Michelle Torlot
DAMON
Çalışma odamın kapısını hızla kapattığımda sesi bir süre odada yankılandı. Masama yürüyüp üzerindeki her şeyi, daha önce incelediğim üyelerin listesi de dâhil olmak üzere, yere fırlattım.
Nasıl cüret ederdi? Alfa Stone bana vahşi bir kurdu olan zayıf birini nasıl gönderebilirdi? Onu geri alacak ve derhâl bana düzgün bir üye gönderecekti, bunu yapmasını sağlayacaktım.
Yere eğilip telefonu aldım. Neyse ki kırılmamıştı. Arama yaparken dışarıda şimşek çaktığını gördüm. Fırtına kapıdaydı.
Dışarıda zincirlenmiş genç kurdu düşünmeden edemedim. Ama kendimi zorlayıp onu aklımdan çıkarmaya çalıştım. Onu düşünmeme sebep olan içimdeki kurttu.
“İyi bir alfa zayıfları korur,” dedi kurdum.
Bu sözü daha önce de duymuştum. Kurdum bunun anlamını iyi biliyordu.
***
ON SEKİZ YIL ÖNCE
Babamın başka bir adamla dövüşünü izliyordum. Babam kurduna dönüşmemişti bile, buna ihtiyacı yoktu.
Vurmaya devam ederken gözlerimi dikip ona baktım. Bu adam herkesin önünde babama kafa tutmuştu. Hepimiz onun cezalandırılmasını, belki de sırf bu yüzden canından olmasını izlemek zorundaydık.
Babam erken yaşta alfa olmayı öğrenmeye başlamam gerektiğini söylerdi. Henüz bir kurdum yoktu ama öğrenmem gerektiğini söylüyordu. Kardeşim Marcus da izliyordu. Her vuruşta heyecanlandığını hatırlıyorum.
Marcus benden daha büyük olduğu için yaklaşık iki yıldır babamdan ders alıyordu. Annem bu durumdan hoşnut değildi. Sekiz yaşın bu eğitimler için çok küçük olduğunu düşünüyordu. Ama lider babamdı, annem de dâhil herkes ona boyun eğmek zorundaydı.
Ben hâlimden memnundum. Öğrenmek istiyordum. Onun gibi iyi bir lider olmak istiyordum.
Bir sonraki düşüşünde adam yerden kalkamadı. Babamın önünde diz çöküp boynunu eğdi.
Babam onu öldürebilirdi, öyle düşünüyordum ama öldürmedi. Bunun yerine adama ayağa kalkması için yardım etti. Adam yaralıydı ama hâlâ nefes alıyordu.
Babam sert bir ses tonuyla, “Git doktoru gör,” dedi.
Adam topallayarak uzaklaşmaya başladı. Babam Marcus'la yanımıza geldi.
Ona bakıp sordum: “Neden onu öldürmedin?”
Babam gülümsedikten sonra yüzü benim yüzümle aynı hizaya gelecek şekilde diz çöktü.
“İyi bir lider zayıfları korur. Bazen sürü üyelerimize daha güçlü olduğumuzu göstermemiz gerekir. Ama bunu kabul ettiklerinde, bize boyun eğdiklerinde, o zaman merhamet gösteririz. Sonra onları koruruz. O zaman gerçek bir lidere sahip olmanın ne anlama geldiğini öğrenirler.”
Kardeşim gözlerini devirdi ama neyse ki babam görmemişti. Görseydi, Marcus'un başı belaya girerdi.
***
ŞİMDİ
Başımı salladım. Kurdum can sıkıcıydı. Bu yüzden hak etmesine rağmen Ember James'in kurdunu öldürmedi. Sanırım onun cezadan çok korunmaya ihtiyacı vardı. Hoşuma gitmese de kurdum haklıydı.
Cezalandırabileceğim birini aramaya başladım. Conrad Stone zayıf değildi ama kötü bir liderdi. Haddini bildirmenin zamanı gelmişti.
Telefonu, “Stone,” deyip açtı.
Benim olduğumu bilmiyordu ama çok geçmeden öğrenecekti.
Öfkeyle, “Ne yapıyorsun Stone,” diye çıkıştım. “Bana işe yaramaz zayıf birini göndermek de neyin nesi? Kurdunun vahşi olduğunu biliyor muydun? Onu bu yüzden mi gönderdin?”
Korkusunu neredeyse telefondan bile hissedebiliyordum. Cevap verdiğinde sesi titriyordu. Korkağın tekiydi!
“Vahşi mi?” diye sordu şaşkınlıkla. “Neden dönüşmesine izin verdin? Dişiler kurtlarını kontrol edecek kadar güçlü değil. Bu yüzden nadiren değişmelerine izin veririz. Eğer değişirlerse, onları durdurmak için erkeklerimiz hazır bekler.”
Gözlerimi devirdim. Bu korkunç adama inanamıyordum. Bu aynı zamanda Ember'ın kurdunun neden bu kadar saldırgan göründüğünü açıklıyordu. Ama saldırgan bir kurt bile, kendisinden dört kat büyük biriyle, hele de bir liderle, kapışacak kadar aptal değildi.
“Onu sana geri göndereceğim. Sen de bana onun yerine bir savaşçı göndereceksin.”
Bir an sessizlik oldu.
“Hayır. Yapamam... Onu geri istemiyorum. Geri dönmesini imkânsız kılan bir sorun var.”
Çenemi sıktım. Demek Stone sorunlarını bana yükleyebileceğini düşünüyordu. “Ne sorunu?” diye sordum.
Biraz bekledi, yalan söylememesi gerektiğini biliyordu. “Eşi onu reddetti. O bu sürü için önemli biri. Bu nedenle Ember burada artık işe yaramaz.”
Kurdumun kontrolü ele geçirmek istediğini hissediyordum. Alfa Stone'a zarar vermek için başa çıkması zor bir ihtiyaç duyuyordu. Güçlükle bastırdım.
Küçük Ember James'in aksine, kurdumu tamamen kontrol edebiliyordum ama ikimiz de Conrad Stone hakkında aynı şeyi hissediyorduk.
Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. “Ya ailesi? Onlar neredeler?”
Conrad iç geçirdi. “Ailesi öldü. Sadece bir erkek kardeşi var. Ona bunun en iyisi olduğunu söyledim.”
Dişlerimi sıktım. Belki Stone için en iyisi bu olabilirdi ama Ember James veya kardeşi için bunun iyi olduğu palavraydı. “Kardeşini de alacağım,” dedim öfkeyle.
Conrad telefonda kekelemeye başladı. “Ama... Hayır... O benim gamam,” dedi sonunda.
Pencereye baktım. Ember bir gama mıydı? Eğer kardeşi gamaysa, o da öyle olmalıydı. Sürü rolleri aileler arasında paylaştırılırdı. Gama önemliydi, alfa ve betaya bir şey olursa o, üçüncü sıradaki komutandı.
Ama o zaman Stone neden onu göndermişti? Bu mantıklı değildi.
“Madem o bir gama, neden onu gönderdin? Neden eşini göndermedin?” diye sordum.
Gülmeye başladı. “Dişi bir kurdun bu sürüde hiçbir rütbesi yoktur. Dişi kurt eşi olmadan benim için işe yaramaz.”
Duyduklarıma inanamıyordum. Daha önce olanlar anlamlı gelmeye başlıyordu. “Kardeşini göndereceksin, yoksa gelip onu kendim alırım.”
Ardından öfkeyle, “Eğer bunu yapmak zorunda kalırsam, geriye senden veya süründen hiçbir şey kalmayacak,” diye ekledim.
“Ama…” diye kekelemeye başladı.
“Onu yarın şafakta teslim noktasında hazır et, yoksa pişman olmaya fırsatın olmayacak.”
Telefonu sertçe kapattım. Sonra pencereye yürüyüp dışarı baktım. Gökyüzünde şimşekler çakıyor, yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu.
Aşağıda, direğe zincirlenmiş kurda baktım. Hareketsiz yatıyordu. Ayaklarının dibindeki et yığınına dokunmamıştı.
“Zayıfları koru,” dedi kurdum kafamın içinde. Bazen, özellikle de haklı olduğunda, ondan nefret ediyordum.
Ofisimden çıktım. Sürü evi sessizdi. Joshua hariç herkes yatmıştı. O oturma odasında oturuyordu, elinde bir bardak viski vardı. Ben geçerken başını kaldırıp baktı.
Durup ona baktım. Daha önce beni sorguladığında benim göremediğimi o görmüş müydü? İç geçirdim. Tabii ki görmüştü. O benim betamdı, bazen benimle aynı fikirde olmamak temel vazifelerinden biriydi. Onu dinlemeliydim.
“Küçük kurdu sürü doktoruna götürüyorum. Başka birini almak için Batan Ay Sürüsü'ne geri dönmeni istiyorum.”
Joshua bana bakıp kaşlarını çattı. “Başka birini mi?”
Başımı salladım. “O korkunç Stone o küçük kurdu buraya gönderirken tam olarak ne yaptığını biliyordu. Yaşamasını beklemiyordu. Şimdi ya başka birini gönderecek ya da anlaşmayı bozmuş olacak, anlıyor musun?”
Joshua başını salladı. “Herhangi bir sorun olursa sana haber vereceğim.”
Dışarı çıkıp küçük kurdun yanına gittim. Yaklaştıkça güçlükle nefes aldığını duyabiliyordum. Uyanacak gibi görünmüyordu.
Yağmur şiddetle yağarken saçlarımdan su damlıyordu. Kürkü sırılsıklam olmuştu. Gümüş tasmasını çıkarmak için uzandığımda, gözlerini açamasa da cılız bir çığlık attı.
“Dönüş,” diye emrettim.
Kemikleri çatırdamaya başladı, dönüştü. Daha önce kurda dönüştüğü andan biraz daha hızlı olsa da bu hâlini izlemek yürek burkucuydu.
Dönüştüğünde Ember çıplaktı, titreyerek yatıyor. Dudaklarından küçük inlemeler çıkıyordu.
Onu kucağıma aldım. Neredeyse tüy kadar hafifti.
“Özür dilerim,” dedi titreyen dişlerinin arasından.
Ona sessiz olmasını öğütleyip küçük bedenini göğsüme sıkıca bastırdım. Vücut ısımın onu biraz ısıtacağını umuyordum. Vücudunu incelediğimde, kurdum onu yere fırlattığında çarptığı yerlerde oluşan koyu mor lekeleri gördüm.
Sürü doktoruyla zihin bağlantısı kurdum. Hastanemizde yaşıyordu. Oraya vardığımda hazır şekilde bizi bekliyordu.
Ember'ın kim olduğunu bildiğinden emindim. Gündüz olan bitenden sonra bütün sürünün onun kim olduğunu bildiğinden hiç şüphem yoktu.
Onu yataklardan birine yatırdım. “Kurdunu uyutman gerekiyor. Üzerinde hiç kontrolü yok.” Ardından duraksayıp, “Ve eşi onu yakın zamanda reddetti,” diye ekledim.
Doktor anlayışla başını salladı. Şimdi kurdunun neden bana meydan okumaya karar verdiğini anlıyordum. Ölmek istiyordu. Ama bu kadar kolay pes etmesine izin vermeyecektim.
Doktor iğne yapmaya çalışırken mücadele etmeye başladığında ellerini tutup başının üzerine kaldırdım. “Sakin ol, Ember,” diye uyardım. “Bu senin iyiliğin için.”
Bunu bir alfa emri olarak söylemedim ama yine de itaat etti. İğnenin girişiyle acıyla inledi. Saniyeler içinde gözleri kapansa da yüzünde acı içinde olduğunu gösteren ifade sabit kaldı.
Artık onu tutmama gerek yoktu, uyuyordu. Çok düşünmeden, yanağından akan bir damla gözyaşını nazikçe sildim.
“Uyu, Ember,” dedim, olabildiğince yumuşak bir ses tonuyla. “Seni güvende tutacağız. Artık bizden birisin.”
"Zayıfları koru,” diyerek babamın öğretisini tekrar ettim. Tam olarak bunu yapmayı planlıyordum.