Kelsie Tate
Birkaç saat sonra araba otoyoldan ayrıldı ve iki şeritli eski bir yola girdi. Yol sık ağaçların arasından geçiyor, ağaçların arasından ay bile görünmüyordu.
Görülebilen tek ışık, aracın farlarıydı. Autumn geceye baktı, içine itildiği yeni hayattan şimdiden bıkmıştı.
“Geldik,” dedi Thomas sessizce.
Autumn ileriye baktı. Ağzı bir karış açık kalmıştı, şoktan gözleri genişledi.
Karanlığın içinde ışıklarla aydınlatılmış devasa bir saray vardı. Dışı beyazdı, sütunlarında ve evin bazı bölümlerinde taş detaylar vardı. En az üç, belki de dört katlı olmalıydı.
Süslü duvar tasarımları inanılmaz sayıdaki pencereleri çerçeveliyordu ve aklına gelen ilk şey, tüm bu pencereleri temizlemek zorunda kalacak kişi olmaktan nasıl nefret edeceğiydi.
Kusursuz bir şekilde kesilmiş çitler ve çiçekli çalılar binanın etrafını çevreliyordu. Geniş bahçenin önünde çiçeklerden ve çalılardan oluşan bir labirent ve ortasında büyükçe bir çeşme vardı.
Arabayla evin önünden geçerken Autumn hayranlıkla etrafı inceliyordu. Daha önce hiç böyle bir yer görmemişti.
Araba sarayın yan tarafına yanaştı, burada küçük bir kameriye vardı.
Thomas arabanın kapısını açarken, “Burası hizmetkârların girişi,” dedi. “Saraya sadece buradan girip çıkacaksın. Asla ön kapıyı kullanmayacaksın.”
Autumn kaşlarını çatarak arabadan inen Thomas’ı takip etti. İçeri girdiklerinde karanlık bir koridorda yürümeye başladılar.
Saat geç olmuştu, neredeyse ondu. Baş hizmetçi hariç hizmetkârların çoğu gece için odalarına çekilmişti bile.
Thomas eliyle Autumn’u işaret etti. “Bu Autumn, yeni hizmetçi. Yüksek Dağ’ın ihanetinin bedeli.”
Thomas dönüp Autumn’a gülümsedikten sonra, “Saraya hoş geldin,” dedi ve onu kadınla yalnız bırakarak uzaklaştı.
“Ben Bayan Timmons, baş hizmetçiyim,” dedi kadın Autumn’u tepeden tırnağa süzerken. “Beni takip et,” diye homurdanarak arkasını döndü ve koridorda yürümeye başladı.
En üst kata çıkan üç kat merdiveni tırmandılar. “Bu kat hizmetkârların odası. Aşçılar dışında sarayda çalışan herkes burada yaşıyor.”
“Marie’nin yanında kalacaksın, senin yaşlarında. İş için aksi söylenmedikçe sokağa çıkma yasağı saat onda. Sarayda dolaşmak yok.”
Koridorun ortasında durduklarında Bayan Timmons, Autumn’a döndü.
“Burası senin odan. Satıldığını düşünürsek yanında hiç kıyafet yoktur diye düşünüyorum. Eski süründen eşyalarının gönderilmesini sağlayacağım.”
“Bu gece Marie’den kıyafet ödünç alabilirsin. Üniforman yarın sabah sana verilecek. Saat altıda işe başlıyoruz ve geç kalmak gibi bir seçeneğimiz yok. İyi geceler.”
Autumn hafifçe gülümsedi. “Teşekkür ederim. İyi geceler.”
Bayan Timmons’ın sertleşmiş yüzü bir an için yumuşamıştı. “Saraydaki hizmetkârların birçoğunun seninkine benzer bir durum nedeniyle burada olduğunu göreceksin. Evini terk etmek zorunda kaldığın için üzgünüm. Elimizden geldiğince bu kötü durumu güzelleştirmeye bakalım.”
Autumn kapıyı tıklatıp içeriye girmeden önce nezaketi için teşekkür ederek kadına gülümsedi. “Merhaba?”
“Burada konsantre olmaya çalışıyorum! Ne var?” diye bağırırken Marie olduğunu tahmin ettiği kız kapıyı açtı.
“Ben Autumn. Bayan Timmons yeni oda arkadaşın olduğumu söyledi.”
Kız şaşkınlıkla başını kaldırdı. “Ah! Özür dilerim!” Eğildi ve tokalaşmak için elini uzattı. “Ben Marie. Tanıştığımıza memnun oldum.”
“Ben de memnun oldum,” diye cevap verdi Autumn.
Marie başıyla odanın karşısındaki yatağı işaret etti. “O yatak senin. Bana bir dakika ver, sana saray hakkında bilgi vereyim.”
Autumn gülümseyerek yatağa oturdu. Marie’nin küçük bir kutuya benzeyen şeyi dikkatle yapıştırmasını izledi.
Marie ellerini kaldırarak doğruldu. “Bitti!” Kutuyu yavaşça yatağının yanındaki masanın üzerine koydu.
“Buraya kendi isteğinle mi geldin?” diye sordu Marie, Autumn’a yaklaşıp yatakta yanına otururken.
“Hayır,” dedi Autumn kaşlarını çatarak. “Sen?”
“Bunu duyduğuma üzüldüm,” dedi üzgün bir yüz ifadesiyle. “Benim için her ikisinden de biraz var.”
Autumn merakla ona bakarken Marie devam etti. “Ailem birkaç yıl önce bir baskında öldürüldü. Gidecek başka yerim olmadığı için burada bir iş buldum.”
“Anlıyorum,” diye cevap verdi Autumn. “Anlıyorum. Benim ailem de öldü.”
Marie gülümsedi. “Pekâlâ, sana giymen için bir şeyler bulalım. Yarın benimle birlikte çalışıp çalışamayacağına bakacağım.”
“Kulağa hoş geliyor, teşekkür ederim,” diye karşılık verdi Autumn usulca.
***
Autumn o gece sessizce ağlayarak uykuya dalmıştı.
İçinde her duyguyu hissediyordu, ona yaptıklarından dolayı sürüye öfke, hayatının geri kalanını burada geçireceği için üzüntü ve muhtemelen planladığı gibi bir eş ya da yeni bir yuva bulamayacağı için hayal kırıklığı.
Marie’nin beş buçukta çalan alarmıyla Autumn gerindi ve gözlerindeki uykuyu sildikten sonra esnemeye başladı.
Marie giyinmek için yatağından kalkarken, “Alışırsın,” dedi. Tam Bayan Timmons kapıyı çaldığı sırada üniformasını giymişti.
“İşte üniforman Autumn. Üstünü değiştir ve benimle aşağıda, dün gece geldiğin hizmetçi salonunda buluş.”
“Peki hanımefendi,” dedikten sonra Autumn üniformasını giydi ve Marie ile birlikte aşağıya indi.
“Bayan Timmons,” dedi Marie ona yaklaştıklarında. “Acaba bugün ona etrafı gezdiren kişi ben olabilir miyim? Ne yapacağını ve nereye gideceğini öğrendiğinden emin olurum.”
Bayan Timmons başını salladı. “Olur,” dedikten sonra Autumn’a döndü. “Yarın sana ev işlerinin ve görevlerinin listesini vereceğim.”
Marie’yi koridorda takip edip ana saraya açılan kapıdan geçmeden önce Autum, “Peki efendim,” dedi. Saraya girdiklerinde etrafına hayranlıkla bakıyordu. “Burası inanılmaz bir yer...” diye mırıldandı.
Marie omuz silkti. “Oldukça güzel. Ama her gün temizlemek zorunda kaldıktan sonra büyüsü kayboluyor.”
Autumn başını salladı. “Mantıklı.”
Mermer zemin üzerinde yürüdüler, çalışma odasına geçerken ayakkabılarından tıkırtı sesleri geliyordu.
“Peki, sen ne iş yapıyorsun?” diye sordu Autumn odaya girdiklerinde.
“Çalışma odasının ve kütüphanenin temizliğinden sorumluyum, bir de prensesin hizmetçisiyim.”
“Prenses mi?”
“Kralın küçük kız kardeşi Lydia. Çok tatlı bir şey. Dün gece tamir ettiğimi gördüğün kutu onundu. Onu düşürdü, ben de tamir etmeye çalışayım dedim.”
“Çok naziksin,” dedi Autumn çalışma odasını düzeltmeye ve etrafı temizlemeye başlarken.
Sonra kütüphaneye geçtiler. Geniş rafların tozunu aldılar ve etraftaki kitapları raftaki yerlerine koydular.
İşlerini bitirdiklerinde Marie, “Bu harika,” dedi. “Yardım alınca ev işlerim çok daha çabuk bitti!”
Autumn kıkırdadı. “Yardım ettiğime sevindim. Acaba benim görevim ne olacak?”
Marie omuz silkti. “Emin değilim. İşlere alışana kadar seni benim rotasyonuma atayabilir. Ya da belki yatak odalarını sen yaparsın?”
Autumn başını salladı. “Belki.”
Kütüphaneden çıktıklarında Marie, Autumn’a birkaç odayı gösterdi. Ama prensesin zili çaldığında Marie, Lydia’yı hazırlamak için yukarıya çıkmak zorunda kalmıştı.
Autumn onu takip ederken Marie ona ikinci katı gezdirdi. Kral ve ailesinin yaşam alanlarının yanı sıra burada beta için de bir daire vardı.
Prensesin odasına girdiklerinde ikisi de başlarını öne eğdi. “Günaydın Bayan Lydia,” dedi Marie sessizce.
“Günaydın,” dedi kız tatlı bir şekilde. Autumn ona baktı. Aynı yaşlarda görünüyorlardı.
Lydia merakla Autumn’a baktı. “Kim bu?”
Marie onu öne doğru iterek, “Bu yeni hizmetçimiz Autumn,” diye cevap verdi.
“Merhaba Prenses Lydia,” dedi Autumn gülümseyerek.
“Sen şu duyduğum Yüksek Dağlı kız olmalısın,” dedi prenses gülümseyerek. “Tatsız şeyler yaşandı. Durumun için çok üzgünüm.”
Autumn başını öne eğdi. “Teşekkür ederim.”
Marie ellerini birbirine vurdu. “Pekâlâ, hadi seni hazırlayalım. Bugün nasıl bir saç istersin?”
Lydia başını salladı. “Hiç fark etmez. Şaşırt beni.”
Marie Lydia’yı güne hazırladıktan sonra kahvaltı için aşağıya indiler.
Masaya oturduklarında, “İlk sabahın nasıldı Autumn?” diye sordu Bayan Timmons.
“İlginçti. Burası çok büyük bir yer. Kaybolacağımdan eminim.”
Hepsi yemeğe başlamadan önce Autumn gülümsedi.
Kahvaltının sonunda Marie onu diğer üç hizmetçiyle tanıştırmıştı. Hepsi kraliyet ailesinin kahvaltı masasını toplamak üzere mutfaktan çıktı.
Autumn sarayda dolaşırken buradan kaçmayı düşünecek zamanı olup olmayacağını merak ediyordu. Biraz zaman alabilirdi ama bir gün buradan ayrılacaktı.