Mafyanın Kancasında - Kitap kapağı

Mafyanın Kancasında

Sofia

Bölüm 4

ENRIQUE

Banyodan çıktığımda ofis boştu. Hope tüm eşyalarını alıp gitmişti. Lanet olsun neden böyle çekip gitmişti ki? Ama bir bakireye göre inanılmazdı...

John’u arayıp, “John, Hope ve arkadaşları ayrıldı mı?” diye sordum.

“Evet. Birkaç dakika önce hep beraber aceleyle çıktılar,” dedi.

“Lanet olsun. Bana hemen ev adresini bul. Daniel Anderson'ın kızı olduğuna göre bulman zor olmaz,” deyip cevabını beklemeden kapattım.

Yarı dolu kulübe bakarken Hope’un o daracık vajinasına girdiğim anları hatırlayıp yeniden sertleştiğimi hissettim.

“Seninle işim bitmedi, tigre...”

HOPE

Akşamdan kalma uyanmak yeterince zorken hem akşamdan kalma hem de bacak ağrısıyla uyanmak korkunçtu.

Bütün hafta sonunu ya yatakta ya mutfakta ya da jakuzide geçirmiştim. Cuma gecesi olup bitenler aklımdan çıkmıyordu.

Yanlış anlamayın; yaptıklarıma asla pişman değildim. Bekâretimi kaybettiğim için endişelenmiyordum. Üstelik Enrique de ne yaptığını biliyor gibi görünüyordu. İkimizin de zevk aldığı bir deneyim yaşayıp tecrübe kazanmıştım.

Şu an, bugün ne giyeceğimi düşünüyordum. Normalde bir şey düşünmeden rastgele giyinirken artık bundan o kadar emin değildim.

Yirmi dakika kadar dolabıma baktıktan sonra düz bir kot pantolonla beli açık bir bluz çıkardım. Daha önce giydiklerimden çok daha iyi olsa da yine de çok açık bir kombin değildi.

Seçimimden memnundum.

Okula gittiğimde Lana'dan bugün okula gelemeyeceğini, sebebini daha sonra açıklayacağını söyleyen bir mesaj aldım. Hemen Sofia'ya mesaj atıp benimle dolabımın önünde buluşmasını söyledim.

Sofia, “Selam, bebeğim,” deyip sımsıkı sarıldı.

Sonunda beni boğarcasına sarılmayı bıraktığında, “Selam,” deyip derin bir nefes aldım.

Pazartesi sabahı için fazla mutlu görünüyordu.

“Çabuk anlat.”

Sadece masum masum gülümsese de ısrarla bir cevap bekledim.

İç çekerek, “Tamam,” dedi.

Gülümseyip kitaplarımı aldım.

“Kulüpte bir adam vardı. Görünüşe göre kulübün sahibinin baş korumasıymış,” dedi. Gülümsemesine bakılırsa o geceyi düşünüyordu.

Düşüncelerini bölerek, “Öyle mi?” dedim.

“Sen gittikten sonra yanımıza gelip bir içki ısmarlamayı teklif etti. Sonra uzun süre dans ettik. Belki biraz öpüşmüş de olabiliriz.” Son cümleyi mümkün olduğunca sessiz bir şekilde söyledi.

“Biraz,” derken bundan çok daha fazlasını kastettiğini düşünüp sırıttım.

“Tamam, tamam. Belki 'birazdan' fazlasıydı.”

Sadece başımı salladım. Asıl benim yaptıklarımı bilseydi...

“Neyse, bu sabah bana çıkma teklif etti.”

“Peki, ne zaman buluşacaksınız?” diye sordum. Bu adamın kim olduğunu gerçekten bilmek istiyordum ve bir şekilde öğrenecektim.

“Önümüzdeki cuma,” deyip kocaman gülümsedi. Bu kız gerçekten kendinde değildi. Adam Sofia’nın aklını başından aldığına göre gerçekten inanılmaz bir şey yapmış olmalıydı.

“Hadi, küçük âşık. Gitmemiz gereken bir ders var,” deyip kolundan tutup psikoloji dersinin yapılacağı sınıfa götürdüm.

***

Ders çalışıp binicilik derslerime devam ederek geçirdiğim hafta hiç sıra dışı bir şey yaşanmadan çabucak geçmiş, cuma günü gelip çatmıştı. Şu an okuldan eve dönüyordum.

Her gün kalbini kaptırdığı korumadan bahsederek başımı şişiren Sofia bugün nihayet susacaktı.

Adamın adını ya da nasıl göründüğünü söylememiş olsa da nereye gideceklerini biliyordum. Ben de oraya gideceğim için aşçıma bu gece dışarıda yiyeceğimi söyledim.

Arabadan inince üstümü bile değiştirmeden doğruca ahıra gittim. Bugün ata binmeyeceğim için özel kıyafet giymenin anlamı yoktu.

Willow’u okşayarak, “Selam, bebeğim,” dedim. Bir haftalık sıkı eğitimden sonra oldukça sakin ve yorgun görünüyordu. Yularından tutup ahırdan çıkardım.

Beş dakikalık bir yürüyüşten sonra batan güneşin altında sakince otlayan atların olduğu tarlaya ulaştık. Willow kapıyı açıp yularını bıraktığım an diğer atların yanına koştu.

Aynı noktada biraz daha durup güneşin batışını izledim. Kırmızı gökyüzünün altında huzurla otlayan atlar gerçekten görülesi bir manzaraydı.

Eve dönerken bu hafta ilk kez Enrique'yi düşündüm. Geçen cuma olup biten her şeyi düşündüm. Sadece bir hafta önce yaşanmış olmasına rağmen üzerinden yıllar geçmiş gibiydi.

Dudaklarını hâlâ çıplak tenimde hissedebiliyordum. Beni orgazm ettiğindeki inlemelerim hâlâ kulaklarımdaydı. Beni yalvartmıştı ki bunu asla başka bir adama yapmamıştım.

Zaten başka bir adam da olmamıştı. Enrique gerçekten güçlü biri olsa da beni diz çöktürecek kadar güçlü değildi.

Eve girince hızlı bir duş alıp, makyaj yapıp, babamın on ikinci sınıfı bütün derslerden A alarak bitirdiğim için hediye ettiği elbiseyi giydim.

Valentino tarafından tasarlanmış siyah dantelli, omzu açık, hatlarımı güzel bir şekilde ortaya çıkaran, çok şık bir mini elbiseydi.

Aynaya bakarken bir şeyin eksik olduğunu düşünüp, banyoya gidip kan kırmızısı rujumu sürdüm.

Görünümüm şimdi tamamlanmıştı.

Yüksek topuklu, siyah Louboutin ayakkabılarımı giyerken ne ara salaş kıyafetlerden tasarım kıyafetlere geçtiğimi düşündüm.

En azından okuldan biriyle karşılaşma ihtimalim yok, ~diye düşünerek rahatlamaya çalıştım. Kimsenin beni böyle görmesini istemiyordum. Bu hâlimle hiç kendime benzemiyordum.

Dışarı çıktığımda şoförüm arabanın önünde beni bekliyordu. Yolcu kapısını açtığında teşekkür edip arabaya bindim.

Nazik bir şekilde, “Nereye gidiyoruz, hanımefendi?” diye sordu.

Artık adını öğrensem iyi olur.

“Park Sokak’taki Hilton Otel, lütfen,” dedim.

Otuz dakika sonra otelin önündeydik. Şoföre beni getirdiği için teşekkür edip birkaç saat sonra gelip almasını söyledim.

Kapıya ilerlerken birkaç erkeğin bana baktığını fark ettim. Otelin önünde bekleyen güvenlik görevlisi beni selamlayıp kapıyı açtı. İçeri girince asansöre binip en üst kata çıktım.

Kapılar açılır açılmaz müzik ve insan sesleri duydum. Dikkatimi ilk restoran çekse de barın daha iyi bir seçenek olduğuna karar verdim.

Sol tarafta bekleyen güzel kadının yanına gidip tek kişilik bir masa istedim. Beni hemen pencerenin yanındaki bir masaya götürdü.

İçecek menüsünü inceleyip cin tonikte karar kıldım. Çıktığı gizemli korumanın kim olduğunu görmek için arkadaşımı gözetlemek zorundaydım.

Bir garson, “Ne alırsınız, hanımefendi?” diye sorunca daldığım düşüncelerden çıktım.

“Bir cin tonik, lütfen. Sert olsun.”

Garson başını sallayıp ayrıldı.

Hemen telefonumu çıkarıp Sofia'ya mesaj attım.

SofiaRandevun nasıl gidiyor?

İçkim birkaç dakika sonra geldi. Hemen arkasından da telefonum titredi.

SofiaRestorana yeni geldik. Bu arada tam bir beyefendi.

Hadi bakalım, bu adamın kim olduğunu bulalım.

İçeceğimi alıp bardan çıkarken çok pahalı bir takım elbise giymiş biriyle çarpışmaktan son anda kurtuldum.

“Affedersiniz,” deyip yoluma devam etmeye çalışırken iki el tarafından durduruldum.

“Nereye gidiyorsun, tigre?”

Enrique’nin kalın, seksi sesi kulağımı okşadı.

Onu gördüğüme inanamamış gibi, “Enrique sen misin?” dedim.

“Ta kendisi, bebeğim,” diye fısıldayıp kulak mememi ısırdığında zaten büyük olan egosunu daha büyütecek bir inilti çıkardım.

Ondan ne kadar etkilendiğimi anlamaması için, “Burada ne yapıyorsun?” diye sordum.

“Bunun bir önemi yok. Asıl o gün neden çekip gittiğin hakkında konuşalım.”

“Niye kalacaktım ki?” dedim. Tek gecelik bir ilişki için neden bu kadar yaygara koparıyordu?

Baştan çıkarıcı bir sesle, “Çünkü penisim senin içinde olmayı arzuluyor,” diye fısıldadı.

Ne kadar ukala bir pislik olduğunu bilmeme rağmen heyecanlanıp bacaklarımı sıkmama engel olamadım. Anlamaması için numaradan göz devirip sıkıca tuttuğu kolumu geri çektim.

“Bir daha öyle bir şey yaşanmayacak. Ne bugün ne de başka bir zaman,” dedim. Bunu oldukça sert bir şekilde söylemeye çalışsam da sesim bir fısıltıdan farksız çıkmıştı.

Söylediklerimin tek bir kelimesine bile inanmamış gibi sırıttı. Aslında ben de kendime inanmamıştım.

“Bunu göreceğiz, tigre. Çok yakında sana dokunmam için yalvaracaksın,” deyip beraber geldiklerini düşündüğüm bir grup adama doğru yürüdü.

Yalan söylemiyordum. Ondan ne kadar etkilenirsem etkileneyim bana bir daha dokunmasına asla izin vermeyecektim.

Bardağımı bırakıp, siparişimi alan garsona otuz sterlinlik bir banknot uzattıktan sonra tuvalete gittim.

İyi göründüğümden emin olmak için kendime çekidüzen verdim. Geleli yarım saat bile olmamışken şoförümü arayıp dışarıda beklemek zorunda kalacaktım.

Bravo! Geceni ziyan etmeyi başardın, Hope…

Dışarı çıktığımda, elinde şampanya kadehiyle aynanın önünde resim çekilen Sofia’yı görünce en azından arkadaşımın iyi vakit geçirdiğini düşündüm.

Fotoğrafını çeken adamı görmek için yanlarına yaklaştığımda çok tanıdık, sinir bozucu bir simayla karşılaştım.

John…

“Sofia’nın pisliklere düşkün olduğunu bilmiyordum,” diye mırıldandım.

“O kadar da kötü biri değil bence.”

Sesin sahibini görmek için arkama döndüğümde tabii ki yine Enrique ile karşılaştım.

Yanından geçip giderken, “Hoşça kal Enrique,” dedim. Onu bir daha görmek istemiyordum.

“Görüşürüz, tigre...”

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok