Ivy White
REBECCA
Salona girdikten sonra tepede birleşen çift merdivene baktım.
Zemini gri parlak fayanslar kaplıyor, odanın ortasından büyük bir avize sarkıyordu. Duvarlar parlak beyazdı.
Bu ev çok büyük, ~diyedüşündüm topuklu ayakkabılarım yerde tıkırdarken.
“Ayakkabılarını çıkar. Yerleri çizecekler,” dedi Kenzo. Hemen başımı salladım ve çömelerek ayakkabılarımı çıkardım.
Ayakkabılarımı elimde tutarken Kenzo boş bir ayakkabılığı işaret etti.
Gülümseyerek ayakkabılığa doğru yürüdüm ve kalın, beyaz ahşabı çizmemeye çalışarak ayakkabılarımı oraya yerleştirdim. Arkamı döndüğümde kapının iki tarafında duran uzun bitkilere baktım.
Benden daha uzunlardı. Kenzo siyah metal kapıyı kapatarak ellerini takım elbisesinin ceplerine soktu.
“Ona odasını göster,” dediğinde sarı saçlı çocuk başını sallamıştı. Ardından Kenzo, beni genç adamla bırakarak merdivenlerin altındaki açık odaya doğru yöneldi.
“Adım Rex,” dedi adam beni baştan aşağı süzerken. Kollarımı kavuşturarak sağdaki merdivenlerden çıkan adamı takip ettim.
Sağa dönerek koridorda başka bir merdivene doğru yürürken ona ayak uydurmaya çalışıyordum, üç adımım ancak onun uzun adımlarından birine denk geliyordu.
“Ee, kaç yaşındasın?” diye sordum adama. Koridorun sonundaki başka bir merdivene ulaşana kadar hiçbir şey söylememişti. Bu sırada ben de etrafı inceliyordum. Tüm duvarların beyaz, merdivenlerin ise siyah olduğunu fark ettim.
“Yirmi sekiz,” dediğinde ağzım açık kalmıştı. Bu kadar büyük olmasını beklemiyordum.
Başımı sallarken, “Sorun nedir?” diye sordu Rex.
“Çok daha genç görünüyorsun.”
“Nasıl yani? Yaşlı olduğumu mu söylemeye çalışıyorsun?”
“Hayır, hayır. Hiç de değil,” dedim merdivenlerde Rex’e yetişerek. Adam üç basamak birden atlayarak beni tekrar geride bıraktı. Vücudu bana bir devi hatırlatıyordu.
Rex’in spor yaptığı aşikârdı ama Rex ismini nereden bulduğunu merak ediyordum. Dinozor ismine benziyordu.
“Gel hadi. Seni odana yerleştirelim.” Rex, elimi tutarak beni başka bir kapıdan geçirdi ve en tepeye ulaşana kadar beş kat daha merdiven çıktık.
Tepeye ulaştığımızda ellerimi dizlerime koymuş, nefes nefese kalmıştım. Rex ise sorunsuz bir şekilde nefes alıyordu. Tek bir kasını bile oynatmadığını düşünebilirdiniz.
Bu malikânede yolumu nasıl bulacağımı merak ediyordum. Kesinlikle dışarıdan göründüğü kadar büyüktü ve odam ön kapıdan yirmi dakikalık yürüme mesafesinde gibi görünüyordu.
Elimi Rex’in göğsüne bastırarak kalp atışlarını kontrol ettim ama kalbi yavaş atıyordu.
Bu nasıl olabiliyor?
“Ne yapıyorsun?” dedi Rex. Kafası karışmış bir hâlde sol kaşını kaldırmış, sırıtıyordu.
Sevimli bir gülümsemeyle, “Kalp atışlarını kontrol ediyorum,” dediğimde Rex kollarını kavuşturdu.
“Bunu neden yapmak isteyesin ki?”
“Hiç terlemiyorsun. Bir saniye bekle.” Eğilip dizlerime dokunarak nefes alış verişimi kontrol altına almaya çalıştım.
“Ben nefes almakta zorlanırken senin kalp atışların normal,” deyince Rex kıkırdadı.
“Ne yiyorsun?” diye sordu Rex, omuzlarını silkerek. Rex’e kaygısız bir çocuğu hatırlattığıma emindim. Özellikle de dudaklarımı büzdüğümde.
“Bilirsin işte, çikolatalar, cipsler, kızarmış yemekler, paket servis ve annemin meşhur lazanyası. Sonsuz bir liste yani.”
“İşte senin sorunun da bu,” diye sırıttığında kaşlarımı çattım.
“Anlamadım?”
“Makarna iyi bir seçenek. Yağlar gereklidir ve çikolatadan ne pahasına olursa olsun uzak durmalısın. Ama arada bir yiyebilirsin elbette.”
“Spor salonuna gitmek sana yardımcı olur ve su içmek de doğru bir karar olacaktır.”
“Hayır, spor salonuna gitmeyeceğim ve yemek listemle vedalaşmayacağım.”
Rex’in yanında kendimi daha rahat hissederek ellerimi kalçalarıma koydum. Bir sonraki söyleyeceklerinden hoşlanmayacağımı biliyordu.
“O yemek listesine veda etmeye hazırlansan iyi olur. Kenzo burada sadece sağlıklı besinlerin yenmesine izin veriyor.”
Sinirlenmemeye çalışarak dilimi ısırdım.
Rex elimden tutup beni koridorun sonundaki üçüncü odaya çekerken kendi kendime, Sadece birkaç gün, ~dedim.
“Önümüzdeki birkaç gün boyunca odan burası olacak. Benim teorime göre bir süre burada kalacaksın.”
“Kıyafetler gardıropta ve çekmecelerde, iç çamaşırları soldaki dolapta, yeni havlular tuvaletteki askıda ve köşedeki rafta kitaplar var.”
Rex’in söylediklerini pek ciddiye almayarak, “Teşekkür ederim,” dedim.
Anlamadığım şey, yanımda bir bavul getirmişken neden gardıropta ve çekmecelerde giysi olduğuydu. Öyle ya da böyle, bunu yakında öğrenecektim.
Ben yatağa doğru yürüyüp yatağa uzanırken Rex kapıya doğru ilerleyip kapıyı açtı.
“Birazdan hazır ol. Akşam yemeği zemin katta, etrafında ışıklar olan siyah kapılı odada. Hangisi olduğunu anlaman için Kenzo’ya ışıkları senin için açmasını söyleyeceğim.”
“Yiyecek ve içecekleri orada servis edeceksin, bu yüzden oraya herkesten önce gitmeye çalış.” Rex gülümseyerek odadan çıktı.
Hemen yatakta doğrulup ayağa fırladım. Yemek saatinden önce hızlıca bir duş alsam iyi olurdu. Terliyordum çünkü malikânenin bulunduğu bölge uçurumun tam tepesindeydi.
Bulunduğum ülke, yüzümün güneş yanığından kızarmaya başlayacağı kadar aşırı derecede sıcaktı.
Banyoya doğru ilerleyerek hızlı bir duş almaya karar verdim ve işimi bitirdikten sonra başıma siyah bir havlu, vücuduma da başka bir siyah havlu sardım.
Bana verilen odada kırmızı, ipek çarşaflı büyük, ahşap, siyah bir yatak vardı. Sağımdaki duvarda iki kapı vardı ve komodinler siyahtı. Zemin beyaz parlak fayanslarla kaplıydı.
İçlerindeki kıyafetleri ve iç çamaşırlarını kontrol etmeye karar vererek çekmecelere yöneldim.
Çekmeceden siyah, dar, ipek bir elbise çıkardım ve bir çift düz, siyah ayakkabı ve siyah bir sütyenle birlikte yatağa yerleştirdim.
Paketinden çıkardığım iç çamaşırlarını havaya kaldırarak onlara baktım.
Bir tanga.
Tek bir seksi iç çamaşırım olmadığını düşünürsek bunların içinde nasıl rahat hissedeceğimi bilmiyordum.
Tüm parçaların üzerinde etiketleri vardı, daha önce hiç giyilmemişlerdi.
İç çamaşırını yatağa bırakırken çekmeceden şık bir korse ve birkaç çorap çıkardım.
Elimde tuttuğum gibi bir takımı daha önce hiç giymemiştim ama işe koyulmaya karar verdim.
Çorapları giyip yukarı çektikten sonra korseyi belime sardım ve yanlardan birleşmesini umarak kayışları yukarı çektim.
Kayışları yerine oturttuğumda başarmış hissediyordum. İç çamaşırını yukarı çekerek tekrar klipslerini açmam ve giydikten sonra klipsleri tekrar takmam gerekiyordu.
Sütyeni göğüslerimin üzerine yerleştirdikten sonra boğuşarak arkadaki kopçasını bağladım ve arkamı dönüp aynada kendime bakmadan önce askıları yeniden ayarladım.
Vay canına, ~dedimyana dönerek. Üzerimdeki takımla çok iyi görünüyordum.
Siyah, ipek elbiseyi elime alıp üzerime geçirdim ve arkadan fermuarını çekmek için uğraştım. Ardından etiketi çıkararak gülümsedim ve ayaklarımı ayakkabıların içine soktum.
Kıyafetlerin üzerime tam oturması karşısında şoke olmuştum. Saç kurutma makinesinin nerede olduğunu bilmediğim için saçlarımı yandan ördükten sonra odadan çıkmak için kapıyı açtım.
Servise hazırlanmam gerekiyordu ama üzerimden çıkardığım lacivert takımı sepete koymam gerekirken yerde bıraktığımı hatırladım.
İçimden bunu daha sonra yapacağımı söyleyerek yemek odasına doğru ilerlemeye başladım.
İki kapılı siyah kapıdan yemek odasına girdikten sonra etrafıma bakındım. Çok güzel görünüyordu. Yemek odası, yerde halı olan tek odaydı.
Halının üzerine yemek dökülse kim bilir nasıl kirlenirdi. Kenzo’nun yemek yediği odanın zeminine neden fayans döşemediğini merak ediyordum. Ayrıca, halı krem rengiydi.
Masa beyaz mermerden yapılmıştı ve kaldırması zor olacakmış gibi ağır görünüyordu. Etrafında hepsi siyah deri olan otuz tane sandalye vardı.
Uzak bölmede içi egzotik balıklarla dolu, duvar boyunca uzanan bir akvaryum vardı ve masanın üzerinde odanın tam odak noktasında siyah bir aydınlatma armatürü duruyordu. Aydınlatma tepede bir elmas gibi parlıyordu.
Şehrin manzarası duvarın bir tarafından diğer tarafına doğru ilerliyor, etrafını siyah ahşap bir ünite çevreliyordu.