkmakla, okulla ya da işle...” diye omuz silkti. “Sen söyle o zaman. Mutlu sonla mı biter?”
Gerçekte kurtarılacağımızdan emin olmasam da eminmiş gibi davranmaya çalışarak, “Ah, tabii ki,” diye cevap verdim.
“Kesinlikle kurtarılacağız ama önce büyük bir kavga edeceğiz…”
“Aa, ben seninle kavga etmek istemiyorum!” diye karşı çıktı Max.
“Ama sonra barışacağız,” diye güldüm. “Kavga sırasında ben çok aptalca bir şey yapacağım, mesela senin kadar yetenekli olduğumu göstermek için fırtınada tek başıma adayı keşfe çıkmak gibi. Sonra düşüp ayak bileğimi inciteceğim. Tabii ki sen beni kurtarmaya gelecek ve mağaraya kadar taşıyacaksın.”
“Yani bütün maceran boşa mı gidecek?”
“Yani, ama yine de beni kurtarman gerekecek. Tabii ben de senin ateşin çıktığında sana bakacağım için senin kadar becerikli olduğumu göstermiş olacağım.”
“Aslında, dün bunun ilk yarısını yaptık sanırım,” diye güldü.
Ölümden döndüğüm o anlar aklıma gelince istemsizce ürperdim.
“Peki sonra? Hasta olduktan sonra iyileştiğimde ne olacak?” diye sordu.
“Şey, sonra yine birlikte zorlukların üstesinden geleceğiz. Bu arada biraz daha yakınlaşacağız. Sonra... Sevişeceğiz,” dedim, kaşlarımı imalı imalı oynatarak.
Şaka yapıyor olmama rağmen kalp atışlarım hızlanmıştı.
“Öyle mi?” diye fısıldadı, yutkunarak.
“Bir filmde olsaydık evet…”
Birkaç saniye sessizce bakışırken Max’in bakışları yavaşça dudaklarıma kaydı. Hafifçe alt dudağını yaladı.
Vay, çok seksi…
Güzel ânımız bir gök gürültüsü ile bölününce çığlık attım.
Kendime geldiğimde, “Of, ödümü kopardı,” dedim ve ikimiz de gülmeye başladık.
Tekrar uzanarak, “Hâlâ yağmur yağıyor,” dedi.
Gözlerim çıplak göğsünden yavaşça aşağıya, pantolonundaki büyük çıkıntıya kaydı. Evet, kesinlikle büyüktü.
Eski sevgilimin bende beğendiği bir şey varsa o da çok iyi oral seks yapmamdı. Gerçi bu yeteneğim bile onu beni aldatmaktan alıkoymamıştı ama bayıldığını biliyordum. Gerçekten, beğendiği kadar vardı.
Beş yıl boyunca haftada birkaç kez yaptığım için artık uzman olmuştum.
Bu yeteneğimle Max’in de ayaklarını yerden keseceğimden emindim.
Karnımda garip bir sıcaklık hissettim. Daha doğrusu, bacaklarımın arasında...
Mağarayı inleten bir gök gürültüsü daha duyulduğunda çığlık attım, o can simidimmiş gibi Max’e sarıldım.
Böyle göğsüne sokulmuş, dururken kalbim küt küt atıyordu.
Sonunda başımı kaldırdığımda bana baktığını gördüm.
Aramızda tuhaf bir elektriklenme oldu ve ben fazla düşünmeye fırsat bulamadan eğilip alnımdan öptü.
Yaptığımız derme çatma yatağa doğru ilerlerken sesim titreyerek, “Uyusak mı acaba?” dedim. “Zor bir gün oldu.”
“Belki de... Ama istediğin bu mu?”
Tam olarak ne istediğimi biliyordum ve kesinlikle uyumak değildi. “Hayır, değil...”
Yanıma uzandı, sıcacık vücudu benimkine değiyordu. “Ben de istemiyorum. Daha çok...” Kolunu belime doladı. “Yani, sen de istiyorsan tabii ki... Şey... Sana yakın olmak istiyorum.”
Dönüp usulca, “Yakın olabiliriz,” diyerek öptüm.
Öpüştük, hem de öncekinden daha tutkulu bir şekilde. Onun elleri vücudumda dolaşırken benim parmaklarım saçlarında geziniyordu.
Pantolonun üstünden dimdik ereksiyonunu hissedebiliyordum. Çok tahrik olmuştu. Ben de aynı şekilde hissediyordum.
Dudaklarıma doğru, “Ah, Cassie, seni istiyorum...” deyip sustu.
Doğruldum. O da doğrulmaya çalışınca onu geri ittim. “Ben de seni istiyorum. Seni ağzımla tatmin etmek istiyorum.”
Bacaklarının arasını avuçlayarak, “Sen de istersen tabii,” diye ekledim.
Mağaraya dönerken yaptığımız sohbette, Max daha önce oynaşmaktan fazlasını yapmadığını söylemişti. Yani, en fazla elle tatmin olmuştu ama oral seks… Bunun oynaşmaya dâhil olmadığından oldukça emindim. Yani, belki de istemiyordu. Ama öyle olduğunu sanmıyordum.
“Sen…” diyerek yutkunurken göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu. “Ciddi misin?”
“Çok ciddiyim.” Elimi pantolonuna sokup penisini kavradım, avucumda olması hoşuma gitmişti. “Bunu senin için gerçekten yapmak istiyorum.”
Penisini pantolonundan çıkarıp okşarken ben de zevk aldım. Kaya gibi sertti, başparmağımla işaret parmağımın arasına zor sığıyordu.
Derin bir nefes alarak, “Cassie...” dedi.
Dudaklarından öpmeden önce, “İstediğinden emin misin?” diye sordum.
“Evet,” deyip dudaklarıma bir öpücük daha kondurdu.
“Çünkü seni zorlamak istemi…”
“Yüzde yüz eminim.”
“Güzel,” diye kıkırdadım. “O zaman şu pantolonu çıkaralım da sen sadece rahatla ve keyfini çıkar.”