A. Duncan
KELLY
Tanrı’ya şükür gün bitmişti. Aksi gibi, yeni çocukla devriye gezmek zorunda kalmıştım. Sıska çocuk ilk kez kiliseye giden bir fahişe kadar gergindi. Belindeki silahın tetiğini çekmeye hevesli olmasın diye dua ediyordum.
Neyse ki sakin bir gündü. Trafikte birkaç durdurma ve yaşlı Bayan McGee’nin kedisi Merle’ün bir ağaca sıkışıp çığlık çığlığa miyavlaması dışında pek bir şey olmamıştı. İtfaiyeyi arayıp merdiven getirmelerini istemek dışında pek bir şey yapamadık. Merle ağacın tepesindeydi ama itfaiyeci tam ona ulaştığında o tüylü Merle herkes onu izlerken kendi başına aşağı inmeye karar verdi. İşte bu yüzden kedilerden nefret ediyordum.
Yeni çocuğu 12 numaralı otoyolda arabasına bıraktıktan sonra geri dönerken yolun kenarında, bir Chevrolet Tahoe’nun sağ ön lastiğini tekmeleyen bir kadın gördüm. Bu yol, özellikle de bir kadınsanız, aracınız bozulmasını istemeyeceğiniz bir yol olduğundan araca yanaşıp yardım etmek için yapabileceğim bir şey olup olmadığına baktım.
Kadına yaklaştığımda sanki yol kenarında mahsur kalması ya da hayatında ters giden diğer her şey lastiğin suçuymuş gibi onu hunharca tekmelemesine, bütün sinirini ondan çıkarmasına gülmekten kendimi alamadım. Biraz daha yaklaştığımda öfkesini benden de çıkarmaya karar verdiği anlaşıldı.
“Senin derdin ne be? Kesin eski kocamı tanıyorsun, değil mi?”
“Hım, şahsen tanımıyorum, hanımefendi. Tanıdığımı sanmıyorum ve gördüğüm kadarıyla lastiğiniz patlamış.”
Sesimi duyar duymaz sıçrayıp kendi ayağına takıldı. İşte o zaman lastikle konuştuğunu fark ettim. Hayda! Öfkesine o kadar kaptırmıştı ki hemen yanında olduğumu fark etmedi bile. Düşmesin diye hemen kollarından tuttum ve kafasını kaldırdığında neredeyse nefesim kesildi.
Karşımda duran kadın nefes kesici güzellikteydi. Belki biraz çılgındı ama büyüleyiciydi. Sırtının ortasına gelen siyah saçları; kalp şeklindeki yüzünü, büyüleyici kehribar gözlerini ve uzun, koyu kirpiklerini mükemmel bir biçimde çevreliyordu. Gözleri o kadar nadir görülen bir açık kahverengiydi ki bakmaktan kendimi alamıyordum.
Hele vücudu… Her erkeğin hayaliydi. O popoyu avuçlamak için korkunç bir arzu duyuyordum ama “cinsel taciz” kelimelerinin kafamın içinde yankılandığını duyabiliyordum.
Hayatımda hiç nefesimi kesen biri olmamıştı. Ama bu kadın... Bana nasıl nefes aldığımı unutturmuştu. Kelly, oğlum, kendine gel. Kadınlara karşı böyle tepkiler vermemen gerektiğini biliyorsun.
Sorunun ne olduğunu biliyordum. Bir kadına dokunmayalı uzun zaman olmuştu. Onu bulduğumu sanmıştım ama iki yıl öncede kalmıştı. Aynı zamanda onu ailemin banka hesaplarına girip para kaçırmaya çalışırken bulduğum zamandı bu. Sadece dokuz ay evli kaldık. Ailem onu hiç sevmedi, ona hiç güvenmedi ama ben Lauren’ın doğru kişi olduğunu sanıyordum ama o, bana kadınların ailemin parasının peşinde olduğunu öğretti. O zamandan beri hiçbir kadına dönüp bakmadım. Şu ana kadar yani...
Ben lastiği değiştirirken pek konuşmadık. Neyse ki arabasında yedek lastiği olduğu için işim uzun sürmedi. Hemen eve gidip bu üniformadan kurtulmaya can atıyordum. Belki de duşta Rayna adında kahverengi gözlü, güzel bir afeti düşünebilirdim.
Belki bu kadınla bir gece geçirmek o kadar da kötü olmazdı. Ne de olsa boşandığını söylemişti. Ayrıca benimkinin hemen aşağısındaki evi kiralıyordu. Tanrım, neler diyordum ben? Bu kadınla bir gece asla yetmezdi ve hayatımda kesinlikle daha fazla drama ihtiyacım yoktu. Ondan uzak durmak zorundaydım.
Tabii ki onu arabasının kapısına kadar götürürken işler planladığım gibi gitmedi. Şu lanet kamyonlar yoldan maganda gibi geçiyordu. Çoğu zaman hiçbiri önüne bakmıyordu.
Şerif, Bay Edwards’ı şoförleri konusunda uyarmıştı. Bir kaza daha olursa ya da bir dikkatsiz sürüş cezası daha alırsa iş yeri kapatılacaktı. Ancak anlaşılan uyarılar bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu çünkü bu sefer de aynı şey olmuştu. Kamyonun şerit değiştirip bize doğru yönelmesini izledim.
İçgüdüsel olarak Rayna’yı arabasına itip vücudumu ona siper ettim. Şoförün bizi çok geç olmadan görmesini umuyordum.
Rayna’yı korurken o aptal kamyonu unuttum. Elimde olmadan saçlarındaki vanilya kokusunu içime çektim ve onu tek bir ateşli gece için kollarımda, altımda hissetmenin nasıl bir duygu olduğunu hayal ettim.
“İyi misin, Rayna?”
“Hım… Evet?”
Bunu bir soru olarak mı yoksa bir cevap olarak mı söylediğinden emin değildim ama tenindeki tüylerin diken diken olduğu dikkatimden kaçmamıştı. Aklımdan, onun da benimle aynı şeyi düşündüğü gibi bir fikir geçti. Kahretsin, gerçekten soğuk bir duş almam lazım.
Onu bırakıp arabama yönelmeden önce, saçlarını son bir kez kokladım. Ayrılmadan önce, bana Kelly demesini söyledim, ismimin o dudaklardan nasıl döküleceğini hayal ettim ama söylemeyince kemik bekleyen bir köpek yavrusu gibi mahcup bir biçimde uzaklaştım.
Eve dönerken markete uğrayıp eve lazım olan birkaç şeyi alırken hâlâ Rayna’yı düşünüyordum. Kasaya vardığımda o kahverengi gözlü afet yine önüme çıktı.
“Yine karşılaştık, Bayan Anderson-Callaway.”
Başını kaldırıp gülümsedi.
“Sadece Rayna diyebilirsiniz. Ben de tam çıkıyordum.”
Kasadan bir sürü ürün geçirmesini izledim. Pil miydi o?
“Çok pil almışsınız. Elektriğin kesilmesinden mi korkuyorsunuz?”
Bir kahkaha patlatarak tezgâhtardan poşeti aldı. “Hayır, onlar Steve için.”
Şaşkınlıkla kaşlarımı çattım. Arabada yanında biri yoktu ve buraya şehir dışından yeni gelmişti. Bir adamla olduğunu düşününce kalbim sıkıştı. Çıkışa doğru birkaç adım attığında yolunu kestim.
“Steve mi?”
Kehribar rengi gözlerinde muzip bir parıltıyla sırıttı. “Dildom. Bu gece bir randevumuz var. İyi akşamlar, Dedektif.”
Genç tezgâhtar, Rayna’nın neden bahsettiğini çok iyi biliyormuş gibi kafa sallayarak kıkırdadı. Konuşmayı tekrar aklımdan geçirdim ve Steve’in benden çok daha şanslı olacağını bilerek Rayna’nın o güzel poposunu sallaya sallaya, akşamın erken saatlerinde dükkândan çıkışını izledim.