Annie Whipple
BELLE
Söylediği gibi duş almamın imkânı yoktu. Peşime düşmeden önce ne kadar zamanım olduğunu kim bilebilirdi?
Üzerime sardığım battaniyeyi yere atıp taytımla sütyenimi hızla yerden aldım. Banyoya gittim. Önce duşun suyunu açtım. Sahiden duş aldığımı düşünürse, bu bana daha fazla zaman kazandıracaktı.
Bir süredir tuvalete çıkmadığım için tuvaleti kullandıktan sonra sütyenimle taytımı giydim.
Banyo kapısına baktım. Evet, buradan kurtulmanın zamanı.
Suyu açık bırakarak banyodan çıkıp pencereye doğru ilerledim.
Odaya bağlı bir balkon olduğunu yeni fark etmiştim. İş görür.
Dışarı çıkmadan önce bavuluma özlemle baktım. Onu da yanıma almak istiyordum ama beni yavaşlatmasına izin veremezdim.
Buradan kurtulduktan sonra bavulumu polislere aldırmam gerekecekti.
Balkona çıktım. Vay canına. Acayip yüksekti. Altımda otelin birkaç katı vardı. Yukarı baktım. Üstte başka kat göremedim.
En üst kattaydık. Resmen en üst kattaydık.
Buradan çıkmamın başka bir yolu var mıydı?
Giriş kapısı mutfağın yanındaydı ve Grayson kahvaltı hazırladığı için ona yakalanmadan oraya ulaşmanın bir yolu yoktu. Bu yüzden bu bir seçenek değildi. Ve başka bir kapı da görmemiştim.
Sol tarafıma baktım. Yan odadaki pencerenin dışında bir merdiven vardı. Yangın merdiveni olduğunu tahmin ettim.
Bu işime yarayabilirdi!
Koşarak odadan çıkıp yandaki odaya gizlice girdim. Grayson’la kaldığımız odanın tıpatıp aynısıydı. Pencereye ulaşıp iterek açtım. Dışarı tırmanıp yangın merdivenine doğru ilerledim.
Tanrım, buradan gerçekten kurtuluyorum.
~Mümkün olduğunca sessizce merdivenlerden koşarak indim. Önünden geçeceğim bir sonraki pencerenin Grayson’ın bulunduğu kata çıkacağının farkındaydım. Temkinli, hızlı ve sessiz olmam gerekiyordu.
Tam katın önünden geçecekken duraksadım. Pencere açıktı. Pencere köküne kadar açıktı. Bu işleri çok daha zorlaştıracaktı.
Bunu yapabilirim. Bunu yapmak zorundayım.
~İçeriye göz ucuyla bile bakmadan pencerenin yanından hızla geçtim.
Tam bir sonraki kata ulaşacağım merdivenlere geçmiştim ki birinin el bileğimi kavrayarak beni geriye çektiğini hissettim.
Pencereden içeri çekilip birinin omzuna atıldığımda avazım çıktığı kadar bağırdım. Beni yakalayanın sırtına vurup onu tekmelemeye çalışsam da nafileydi.
“Hayır! İndir beni!” diye bağırdım. “Bırak beni!”
İlk başta beni Grayson’ın yakaladığını düşündüm. Ama temasımızda ne bir kıvılcım ne de iyi yönde bir çekim vardı.
Ardından Grayson’ın, “Onu buraya getir, Kyle,” dediğini duydum.
Mutfağa götürülüp tezgâhın üzerine oturtuldum. Grayson yanımda durmuş, ocaktaki tavada yumurtaları karıştırıyordu.
Rahat bir tavırla bana bakarak, “Selam,” dedi.
Sertçe yutkundum. Acaba kızmış mıydı? Kaçmaya çalıştığımı biliyordu.
Derin bir nefesle, “Selam,” dedim.
Odağını çırptığı yumurtalardan ayırdı. “Kyle, gidip üst kattaki duşu kapatır mısın lütfen?”
Kyle başıyla onayladı. “Elbette, Alfa.” Bana son bir kez bakıp gülümsemesini gizlemeye çalışarak dudağını ısırdı. Karşılık olarak ona dik dik baktım.
Başını iki yana sallayıp kıkırdayarak uzaklaştı.
Kaçma teşebbüsüm yine başarısız olmuştu. Şimdi B planına geçmek zorundaydım. Yani, Grayson bana güvenene kadar tatlı ve uslu davranıp sonrasında buradan bir şekilde kaçacaktım.
Grayson arkasındaki mutfak adasına dönüp çilekleri kesmeye başladı.
“Demek duş almak istemedin, öyle mi?”
Bu soruya nasıl bir cevap vermem gerekiyor? ~“Şey… Hayır.”
“A-ah…” Grayson yanımdaki dolabı açıp bir kâse aldıktan sonra kestiği çilekleri içine koydu.
“Dışarıda ne işin vardı?”
“Ben… Şey…” diye kekeledim. “Biraz temiz hava almak istemiştim!”
İnandırıcı bir bahane, değil mi?
~ Kâseyi yanıma, tezgâhın üzerine koyarken, “Yangın merdiveninde mi?” diye sordu.
“Neden odamızdaki balkona çıkmadın?” Çırpılmış yumurtaya geri dönerek ocağı kapattı.
Evet, balkona neden çıkmadım? ~Harika bir soruydu. Kucağıma baktım.
“Şey… Ben… Aslında…”
Grayson elini aniden dizime koydu.
“Şunu dene bakalım,” diyerek parmağını ağzıma soktu. Parmağındaki her neyse tadı inanılmazdı. Tatlı ve limonluydu.
Parmağı ağzımdayken bakışlarımı Grayson’a diktim. Gözleri kapkaraydı. Parmağı tatmin edici bir sesle ağzımdan çıkana kadar başımı geriye çektim.
Derin ve boğuk sesiyle, “Beğendin mi?” diye sordu.
Başımı onaylarcasına salladım.
“Limonlu çörek için,” diye açıkladı. Gözlerini dudaklarımdan ayırmıyordu. “Şurada bir şey kalmış.”
Bacaklarımın arasına yerleşip elini enseme koyarak yüzümü kendine çekti.
Onu sertçe itmeyi düşünsem de uslu davranma planımı bu kadar hızlı bozmak istemiyordum.
Alt dudağımı dudaklarının arasına alıp emerek temizledi.
Kendimi kontrol edemeyip öpüşmeyi derinleştirmek için ona doğru eğilsem de o aniden geri çekildi.
“Ah, çok pardon,” dedi. “Sana dokunmamı istemediğini unutuverdim.”
İtiraf etmek gerekirse ben de unutmuştum.
Ona pis pis baktım. Ne yaptığını gayet iyi biliyordum. Beni bu kadar heyecanlandırıp sonra da geri çekilemezdi. Hiç adil değildi.
Sözlerimi geri almam için bana meydan okurcasına baktı.
Hayır, sözlerimi geri almayacaktım.
Elini yanağıma koydu.
“Bir dahaki sefere seni öptüğümde, bunu sen istemiş olacaksın.”
Bu meydan okumaya da vardım. Onu bir daha asla öpmezdim, olur biterdi. Kendi kendime, Zaten onu öpmek de istemiyorum! dedim.
Ben başımı onaylarcasına salladıktan sonra uzaklaştı.
Gözlerinin karardığını fark edince konuyu değiştirmeye çalıştım.
“Gözlerin neden kararıyor?”
Gözleri ilk defa karardığında beni gerçekten korkutmuştu. Nihayetinde normal bir değişim değildi. Ama bunu birçok kez gördüğüm için alışmaya başlamıştım.
Hatta alışmakla kalmıyor, neredeyse sakinleştirici buluyordum. Grayson’ın kapkara gözlerinde beni içine çeken, korunduğumu ve güvende olduğumu hissettiren bir şey vardı.
Gözlerini bana çevirdi. Hâlâ simsiyahlardı. “Uzun hikâye.”
“Zamanım var.” Yakın zamanda buradan kurtulamayacağım ortadaydı.
Dolaptan bir tabak alıp yaptığı yumurtaları tabağa servis etti. Sonra odanın uzak köşesindeki şatafatlı yemek masasına yürüdü. Masanın kahvaltılıklarla dolu olduğunu o anda fark ettim.
Kruvasanlar, krepler, meyveler, hamur işleri, mücverler, yumurtalar, pastırmalar, sosisler, kristal cam sürahilerde kahve, meyve suları ve çok daha fazlası vardı.
Devasa masaya ağzım açık bakakaldım.
Grayson şaşkın ifademi görünce duraksadı.
“Neleri sevdiğini bilmediğim için aklıma gelen her şeyi hazırladım. Bazılarını kendim yaptım, bazılarını da oda servisinden sipariş verdim.”
“Biraz fazla olmamış mı?” diye sordum.
Gülümseyerek yanıma geldi. “Sadece canının istediğini ye, aşkım.”
Karşımda durup bir çocukmuşum gibi beni kucağına alarak bacaklarımı kendine sardı.
Tam itiraz ederek beni yere indirmesini isteyecekken ona iyi davranmam gerektiğini kendime hatırlattım. Grayson’ın bana güvenmesi gerekiyordu.
Bu yüzden kollarımı boynuna sararak başımı omzuna yasladım.
Kollarıyla beni sıkıca sararken göğsünden derin bir hırlama duydum.
Beni kucağından ayırmadan masanın başındaki sandalyelerden birine oturdu. Önümüzde iki tabak çekti. Kucağında oturmak rahatsız ediciydi. Biraz kıpırdandım.
“Kendi sandalyemde oturabilirim,” dedim.
“Hayır. Bana ne kadar yakın olursan, bu geçiş senin için o kadar kolay olur.”
Tabağıma biraz yumurta koydu. Sonra da krep. Biraz pastırma. Bir adet çörek. Ve kol mesafesinde duran diğer her şeyi.
“Hepsini bana mı koydun?” diye sordum. Hepsini yiyeceğimi düşünüyor olamazdı.
“Ne istiyorsan onu ye bebeğim. Dün uçağa bindiğinden beri boğazından bir şey geçmediğini biliyorum. Sadece enerji almanı istiyorum.”
Ah, çok tatlı. Benimle ilgilenmek istiyor. ~İnsan kaçıran tiplere nazaran belli ki iyi biriydi.
Yine de tabağımdakilere temkinle baktım. Ya onların içine bir şey kattıysa? Ya yemekler zehirliyse?
Nefesini kulağımda hissettim. “Dışarıdan yiyeceklere karşı temkinli olmana sevinmekle birlikte, bunları yemeni istiyorum. İçlerinde zararlı bir şey olmadığına yemin ederim, Belle.”
Kendini kanıtlamak için çöreğimden bir ısırık aldıktan sonra tabağıma geri koydu.
“Şimdi ye.”
Titreyerek çatalımı tutup bir lokma yumurta aldım.
Başını onaylarcasına sallayıp kendi tabağını doldurmaya başladı.
Ben tabağıma gömülürken birkaç dakikalık sessizlik oldu. Ne kadar acıktığımı fark etmemiştim. Ayrıca, buradan kaçmak için gücümü toplamam gerekecekti.
Yiyebildiğim kadar yeme niyetindeydim. Yemekler de gerçekten çok lezzetliydi.
Nihayet yavaşladığımda, Grayson’ın bir yandan beni izlerken bir yandan da bacağımı okşadığını fark ettim.
Gerginlikle kıpırdansam da elini itmemeye karar verdim. Fazla yakınlaşmadığı sürece bana dokunmasını tolere edebilirdim.
Grayson, “Biraz daha ye,” dedi.
Arkama yaslanıp tabağı kendimden uzaklaştırarak başımı iki yana salladım. “Biraz daha yersem patlayabilirim.”
“Doğru ya. Bizim kadar fazla yiyemeyeceğini unutmuşum.”
Tekrar ona baktım. “Biz mi? Biz derken?”
Grayson başını sallayarak iç çekti. “Artık biraz dinlendiğine ve vücuduna biraz besin girdiğine göre, sanırım sorularına cevap vermeye başlayabilirim.”
Tek eliyle yüzünü ovuşturduktan sonra bedenimi yavaşça kendine çevirdi.
“Lütfen korkma.”
Duyacaklarımı bilmememe rağmen, “Tamam…” dedim.