L.T. Marshall
Buna pek çok kez tanıklık etmiştim. Uyanacak kişilerin üzerlerindeki battaniyeler alınır, dolunay tarafından kutsanmaları üzere dönüşecek kişiler yere yatırılırdı.
Mantıken beynimin bir kısmı bana olan şeyin bu olduğunu söylüyordu. Neredeyse artık uzuvlarıma bağlı değilmişim gibi geliyordu. Sıcak bir his yanağıma doğru yayılıyordu.
Sisin içinden hırıltılı bir sesin bana doğru yaklaştığını duydum.
"Canın yanacak... Bunu izlemek için sabırsızlanıyorum dışlanmış. Ya da belki senden bu şekilde faydalanabilirim. Sonunda istediğimi elde ederim."
Sesi zar zor çıkarabiliyordum ama içimden bir ses bana bunun Damon olduğunu söylüyordu. Damon bir yıl önce beni öpmeye çalışan Conran sürüsünden bir çocuktu.
Okul koridorunda beni köşeye sıkıştırıp duvara yaslamıştı. Elini elbisemin içine sokarak onu öpmem için beni zorlamaya çalışmıştı.
Ona karşı koyup sırnaşık suratında güzel bir çizik bırakmıştım. O zamandan beri intikam için beni kovalıyordu. Onu kötü bir şekilde yaraladığımdan değil, biz kurtlar çabuk iyileşirdik ama gururunda ve egosunda bir çentik açmıştım.
Üzerimdeki ellerini o kadar çok itmek istiyordum ki… Ama hiçbir tepki veremiyordum. Sıcak, bunaltıcı bir his omzumdan aşağıya doğru ilerlerken sadece kıvranabiliyordum.
Yine de Damon bütün gözler üzerimizdeyken bunu yapacak kadar aptal değildi. Ben ana dönmek için çabalarken beni kaderimle baş başa bırakmıştı.
Ama bu iş bittikten sonra benimle ilgilenip beni kıyafetlerime götürecek kişinin o olmasından korkuyordum.
Ne yapacağını kim bilebilirdi ki? Dönüşümün sizi içtiğiniz sıvının neden olduğu sersemlikten çıkarıp çıkarmadığını hatırlamıyordum.
Ama daha fazla bunun üzerinde duramayacaktım. Bütün vücuduma yakıcı bir ışık vurduğunda içgüdüsel olarak kasılarak yerde cenin pozisyonu aldım.
Derim sanki her santimi ateşe verilmiş gibi kabarıyordu. Bu bir işkenceye dönüşürken nefes nefese altımdaki zemini tırmalıyordum.
Rahatlamak için debelenirken engebeli arazide tırnaklarımı parçalıyordum ama yine de çığlık atmaktan, acı içinde haykırmaktan başka bir şey yapamıyordum. Yoğun bir his derimi kemiklerimden ayırıp beni sararken ıstırap içinde kıvranıyordum.
Sesim boğuk çıkıyor, çığlıklar hırıltıya dönüşüyordu. Harcadığım çabadan dolayı boğazım neredeyse alevler içinde kalacaktı.
Bir an için boğuluyor gibi oldum. Saldırı altındaydım. Vücudum harap ediliyor, bükülüyor, kırılıyor ve katlediliyordu. Bu kurt saldırısı değildi... Bu dönüşümdü.
Hayal ettiğimden çok daha kötüydü.
Çatırdamalar ve kasılmalar içimi parçalarken korkunç bir ıstırap yaşıyordum. Acıyı dindirmek için tozun toprağın içinde yuvarlanıyordum, taşlar etimi sıyırıyordu.
Sızlanıp inliyordum ama bu işkence hiçbir şekilde hafiflemiyordu. Vücudum içeriden ve dışardan parçalanırken haykırıyordum, anneme beni kurtarması için yalvarıyordum. Kaderin bunu durdurması için feryat ediyor, kayaları tırmalıyordum. Kayaların keskin kenarlarını oyarken parmaklarımdaki et soyulmuş, kemiklerim parçalanmıştı.
Kimse beni bu hisse hazırlayamazdı. Kızgın kömürlerle dolu bir yatağın üzerinde yavaşça kavrulurken içim dışıma çıkıyordu.
Nefes alamıyordum, artık çığlık bile atamıyordum. Sessizce, cehennem tarafından tüketilirken kıvranıyor, sarsılıyordum. Bükülüp dönüyordum.
Etrafımızdakiler ilahi söylerken ellerini çırpıyor, sesleri bizim sesimizi bastırıyordu. Ayaklarını yere vurduklarında çıkan ses parçalanan bedenimde yankılanıyordu.
Ay zirveye ulaştığında bu sesler yerini ulumalara bıraktı. Bizi onlar gibi olmamız için son geçişi yapmaya teşvik ediyorlardı. Bu gece kimsenin dönüşmemesi ve töreni bozmaması konusunda kesin emirler vardı.
Bu gece sadece yeniler dönüşecekti. Daha iyi bir şey inşa etmek için insan formumuz yok edilirken sadece bizim kanımız dökülecekti.
Ölmek istiyordum.
Acı dayanılmazdı. Aklımı kaçıracaktım. Gerçekten de sanki insan benliğimi yok etmek için bana işkence ediyorlarmış gibi hissediyordum.
Vücudumdaki her kemik sanki teker teker elle kırılıyor ve yeniden biçimleniyordu. Etim yırtılıp kaslarımdan ayrılıyordu.
Islaktım. Kendi kendime açtığım yaralardan oluk oluk kan akarken sıcak bir akıntı tenime yapışıyor, beni boğuyordu. Her yerde iğrenç bir metalik koku bırakıyordu.
Bunun ter mi, kan mı, yoksa başka bir sıvı mı olduğunu anlayamıyordum. Başımı gökyüzüne çevirerek bütün gücümle uludum. Ciğerlerim açılırken sonunda rahat bir nefes aldım.
Mecalim kalmamıştı. Zihnim çöküşün eşiğine gelmişti. Akıl sağlığımın tortuları bir uçurumun kenarında sallanıyordu.
Ve sonra... Her şey duruldu.
Her şey durdu.
Sanki kavrulan tenime buz gibi su dökmüşlerdi. İnlemelerim, çığlıklarım yavaşça dindi. Yanıklarım soğurken sakinleşmeye başladım.
Bedenimle savaşmayı bırakmıştım. Her şeyin bir anda durduğunun ve beni aniden saran ürkütücü sessizliğin farkındaydım.
Başım dönerken etraf bulanıklaşıyordu. Sessizlik garipti ama gerçeklik algısına tutundum. Sis dağılırken serin havayı ve sakinleştirici ortamı içime çekerek nefesimi tuttum. Görüşüm yavaş yavaş geri geliyordu.
Ayağa kalkmaya, toparlanmaya çalıştım, ancak değişik hissediyordum. Yönümü şaşırıp sallanırken yanlara doğru tökezledim.
Nasıl bu hâle geldiğimi bilmesem de ellerimle dizlerimin üzerindeydim.
Ayakta duramıyor, kendimi yukarıya itemiyordum. Her şey tuhaf geliyordu. Gözlerimi açıp ne tarafa baktığımı görebilmek için başımı salladım.
Gözlerimi kırpıştırdığımda gözlerim sulanmıştı. Etraftaki formları, şekilleri ve gölgeleri algılayabiliyordum. Görüşüm gittikçe netleşiyor, daha fazla detay görebiliyordum.
Kafam karışmıştı ama yine de içimi bir sükûnet kapladı. Artan duyularımla birlikte içimde bir dinginlik vardı.
Aşağıya baktığımda ilk başta beni ürküten pençeler gördüm. Yakınlık karşısında nefesim kesilmişti ama sonra onların benim olduğunu fark ettim. Ellerimin olması gereken yerde pençelerim vardı.
Düşündüğümden daha büyük ve güçlü görünüyorlardı. Birini kaldırıp salladım, sanki kendimi bu uzvu kullanabileceğime ve kontrol edebileceğime ikna etmem gerekiyordu.
Gerçekten de vücuduma bağlıydı. Bacaklarım sağlamdı, kaslı göğsüm gümüş grisi tüylerle kaplıydı. Görebildiğim kadarıyla sırtıma doğru uzanan kar beyazı bir çizgim vardı.
Çizgimi görebilmek kafamı çevirip vücuduma baktım ama fazlasını görmek için kendimi zorlayamıyordum.
Annemin kurt hâlini çok hatırlamıyordum ama bu beyazlığın bana ondan geçtiğini biliyordum. Annem beyaz, babamsa gümüş rengindeydi ama iki rengin bu şekilde bir araya gelmesi nadir görülen bir durumdu.
Çoğu kurt kahverengi ya da gri olurdu... Beyaz renk kurt neredeyse hiç duyulmamış bir mutasyondu. Annem garip bakışlara maruz kaldığı için sürekli saklanmaya çalışırdı.
Garip bacaklarımın üzerinde sendelerken birden yere doğru uzandım, vücudumun alt tarafı taşa çarptı.
Başımı salladım ama başım sağa sola doğru savruluyordu. Bu formda olmaya alışkın değildim. Henüz uzuvlarımı ya da hareketlerimi tam olarak kontrol edemiyordum ama insan formumdan çok daha büyük olduğumun farkındaydım.
Birden etrafıma odaklandım. Hâlâ gözler bizim üzerimizdeydi. Yeni metabolizmam son ilaçları da sistemimden atıp kanımı temizlerken hızla ayılmıştım.
Ortam hareketliydi. Yeni dönüşmüş gri ve kahverengi tonlarındaki kurtlar etrafımı sarıyordu, beyaz olan tek kişi bendim.
Gözlerimi ilahi söyleyen şamana çevirdiğimde doğrulup ayağa kalkmaya çalıştım ama hâlâ dengemi sağlayamıyordum.
Elimin yerini alan pençeleri ayak gibi kullanmak zordu. İçgüdüsel olarak kalçalarıma çok fazla yüklenip dengemi kaybediyordum. Yüzüstü düşmeden önce kendimi düzeltmek için tekrar öne doğru sallandım.
Ama bir kez daha yere yığılmış, yerle buluşurken çenemin altından bir çatırtı gelmişti.
"Gittikçe kolaylaşıyor. Ayaklarının üzerinde durmaya çalış. Dördünün de." Tepemden gelen sesi duyunca başımı kaldırıp sesin geldiği yöne baktım.
Colton Santo'nun tam yanımda durduğunu fark edince irkilmiştim. Yeni ayaklarımın üzerinde duramayıp kendimi rezil edişimi görmüştü. Benimle konuşmasına şaşırmıştım sanırım. Ona temkinli yaklaşıyordum.
Onunla ilgili hiçbir şey bana güven vermiyordu. Neden yanıma geldiğini merak ediyordum doğrusu.
Doğrudan ona bakmıyordum. Başka bir tarafa bakarken tuhaf benimle başa çıkmaya çalışıyordum. Şu anda sadece bedenimi nasıl kullanacağımı çözmeye odaklanmıştım.
Tek yapabildiğim içgüdüsel olarak inlemekti. Kurt formundayken Colton gibi konuşamazdım.
İnsan gibi konuşmak için ses tellerimiz yoktu. Aynı sürüdeki kurtlar birbirleriyle zihin bağlantısı kuruyordu, bu yüzden başka herhangi bir şeye ihtiyaçları olmadan iletişim kurabiliyorlardı.
Sürünüzden olmayan biriyle konuşmanız için ona yakın olmalıydınız, ancak bu tek başına yeterli değildi, onun da sizi duymaya istekli olması gerekiyordu.
"Garip hissettiriyor,~" ~Daha önce sahip olmadığım bu yeni, doğuştan yeteneği kullanarak tuhaf bir şekilde onunla bağlantı kurmaya çalıştım.
Tüm bunlardan bunalmış durumdaydım. Hâlâ uyuşturulmuş olabilir miydim? Deneyimlediğim bu gerçeküstü olaylar kurtlara özgü bir şey miydi?
Olaylar bizi insan olarak farklı etkiliyordu. Bu yönelim bozukluğu alışmam gereken bir şey olabilirdi.
"Evet, öyle. Zamanla alışırsın," ~dedibana geri bağlanarak. Kafamın içindeki boğuk sesinde bir aşinalık vardı. Midemde bir kıpırtı olmuştu.
Bu pek kibar bir yanıt değildi. Ses tonundan benimle herhangi bir iletişim kurmak istemediği anlaşılıyordu, özellikle de zihin bağlantısıyla.
Ben onun sürüsünden biri değildim, hatta onunla aynı seviyede bile değildim. Onunla konuşmaya çalışmak saygısızlık olurdu.
Colton düşüncelerimi doğrularcasına babasına doğru yürürken yeni bedenimi taşıyamayıp yere düştüm.
Çok ağırdım, bunca zaman hayatımı iki ayak üzerinde yürüyerek geçirmişken köpek bedenimi nasıl yönlendireceğimden emin değildim. Patilerimin büyüklüğüne bakılırsa ortalama ağırlığımın dört katı olduğum kesindi, hatta belki daha da fazla.
"Dönüşüm uzun sürmeyecek... İlk seferiniz olduğu için nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Kurdunuz dışarıya çıktığında uyandırılmış olacaksınız ve yolunuz sizi kaderinize götürecek. Dikkatinizi verin ve uyanık olun."
"Artık diğer taraftasınız," dedi şaman yüksek sesle. Sesi kehanet şarkısı gibi dağda yankılanıyordu.
Bunu pek çok kez duymuştum, ancak bu sefer bu sözlerin benim için bir anlamı vardı.
Yeni doğmuş bir ceylan gibi yavaşça ve ürkek bir şekilde bacaklarımın üzerinde doğruldum. Ne yapmam gerektiğini biliyormuş gibi başımı kaldırdım.
Etrafımdaki herkesle birlikte başımı gökyüzüne çevirdim. Hayatımızda ilk kez birleşik bir sürü olarak aya doğru uluduk.
Kim olursak olalım, nereden gelirsek gelelim, soyumuz ya da geçmişimiz ne olursa olsun, çağrımız uzun ve anlamlıydı, dönüşümümüzü tamamlayan tek bir şarkıda birleşiyordu.
Etrafımızda yankılanan ses içimizi delip geçiyordu. Bu ses, dağlardaki vahşi yaşama Tanrı korkusu salarken bizi izleyen yüzlerce kişi de bu sese katıldı. Alçak, ürkütücü bir uğultu kulakları dolduruyordu.
İlk başta garip hissetmiştim.
Boğazım titriyor, ses tellerim sızlıyordu ama kesintisiz bir şekilde ulurken ciğerlerimdeki nefes boşalıyor, boğazım kaşınıyordu.
Kendimi canlı hissediyordum. Sanki hayatım boyunca nefesimi tutup bu anı beklemiştim. Sanırım öyleydi. Bunun için doğmuştum ve uyanışla birlikte özgürlük de geliyordu.