Batı'nın Kurtları - Kitap kapağı

Batı'nın Kurtları

Abigail Lynne

Üçüncü Bölüm

HAVEN

“Yılın en olaylı öğle yemeği olsa gerek,” dedi Cecily. Hepimiz Logan’ın arkasından bakakalmıştık.

Bir anda oluşan stresli ortamı yumuşatma çabası beni mutlu etse de kafamda son birkaç dakikayı tekrar oynatırken donup kalmıştım.

Olaya karşı ilgisini ilk Rachel kaybetti. “Bilmiyorum, o iki kızın birbirlerine bağırmaya başladıkları ve birbirlerine çikolatalı puding fırlattığı günü hatırlamıyor musun?”

Jude güldü ama gülüşü zorlamaydı. “Çok eğlenceliydi.”

Cecily kaşlarını çattı. “Evet, ama burada söz konusu Logan. Havalı, hiçbir şeyi umursamayan Logan.”

Rachel güldü, “En azından 'pislik olmak' dışında insani bir duyguya sahip olduğunu kanıtladı.”

“Logan’ın neden bu kadar sinirlendiğini anlamıyorum...” Endişelerimi nasıl dile getirmek istediğimi bilemediğim için konuşmaya devam etmedim. Aklımda her şeyi baştan oynatırken sandviçimden bir ısırık aldım.

Benim yüzümden sinirlenmiş gibi görünüyordu. Oysa ona bakmaktan başka bir şey yapmamıştım.

Yüzümden çekilen kanı hissettim. Ondan hoşlandığımı düşünmüş ve bundan utanmış olabilir miydi?

Jude elimi sıktı. “Yerinde olsam bu konuda çok fazla endişelenmezdim. Muhtemelen Dakota'nın söylediği bir şeye sinirlenmiştir.”

Omuz silktim ve cevap vermedim, sandviçimden bir ısırık daha aldım.

Rachel iç çekti. “Her neyse. Sıkılmaya başladım. Zaten zil çalmak üzere, spor salonuna gidip hazırlanmak ister misin?”

Başımla onaylayıp ayağa kalktım, sonra kalan öğle yemeğimi çöpe attım ve ellerimi kotuma sildim. “Bana yolu gösterir misin?.”

Rachel gülümsedi ve kalktı. Jude ve Cecily'e el salladım.

“Spor salonuna gitmeye hazır mısın?” diye sordu Rachel, heyecanlıydı. “Spor salonunda başka bir ku… Yani arkadaşa sahip olmak harika olacak.”

Hafifçe gülümsedim. “Evet, sanırım.”

Üstümüzü değiştirdik ve büyük spor salonuna girdik, sonra beden eğitimi öğretmenimiz Bayan Clarke'ın talimatlarını bekledik.

Tüm beden eğitimi öğretmenleri gibi, okulun eşofman takımını giymiş ve saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmıştı.

“Evet, ısınma turuyla başlayalım, spor salonunun çevresinde beş tur atın,” dedi. “Lütfen çizgilerin dışında kalın kızlar, hile yapmak yok, yoksa baştan başlarsınız.”

Rachel sırıttı ve elimi tuttu. Ardından koşmaya başladı. Koşmak içimdeki kurdun hoşuna gitti ve kurt uludu. Onu kontrol altında tutmak için mücadele ettim.

İlk turun sonunda öflemeye başlamıştım. “Lütfen... Rachel... Biraz... Yavaşlayabilir miyiz?”

Bu süre boyu koşan Rachel terlemeye başlamamıştı bile. “Neden yavaşlayalım ki? Koşmak konusunda zorlanmıyor olmalısın.”

Kaşlarımı çattım ve nefeslerimi düzenlemeye çalıştım.

“Bu da... Ne... Demek?” dedim nefes nefese.

Hiçbir zaman iyi bir koşucu olmamıştım. Beden derslerinde koşarken hep geride kalırdım, son birkaç turda adeta sürüklenirdim.

Herkes Pennsylvanialı kızların süper atletik olduklarına inanıyordu da bundan bir tek benim mi haberim yoktu?

Rachel omuz silkti. “Demek istediğim, formda gibi görünüyorsun.”

Güldüm. “Evet, tabii.” Turları acı içinde tamamladım, durduğumuzda bayılacak gibi hissettim.

“Pekala millet, biraz basit esneme hareketleri yapalım ve sonra başlayalım.”

Spor yapmaya hazır olmak için birkaç esneme hareketi yaptık ve sonra hepimiz Bayan Clarke'ın önünde toplandık.

“Tamam sınıf, bugün yakar top oynayacağız, çünkü birisi tüm voleybol toplarına delik açmanın komik olacağını düşünmüş, topların hepsi delik deşik. Bay Bowman'ın sınıfıyla beraber yakar top oynayacağız.”

Rachel bağırdı ve zıpladı. “Kesin kazanacağız!” diye fısıldadı kulağıma.

Huzursuzca gülümsedim.

Kapının açılıp bizim yaşımızdaki bir grup erkeğin spor salonuna girmesini izledik. Aralarında Logan ile Deacon da vardı.

Oflayıp arkamı döndüm, spor salonundan kaçıp gitmek istiyordum. Kendimi lanetlenmiş gibi hissediyordum.

“Şimdi! Güzel ve adil bir oyun olmasını istiyorum,” dedi Bayan Clarke. “Kimsenin kafasını hedef almayın, birini kafasından vurursanız penaltı alırsınız. Anlaşıldı mı? Harika, maç başlasın!”

Eşofmanlara takıntılı diğer bir beden eğitimi öğretmeni olan Bay Bowman düdüğünü çaldı ve maç başladı.

Herkes 20 kırmızı topun sıralandığı merkeze doğru koştu. Geride kalıp ilk birkaç kişinin vurulmasını izleyip gergince dudağımı ısırdım.

Bu oyunda eğer vurulursanız oyundan çıkıp kenarı otururdunuz. Oyuna geri dönmenin tek yolu takım arkadaşlarınızdan birinin topu yakalamasıdır.

“Hey, çaylak! Bu sana!” Deacon, elindeki kırmızı topu doğruca bana fırlatmadan önce göz kırptı. Bana attığı top havada başka bir topla çarpışınca beni ıskaladı. Beni kimin kurtardığını görmek için arkamı döndüm.

Bana koyun gibi bakan Logan'ı gördüm.

Bizi korudu! İçimdeki kurdum sevindi. ~Öp onu!~

İçimdeki kurda çenesini kapatmasını söyleyip oyuna odaklandım.

Rachel en iyi oyuncumuzdu. Rakip takımın her üyesine top fırlattı, hiç hedef kaçırmadı.

Sadece rakipleri vurmakla kalmıyor, aynı zamanda ona gelen her topu yakalayarak takım arkadaşlarımızı kurtarıyordu.

Ama Logan ve Deacon diğer takımdaydı. İkisi birlikte Rachel’ın karşı koyamayacağı kadar güçlüydü.

Logan’ın fırlattığı top Rachel'ı bacağından vurdu. Rachel oyundan çıkmadan önce öfkeyle ona baktı.

“Hadi Haven! Beni kurtar!” diye bağırdı alkışlarken.

Atletik olmadığım için maçın ilk yarısında Katelyn adında bir kızın arkasına saklanmıştım. Rachel'ı kurtarmak imkansız gibi görünüyordu.

Topu yakalamaya çalıştım ama el-göz koordinasyonum korkunçtu ve topu hiç yakalayamamıştım. Hüsrana uğramaya başladım.

Lanet olası bir kurda dönüşebiliyordum ama beden dersinde lastik top yakalayamıyordum. Ne tür bir kurt adamdım ben?

“Topu yakala Haven!” diye bağırdı Rachel, sinirlenmişti. Sanki ne yapmam gerektiğini bilmiyormuşum gibi bana bağırıp durdu.

Erkekler en iyi oyuncularımızın hepsini vurmuş ve en zayıfları sona bırakmışlardı. Ardından Katelyn de vuruldu. İşimin bittiğini biliyordum.

Kısa bir süre sonra, sadece ben ve diğer dört kız, on beş erkeğe karşıydık. Bir top yanımdan geçti. Yanımda duran Beth’i hedef almıştı. Top Beth’i karnından vurmadan önce bir anda ellerimi uzattım ve topu yakaladım.

Rachel cıyakladı ve ayağa kalkıp oyuna geri döndü.

“Seni alt edeceğim, Deacon!” diye bağırdı. Bir top kaptı ve erkeklerden birini vurdu. “Yapabileceğini biliyordum Haven,” diye sessizce ekledi yanımdan geçerken.

“Teşekkürler Rach, ben…” diyordum ki sözlerim bir topun yüzümün kenarına çarpmasıyla yarıda kesildi. Tökezledim ve yere düştüm.

Deli gibi kızardım ve birkaç kez göz kırptım, bulanıklaşan görüşümün düzelmesini bekledim.

“Haven! İyi misin?” diye sordu. Dişlerimin hepsinin yerinde olduğundan emin olmak için dilimi ağzımda gezdirdim. Sonra başımla onaylayıp başparmağımı havaya kaldırdım.

“Neden böyle saçma bir şey yaptın ki?” diye bağırdı Logan. Bana kendini beğenmiş bir şekilde gülümseyen Deacon'a bağırmaya başlamıştı.

“Ne? Haven’ın dikkati dağılmıştı ve elendi. Onu hedef alacağım konusunda uyardım,” diyen Deacon, kendini savunur gibi ellerini havaya kaldırdı.

“Kızın yüzüne çivi çakar gibi top atmana gerek yoktu!” diye bağırdı Logan. Herkes sessizce kavgalarını izlemeye başladı.

“Deacon, kurallara karşı geldin, oynamaya devam edemezsin. Bunun eğlenceli bir oyun olması gerekiyordu, şiddet dolu değil.” Bay Bowman kafasını salladı, hayal kırıklığına uğramıştı.

Deacon homurdanıp bana baktı. Ardından kenara doğru yürüyüp banka oturdu, kızgın görünüyordu.

“Belki de biraz oturmalısın Haven, biraz solgun görünüyorsun,” dedi Bayan Clarke.

Uyuşuk bir şekilde başımı salladım ve spor salonunun uzak tarafında oturmaya gittim.

Dürüst olmak gerekirse vuruş beni sadece hafifçe sersemletmişti. İnsan olsaydım canım daha çok acırdı. Sadece oynamayı bırakmak için bir bahaneye ihtiyacım vardı.

“İyi misin?” diye sordu sert bir ses. Şaşkınlıkla sıçradım ve Logan'ın bana seslendiğini gördüm. İyi olup olmadığımı sorsa da çok kızgın görünüyordu.

Ona bakmak yerine bakışlarımı ayakkabılarıma sabitledim. “Ben iyiyim.”

Homurdandı “İyi,” dedi.

Ona baktım ve arkasını dönüp oyuna dönmesini izledim.

Dersin kalanını spor salonunun tabanındaki fayansları sayarak ve bakışlarımı Logan’dan uzak tutmaya çalışarak geçirdim. Bayan Clarke üstümüzü değiştirebileceğimi söylediğinde Rachel'ı beklemedim bile.

“O pisliğin yaptıklarına inanamıyorum! Deacon'dan hep nefret ettim. Logan'la en iyi arkadaş olduğu için kendini bir şey sanıyor. Çok sinir bozucu!” dedi Rachel beni sanat dersime bırakırken.

Jude'un beni beklediğini görünce rahatlayıp Rachel'a hızlıca veda ettim.

“Beden eğitimi nasıldı?” diye sordu sıcak bir gülümsemeyle.

“Bu konuda konuşmamayı tercih ederim.”

Kıkırdadı. “O kadar kötü mü?”

Acımasızca başımı salladım ve herkesin şövalelerinin önünde eşyalarını yerleştirdiği sınıfa girdim.

Jude ve ben yan yana oturduk ve hepimiz öğretmenimiz Bayan Rose'un bugün ne yapacağımızı söylemesini bekledik.

Saate baktım ve kaşlarımı çattım. Ders bir dakika içinde başlayacaktı.

Bayan Rose bize bir açık hava manzarası çizmemizi söylerken ben daha tetikteydim. Dersin başlamasının üzerinden on dakika geçince rahatladım. Bu derste Logan yoktu.

“Ne çizeceksin?” diye sordum Jude'a.

Güldü. “Bu bir sürpriz.”

Omuz silktim, bir cevap almak için uğraşacak kadar ilgilenmiyordum. Dersin ortasında sanatta iyi olmadığımı fark ettim. Dürüst olmak gerekirse, bu dersi neden aldığımı bilmiyordum.

Bataklık resmi çizmeyi planlamıştım. Resmime baktım ve kaşlarımı çattım. Daha çok tuvalimin her yerine bir bebek kusmuş gibiydi.

“Vay canına! Yani... Şey... İlginç,” dedi Bayan Rose, resmime bakarak. “Çok soyut.”

Jude'a baktı ve nefesi kesildi, sonra alkışlamaya başladı. “Harika, Jude! Gerçekten müthiş!”

Neyin bu kadar müthiş olduğunu merak ettim, Jude'un tuvaline baktım.

Bir orman çizmişti ama resim bir insanın bakış açısından değildi. Daha çok bir hayvanın gözünden gibiydi.

Resmin kendisi nefes kesiciydi ama resimle ilgili bir şey bana garip hissettirdi.

“Vay canına, bu kadar iyi olduğunu bilseydim başka bir yerde otururdum. Benim resmim seninkinin yanında olduğundan da kötü görünüyor,” diye espri yaptım.

Jude güldü. “Ne demek istiyorsun? Su birikintin harika!”

Yine kaşlarımı çattım, resmime bakıp gözlerimi kıstım. “Bataklık olması gerekiyordu ama sanırım pek düşündüğüm gibi olmadı.”

Jude rahatsız olmuş gibi görünüyordu. “Bu henüz ilk dersin, eminim daha iyi olacaksın.”

Sadece omuz silktim ve tuvale biraz daha boya döktüm.

“Hey, seni neyin daha iyi hissettirebileceğini biliyorum! Neden okuldan sonra evime gelmiyorsun? Film falan izleyebiliriz.”

Gülümsedim. “Kulağa harika geliyor.” Okulun ilk gününde arkadaş edindiğim için mutluydum.

“Harika, Rachel’a da haber veririm.”

Resim yapmaya devam ettik. Dersin sonunda Jude'un resmi gerçek bir başyapıt gibi gözüküyordu. Benimse üzerine yanlışlıkla boya dökülmüş gibi görünen bir tuvalim vardı.

Jude'un arabasına doğru yürüdük. Rachel ve Cecily arka koltukta dedikodu yapıyorlardı.

“Haven'ı beden dersinde görmeliydin. Yakan top oynarken topu yakaladı! Çok gurur duydum.”

Rachel sahte bir gözyaşını siliyormuş gibi yapıp sırıttı. “Pislik Deacon suratına topu çakana kadar her şey harikaydı.”

Jude bana baktı. “Ne yaptı?”

Kendimi rahatsız hissettim. “Önemli bir şey değil, o kadar da acıtmadı.”

Rachel güldü. “O zaman çelikten yapılmış bir yüzün olmalı!” Sokağa girene kadar yolculuğun geri kalanı sessizdi.

Jude konağın önüne park ettiğinde hepimiz arabadan indik. Evi görünce bir ıslık çaldım ve Cecily güldü.

“Harika bir ev, değil mi?”

Başımı sallayıp Jude ve Rachel'a döndüm. “Gerçekten burada mı yaşıyorsunuz?”

Başlarıyla onayladılar. “Ama yalnız değiliz.” İçeri girdiğimiz anda çeşitli kokular aldım.

Hayır, kesinlikle yalnız yaşamıyorlardı.

Jude’la beraber mutfağa girdim. Kocaman bir kiler vardı, Jude bir paket patlamış mısır aldı. Mısır paketini mikrodalgaya koydu, mısırların patlamasını izledik.

“Bir kase alabilir misin Haven? Lavabonun hemen altında.”

Talimatlarına uydum ve büyük bir kase çıkardım. Patlamış mısır hazır olduğunda Jude elimi tuttu ve beni oturma odasına çekti.

Jude'a yakın oturmanın tadını çıkararak rahat kanepeye sokuldum. Büyük evdeki diğer insanları duyabilsem de kimse bize yaklaşmadı.

Ta ki...

“Aslında bakarsan en iyisi…”

Sesin geldiği yöne bakınca kapıda donup kalan Deacon ve Logan'ı gördüm.

Jude onlara hafifçe el salladı, sonra dikkatini filme çevirdi. Deacon ve Logan'a bakıp durdum.

Jude, “Benimle yaşıyorlar,” diye açıkladı, tepkimi beklerken gözlerini kıstı.

Garipliği görmezden gelemezdim. Jude'un kolu artık beni rahatlatmıyor, aksine rahatsız ediyordu.

“Bunu bana daha önce söylemeliydin,” diye fısıldadım kulağına, biraz öfkeliydim.

Bana hafifçe gülümsedi. “Bilseydin gelmek istemezdin diye düşündüm.”

Kaşlarımı çattım ve Logan'ın bana bakışını görmezden gelmeye çalıştım. Neden bana bunu gün boyu söylememişti ki?

Özellikle gün boyu Deacon ve Logan'dan bahsetmişken.

“Burada ne işin var?” diye sordu Deacon bana sırıtarak. “Bana doyamadın mı?”

Homurdandım. “Jude gelmemi istediği için buradayım.”

Logan'ın çenesi gerildi. “Önce benimle konuşmalıydın Jude.”

Jude sadece omuz silkti. “Sorun olacağını düşünmedim. Bir dahaki sefere haber veririm.”

Logan, Jude'un benim omzumda duran koluna bakıp gözlerini kıstı ama ardından başını sallayarak dönüp odadan sert bir ifadeyle ayrıldı.

Deacon gülümseyip yanıma oturdu, biraz fazla yakındı.

“Yüzün için üzgünüm,” deyip parmağıyla yanağıma dokundu. Jude'un kolunun beni daha sıkı sardığını hissettim.

Uzaklaşıp ona baktım. “Sorun değil.”

Deacon sırıtıp ayağa kalktı. “O zaman sizi yalnız bırakayım.” Deacon patlamış mısırımızı alıp odadan çıktı.

Jude sinirli görünerek kafasını salladı ama patlamış mısırı geri almak için hiçbir şey yapmadı. Savaşçı bir ruhu yoktu.

“Odama gitmek ister misin? Tatlı bir gitarım var,” dedi Jude. Omzumu dürttüğünde gülerek başımı salladım.

Filmi kapattık, zaten iyi bir film değildi. Merdivenlere yöneldik.

İnsanlarla dolu uzun bir koridorda yürüdük. Koridorda çocuklar, gençler ve yetişkinler vardı, odalara girip çıkıyorlardı.

Buranın nasıl bir yer olduğunu ve Jude'un neden burada yaşadığını merak ediyordum. Onun odası olduğunu tahmin ettiğim odaya ulaştık. İçeri girmek üzereyken biri bileğimi tuttu.

Anında kolumdan vücuduma yayılan elektriği hissettim. Bu nefesimi kesen hissin kaynağına baktım.

Logan şok içinde yüzüme bakıp bileğimi bıraktı. Kolumu bırakınca elektrik hissi de kayboldu.

“Ne yapıyorsun?” diye sordu bana. Jude odadan çıkıp yanıma geldi.

“Jude'un gitarını göreceğim,” dedim.

“Yalnız mı?” diye sordu kaşını kaldırarak.

Başımı salladım. “Bu bir sorun mu?”

Ellerini yumruk yaptığını gördüm. “Evet, öyle! Onun odasında yalnız kalmanıza izin veremem! Bu kabul edilemez.”

Donup kaldım. 40'lı yıllara geri mi dönmüştük?

“Arkadaşımın odasında gitarını görmek kabul edilemez mi?” diye sordum.

Logan Jude'a baktı ve gözlerini kocaman açtı. “Evet,” dedi.

Ellerimi havaya kaldırdım. “Bu neden umurundaki?”

Logan bana baktı. “Sen benim... Neyse. Umurumda değil. Onunla git ve sürtük gibi davran. Umurumda değilsin.”

Logan, Jude'a sert bir bakış attı. Ardından arkasını dönüp sinirli adımlarla uzaklaştı.

Arkasından bakakaldım, öfke ile hafifçe titriyordum, incinmiştim. Her şeyden çok şaşırmıştım.

Anlamsız bir şekilde patlamıştı. Gerçekten yüzüme karşı bir sürtük mü dedi? Peki ya neden? Jude'un odasına girdiğim için mi?

“Kusura bakma Haven. Biraz kibirli biri.”

Söylenmeye başladım. “Biraz fazla kibirli.” Kızgın görünmeye çalıştım ama sesim zayıftı, “Ona nasıl katlanabiliyorsun anlamıyorum!”

Jude omuz silkti ve ellerini ceplerine soktu, “Onun diğer tarafını gördüm. Çok iyi biri olabiliyor. Bir süre önce bazı kötü şeyleri atlatmama yardım etti. Ona borçluyum.”

Omuz silktim. “Benim için hiçbir şey yapmadı. Her neyse, sanırım gitmeliyim. Teyzem yakında evde olacağından akşam yemeği yapmak zorundayım. Yemek pişiremiyor.”

Jude güldü ve başını salladı, Logan'ın girdiği kapıya doğru baktı. “Evet, muhtemelen iyi bir fikir. Seninle eve kadar yürüyeceğim.”

Birkaç dakika sonra teyzemin evinin önünde dikilip birbirimize gülümsüyorduk.

“Bugün yaptığın her şey için teşekkürler Jude, güvenebileceğim birine sahip olmanın ne kadar rahatlatıcı olduğunu bilemezsin,” dedim.

Jude içtenlikle gülümsedi. Muhtemelen onda en çok sevdiğim şey buydu. Tüm hareketleri içten ve inanılmaz derecede samimiydi.

“Sen özel bir kızsın Haven,” dedi. Bakışları bana daha fazlasını ima ettiğini düşündürdü ama ben bunu görmezden geldim.

“Her neyse, içeri girsen iyi olur, teyzen yakında evde olacak,” diye ekledi.

Eve girmeden önce gülümsedim ve başımla onayladım.

Jude bileğimi yakalayınca, vücuduma bir ısı yayıldı. Logan bana dokunduğunda hissettiğim elektriğin yanından bile geçemezdi ama yine de güzeldi.

“Yarın okula beraber gitmek ister misin?” diye sordu.

Bu sabah teyzemin işe daha erken gidebilmek konusunda söylediklerini düşündüm.

“Çok isterim. Tekrar teşekkürler Jude.”

Evime girmeden önce eğildim ve yanağını öptüm, hafifçe kızardı.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok