Karanlık Zevkler - Kitap kapağı

Karanlık Zevkler

Raven Flanagan

Bölüm Dört

LILY

Ren ile sessizce akşam yemeğimizi yedik. Her kaşık şıngırtısında veya her çorba yudumlamasında, artık yalnız olmadığımı hatırlıyordum.

Ren’in sürekli bana baktığını hissedebiliyordum. Yüzüme baktığında bunu fark etmemiş gibi davrandım. Daha önce kimse bana öyle bakmamıştı. Köydeki insanların bakışlarından çok farklıydı.

Ren’in gözlerinde anlamadığım bir yoğunluk vardı.

Şövalye yemekten sonra temizlik yapmayı teklif etti. Bu beni şaşırttı ama yardımı için minnettardım.

Bu bana kanlı çarşafları değiştirmek ve düşünmek için zaman vermişti. Ayrıca evimin ne kadar küçük olduğunu ve dip dibe uyumak zorunda kalacağımızı fark etmemi sağlamıştı.

Şövalye derin bir uykudayken her şey basitti, ancak artık uyanmıştı ve varlığımın farkındaydı.

Çatı katında bir yatağım olmasına rağmen, neredeyse ölü olan yabancıyı izlemek için çoğu geceyi pencere kenarındaki divanda uyuyarak geçirmiştim.

Artık onu bu kadar yakından izlememe gerek yoktu. Buna neredeyse üzülecektim. Belki de babamı kaybettikten sonra yalnız kaldığım içindi. Sessiz çıkarmasa bile başka birinin orada olmasından hoşlanmaya başlamıştım.

Ama öte yandan savunmasız bir kadın, bir erkekle tek başına kaldığında neler olabileceğine dair hikâyeler duymuştum. Bu bütün kadınlar tarafından bilinen bir gerçekti.

Ren şimdiye kadar bana kibar davranmıştı ama insanlar geceleri değişebilirdi. Karanlıkta erkeklerin arzuları onları canavara dönüştürebilirdi.

Ren yanıma geldiğinde kollarım bir yorganla yatağın kenarında duruyordum. Sesi dikkatimi dağıtana kadar dudağımı ısırıyordum. “İstersen ahırda uyuyabilirim.”

Bu teklif göğsümdeki kaygıyı hafifletti.

“Ah hayır, buna gerek yok,” dedim nazik bir gülümsemeyle. Ren kollarını kavuşturmuş kapı eşiğine yaslanmıştı.

Heybetli cüssesiyle bütün kapı boşluğunu dolduruyordu.

“Burada sadece bir yatak var. Ben burada yatarken sen nerede uyudun Lily?” diye sordu Ren. Sonra omuz silkti. “Paylaşmaktan rahatsız olmam.”

“Ben... Şurada uyudum,” dedim pencerenin kenarındaki şilteyi işaret ederek.

Ren kaşlarını çattı. “Orası bir hanımefendinin uyuyacağı bir yer değil. Yatağını aldığım için çok üzgünüm.” Geriye yaslanıp başını salladı. “Bu gece gidip evini sana geri vereceğim.” Bunu söylerken acı dolu bir yüz ifadesi takındı ve elini yaralı tarafına koydu.

“Hayır,” dedim hızlıca. Neredeyse ona uzanacaktım ama kendimi tuttum. “Daha iyileşmedin. Hem karanlıkta gitmek güvenli olmaz.”

“O zaman yerde uyurum,” diye önerdi.

“Üşürsen yine hastalanabilirsin,” dedim başımı sallayarak. “Hayır, burada kal ve dinlen. Ayrıca o benim yatağım değildi. Ben genelde yukarıda uyuyorum.”

Ren bir an sessiz kaldı. Büyük yatağa ve ödünç aldığım fazladan kıyafetlere baktı. Ne demek istediğimi anlamış gibi görünüyordu, hafifçe kaşlarını çattı.

“Madem öyle diyorsun,” dedi ellerini kaldırarak. Rahatlarken dudaklarımdan bir nefes kaçtı.

“Evet, öyle diyorum,” dedim kararlılıkla. Onu kurtarmak için bu kadar çabaladıktan sonra dışarıya çıkıp ölürse çok üzülürdüm.

Ren bir kahkaha atarken sesi üzerimden geçti, kulaklarımdan kıvrılarak duyularımı coşturdu. Gece boyunca onun kahkahasını dinlemek istiyordum.

Battaniyeyi yatağa koydum. Aramızdaki tek şey yataktı. Yatağında karşısındaki Ren’e baktım.

Babamın odası daha önce hiç bu kadar küçük hissettirmemişti. Ama şövalye çok yer kaplıyor gibiydi. Evimdeki her şey ona kıyasla minicik görünüyordu.

Sessizliği o bozdu. “Sesini duydum. Hastayken yani. Benimle konuştuğunu duydum.”

Hızlı bir nefes aldım. “Ah, evet.” Pencerenin kenarındaki eski deri kitaba uzandım. Arasından kurdeleden yaptığım ayraç sarkıyordu. “Her gün sana bunu okudum. Bu babamın en sevdiğiydi. Ona da okurdum.”

Ren yatağa ve elimdeki kitaba baktı. “Şimdi de okur musun?”

“Çok isterim!” dedim belki de fazla heyecanla. Ama hikâyeyi seviyordum ve okumak beni sakinleştiriyordu.

Omuzlarıma bir battaniye sardım ve bacaklarımı çaprazlayarak pencere kenarına oturdum.

Ren yaraları yüzünden yüzünü buruşturarak yatağa uzandı. Yaralı olmasına rağmen şövalye çok akıcı hareket ediyordu.

Vücudunun baştan çıkarıcı her parçası bir erkeğin içinde saklanan vahşi bir hayvan gibi hareket ediyordu. Kitabı öyle sıkı tutuyordum ki ellerim titriyordu. Kitabın ikiye bölüneceğini sandım.

Şöminede yanan ateş ahşap duvarlarda dans eden ışıklar ve gölgeler oluşturuyordu. Dışarısı çok karanlıktı, uzaktaki ormanda bir baykuş ötüyordu.

Ezbere bildiğim hikâyeyi okumaya başlarken sesim yatak odasını doldurdu.

Ren bana öyle bakarken uyuyabileceğimi sanmıyordum. Kelimeler ve hikâye gözünde canlanırken hikâyeden gerçekten büyülenmiş görünüyordu.

Şöminede çıtırdayan odunların eşliğinde kitabı okurken göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı.

***

Sabah güneşi yatak odasını aydınlatırken yüksek bir gümbürtü sesi beni uyandırdı. Yatakta hızla doğruldum ve pencereye baktım.

Gözlerim kocaman açıldı. Nerede olduğumu ve saatin kaç olduğunu fark ettiğimde kalbim bir an durdu.

Yatağa ne zaman girmiştim? Dışarıdaki o korkunç ses neydi? Ren neredeydi?

Güneş açısı bana çoktan sabahın geç saatleri olduğunu söylüyordu. Otlanmaları için hayvanlarımı dışarıya çıkarmam gerekiyordu.

Çiftlikle ilgilenene kadar sorularımı bir kenara bırakmalıydım.

Yataktan fırladım ve köşedeki kullanılmamış yatağımı görmezden gelerek yukarıdaki dolabıma koştum. Açık mavi elbisemi giyip önlüğümü taktım ve kahverengi deri çizmelerimi giydim. Dışarıdan daha fazla vurma ve çekiç sesi geliyordu.

Dışarıdan gelen her yüksek sesle kalbim hızla atıyordu.

Ön kapıdan fırlayıp kulübenin etrafından dolandım. Bahçenin etrafında koşarken neredeyse toprağı gagalayan tavuklara takılıp düşecektim.

Hayvanlarımın çoktan dışarıda olduğunu görünce şaşkınlıkla garip bir ses çıkardım.

Millie çitten bana doğru böğürdüğünde kendime geldim ve siyah beyaz benekli inek başını ahıra doğru çevirdiğinde ileriye baktım.

Ren elinde çekiçle ahırın çatısındaydı.

“Aman Tanrım, ne yapıyor? Kendini yine yaralayacak!” Kapıya doğru koştum ama aniden durdum. Sağlam mandalı görünce şaşırdım.

Ren kapıyı ve kilidi mi tamir etmişti? Bütün bunları yapmak için erkenden kalkmış olmalıydı. Bunu yapmak zorunda değildi.

Yaralı bir şövalye neden çiftliğimi tamir ediyordu?

“Ren! Ne yapıyorsun orada?” dedim sinirle. Yanlarından telaşla geçerken keçiler etrafa kaçıştı. Bir elimi alnıma koydum ve gözlerimi sabahın kavurucu ışığından korudum.

Durduğum yerden, altın parıltı Ren’in vücudunu sarıyordu. Onu terli, kaslı, nefes alan bir... Bir şeye benzetiyordu.

“Günaydın Lilly!” Gürültü çıkardığı çekiçle ahır çatısından bana el salladı. Güneş ışığı gülümsemesini çok parlak gösteriyordu.

“Ne yapıyorsun?” diye sordum tekrar. Çok sinirliydim, henüz öğlen bile olmamıştı.

Zarif bir sıçrayışla Ren çatıdan atladı. Güvenli bir şekilde yere inerken çizmeleri toprağa çarptı.

Şövalye kaslı kolunu kaldırıp alnındaki teri sildi. Gözlerim kaslı kolunun çıkıntılarını takip ederken ayaklarımı oynattım.

Ren çekiçle omzunun üzerinden yarı tamir edilmiş binayı işaret etti. “Bana gösterdiğin nezaketin karşılığını ödüyorum. En azından çiftliğinde sana yardım edebilirim.”

İstemeden ayağımı yere vururken homurdandım. “Kendini tekrar yaralayarak bana borcunu ödeyemezsin. Çekici yere bırak. Hemen.”

Mavi gözleri ona meydan okumamdan memnun görünüyordu. Dudaklarının kenarı muzip bir şekilde kıvrıldı. “Bana söylüyorsun?” diye güldü. “Çok uzun zamandır kimse bana ne yapacağımı söylememişti Lilly.”

Soylu olsun ya da olmasın, bu bir şövalye için oldukça kibirli bir söylemdi. Ama burası benim çiftliğimdi.

Yaşlı, boyun eğmez bir meşe gibi sağlam ve güçlü duruyordum. Tek kelime etmeden bir elimi kalçama koydum ve diğer elimle yerdeki alet sandığına işaret ettim.

Saniyeler uzadıkça ve ben hareket etmedikçe Ren’in öz güveni sarsıldı.

Yaptığı işten memnun olmayarak, “Ama henüz bitirmedim,” diye itiraz etti. Kollarını göğsünde kavuşturup bana tepeden baktı.

Parmağımı sallayarak aletleri daha sert bir şekilde işaret ettim. “Burada patron sen değilsin. Benim çiftliğimde, patron benim ve emirleri ben veririm.”

Ren’in koyu kaşları havaya kalktı ve somurtması yavaşça büyük, aptal bir gülümsemeye dönüştü.

Düşünüyormuş gibi mırıldandı. “Hm, Kraliçe Lilliana. Kulağa gerçekten hoş geliyor.”

Saçma olmasına rağmen güldüm. Gözlerimi kapatıp kollarımı indirdim ve durumun saçmalığına güldüm.

Çiftliğimde yaralı olmasına rağmen bana yardım etmek isteyen bir şövalye vardı. Bana aylardır hissetmediğim bir şeyi hissettiriyordu, yalnız değildim.

“Çok şakacısınız efendim.” Benim gibilerini öldüren birinin yönettiği bir krallıkta önemli biri olmazdım. Ama Ren’in onlara sadık olup olmadığını öğrenmeden bunu yüksek sesle söyleyemezdim.

“Gülüşünü seviyorum,” dedi omuz silkerek. Ama hareket onu yüzünü buruşturmaya itti. Elini en kötü yarasının olduğu kaburgalarına koydu.

Söyledikleri karşısında yanaklarım kızardı ama acısı bana düşünecek başka bir şey vermişti. “Gördün mü? Çok fazla iş yaptın. İçeriye gir. Bandajlarını kontrol edip yiyecek bir şeyler hazırlayacağım.”

“Dileğiniz benim için emirdir leydim.” Ren başını eğdi ama gözleri yaramazlıkla parıldıyordu.

Kendimi toparlamak için bir an dışarıda kaldım, kulübeye doğru yürürken onu izledim. Onu izlediğimi biliyor olmalıydı çünkü ön kapıdan geçmeden önce sırtını ve omuzlarını esnetip içeriye girdi.

Ancak birkaç derin nefes aldıktan sonra, kalbim normale döndüğünde onu takip ettim.

İçeriye girdiğimde Ren çoktan üstsüz bir şekilde yatağın kenarında oturuyordu. Belinin etrafındaki son bandajı çözerken gözlerim hızlıca çıplak teninde gezindi.

Yatağımda oturan adamın kaslı vücudunun her çizgisi ne kadar büyük ve güçlü olduğunu gösteriyordu.

Ona bakarken içim arzuyla titredi. Yüzüm yine kızardı ve kalbim kaburgalarıma karşı sertçe çarptı.

Kendimi yatak odasına yürümeye zorlamak zordu çünkü dizlerimin gücü yoktu.

Yeni bandajları aldıktan sonra dikkatle yatağa, Ren’in yanına oturdum. Ren o kadar çok yer kaplıyordu ki, yatağa nasıl sığdığını merak ettim.

Yanına oturduğumda dizini benimkine bastırdı. Bunu bilerek yapmıştı. Bacak aramı saran sıcaklığı hissedebiliyordum.

Yarasına bakabilmem için kolunu kaldırdığında ne kadar hızlı iyileştiğini fark ettim. Bu hızla, yan tarafındaki kesik bir hafta içinde sadece bir yara izi olacaktı.

Bunun hakkında bir şey söyleyebilirdim ama vücudundaki tümsekler, göğsündeki ve karnındaki koyu tüyler beni tamamen büyülemişti.

Kaburgalarına ince bir tabaka merhem sürerken, kasları nazik dokunuşumun altında gerildi. Her kasılma ve esnemeyi gördüğümde sessizce mutlulukla soludum.

Ama çok yakındık ve oda sessizdi. Hızlı nefes alış verişimi ve yakınlığının neden olduğu kalp çarpıntımı duyduğundan emindim.

“Yardımın için minnettar olduğumu söylemek istiyorum Ren. Ama iyileşmeye devam etsen daha mutlu olurum,” dedim. Zihnimi ve bedenimi sarhoş eden büyük erkek bedeninden ve kokusundan dikkatimi uzaklaştırmam gerekiyordu.

“İzin versen daha fazlasını yapardım. Uzun zamandır kimse benim için bu kadar endişelenmemişti.” Kaldırdığı kolu aşağıya inerken parmaklarını açıkta kalan boynumda gezdirdi. “Ayrıca saçını açmak da beni mutlu ederdi. İzin verir misin?”

Sırtımdan bir ürperti geçti. Gözlerine bakmadan, yeni bandajı sarmaya odaklanarak başımı salladım.

Parmakları saçımı tutan tokayı çözdüğünde hacimli bakır pembe kıvırcık saçlarım omuzlarımın etrafına döküldü.

Bandajı yaraya sarmayı bitirdim ama parmaklarım teninde kaldı. Saçımı nazikçe omzumun arkasına attı.

Yüzünü boynumla omzumun birleştiği yere gömdüğünde gözlerimi kapattım. Dudaklarını boynumun kenarına, nabzımın hızla attığı yere bastığında küçük bir inilti çıkardım.

Ren’in kolu belime dolandı ve tek bir hareketle beni kucağına çekti. Boynumu defalarca öperken nefesim ciğerlerimde tıkandı. Her öpücük kasıklarımda alışık olmadığım bir sıcaklığın büyümesine neden oldu. Ta ki kasıklarım cehenneme dönüşene kadar.

Daha önce hiç böylesine yanmamıştım. Ve bacaklarımın arası hiç bu kadar ıslak olmamıştı. Popoma sert bir şey dayanıyordu. Bunun ne olduğunu anlamak için deneyime ihtiyacım yoktu.

Şehvet ve aşk hakkında yeterince kitap okumuştum. Biri olmadan diğerinin var olamayacağını düşünerek büyümüştüm ama işte buradaydım.

Elleri yavaşça bedenimi keşfederek yanlarımdan yukarıya doğru hareket etti. Göğsüme ulaştığında durdular ve göğüslerimi büyük ellerinde tuttu.

Onu durdurmayı ya da itiraz etmeyi düşünmedim. Tek düşüncem ellerinin ne kadar büyük ve güçlü olduğuydu. Tenime masaj yapan parmakları aşağıdaki bir şeyin zonklamaya başlamasına neden oldu.

Daha ne olduğunu anlamadan Ren elbisemin iplerini çözdü. Mavi kumaşı göğsümden aşağıya doğru sıyırdı. Tenime çarpan serin hava karşısında nefesimi tutarken Ren’in keşfettiği meme uçlarım anında sertleşti.

Bir yanım tanımadığım bir erkeğin karşısında böyle çıplak durduğum için utanmam gerektiğini söylüyordu. Ama sıcak tenimde gezinen sıcak avuçları baş döndürücü ve heyecan vericiydi. Çaresizce inleyene kadar boynumun yan tarafını öpmeye devam etti.

“Seni ilk gördüğümden beri senden başka hiçbir düşünemiyorum. Sana deli oluyorum Lilly.” Dolgun göğüslerimi avuçlarken ve hassas meme uçlarımı çekiştirirken beni daha iyi görebilmesi için başımı geriye doğru eğdim.

Kalçamın altındaki sertlik, daha da büyüyerek seğirdi. “Savaşmayı ve kazanılacak savaşları düşünmen gerekmiyor mu?” diye sordum nefes almakta zorlanarak.

Bir şövalyenin krallığı ve korumaya söz verdiği insanları düşünmesi gerekirdi. Ona sunacak hiçbir şeyi olmayan bir çiftlik kızını değil. Ren’in eli boynuma geri dönerken saçlarımı kavradı.

Bir tutam kızıl bukleyi yakaladı ve yüzümü kendininkine çevirdi. Gözlerim, kafa derimdeki heyecan verici gerginlikle ve dudaklarıma çarpan nefesiyle kocaman açıldı. “Kazanmak istediğim tek savaş senin için olan savaş,” dedi.

Başını eğdi ve dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırdı. Daha önce hiç bir erkekle öpüşmemiştim ama vücudum şehvetli içgüdüyü takip etti.

Dudaklarım onunkiyle hareket ediyordu. Öpücüğü derinleştirdiğinde dudaklarımız kilitlendi, nefesimi kesti. Dilini ağzıma soktuğunda ıslak dillerimizin birbirine sürtünmesi kasıklarımın anlamadığım bir arzuyla gerilmesine neden oldu.

Bir eliyle sıkıca saçlarımı kavramıştı. Diğer eliyle elbisemi yukarıya çekip bacaklarımı ortaya çıkarırken kendimi öpücüğünün vahşiliğine kaptırmıştım. Ne yaptığını ancak başparmağını bacak aramdaki hassas noktada döndürdüğünde ve vücudumdaki her kas gerildiğinde fark ettim.

“Daha önce hiç burana dokunan oldu mu?” Ren parmağını ıslak külotumun üzerinde gezdirirken dudaklarıma karşı soludu. Haz dolu anlar beni sarsarken kucağında kıvrandım.

Tahrik olduğumu hisseden Ren’in göğsünden bir hırıltı yükseldi. “Asla,” dedim öne eğilerek. Dudaklarını tekrar tatmak istiyordum.

“Güzel.” Ren dudaklarını sertçe benimkine bastırdı, sanki beni yemek istiyordu. Sonra ıslak iç çamaşırımı kenara çekerek özel bölgeme bir parmak soktu.

Parmağını ıslak kıvrımlarımda gezdirirken en üstte titreşen, şişmiş tomurcuğu buldu. “O güzel bacaklarının arası çok yumuşak. Çok ıslaksın Lilly.”

Parmağını sularımla ıslattıktan sonra orta parmağını klitorisimde gezdirdi. Klitorisime ustaca dokunurken zevk patlamaları kasıklarıma yayıldı.

Kucağında ona döndüm ve omuzlarına doladığım kollarımı boynunun arkasında kilitledim. Hem onu sıkıca kucaklamak hem de ondan destek almak için çıplak göğüslerimi göğsüne bastırdım.

Vücudum mutlulukla sarsılırken saçımdaki yumruğu sıkılaştı ve dudakları daha talepkâr hâle geldi. Sonra bir parmağını girişime soktu ve alt dudağımı dişlerinin arasına aldı.

Ren parmağını içime kaydırırken ürkek bir ses çıkardım. Başımı geriye atmak istedim ama dudağımdaki dişleri ve saçımdaki eli beni yerimde tutuyordu. Tamamen onun merhametine kalmıştım.

Gerilme ve doygunluk hissi, nefesim ile sesimi kontrol etmemi imkansız hâle getiriyordu. Neredeyse acı veren, açgözlü öpücükler arasında dudaklarımdan tiz, kesik soluklar döküldü.

Parmağı içimde kıvrılırken, aynı anda avucunu klitorisime sürtüyordu. Büyüyen, yüklü enerjiyle titrerken duvarlarım gerildi.

Bu hisler arttıkça acınası seslerim daha da yükseldi. "Çok mu fazla Lilly?" diye sordu Ren.

Kollarımı boynuna daha sıkı doladım ve kendimi ona sürtmek için kalçalarımı öne doğru salladım. “Hayır… Değil. Bir şeyler oluyor. Bu çok.. Çok iyi.”

Muhteşem hissediyordum. Gözlerimin kenarlarında biriken yaşlar gözlerime batıyordu. Daha önce hiç böyle bir zevk yaşamamıştım. Yapabildiğim tek şey, beni parmaklarken kucağında kıpırdanıp soluk soluğa kalmaktı.

Çekinerek diliyle ağzıma girmek için izin isterken dilini dişlerime sürttü. En ıslak yerlerimdeki sıcaklık güneşten daha sıcak ve parlaktı.

Uzun geçen karanlık bir kıştan sonra doğan güneş gibi orgazma ulaştım. Belki de ihtiyacım olan şey buydu ve Ren bana bunu verebilirdi. O sıcaklık ben zirvedeyken parladı ve içimdeki her şeyin milyonlarca parçaya ayrılmasına neden oldu.

Ren’in kucağında sızlanıp titriyordum. Bitik bir hâldeydim, ancak vajinal duvarlarım parmağını sıkıştırdığında Ren sadece erkeksi bir memnuniyetle inledi. Kaslarım ve kemiklerim yaşadığım ilk orgazmla eridi. Şövalye orgazmımın son titrek dalgaları boyunca tembelce beni parmaklamaya devam ediyordu.

Titremelerim azaldığında, Ren parmaklarını içimden çekti ve elini ağzına götürdü. Sularımla kaplanmış kaygan orta parmağını dudaklarının arasına aldı ve parmağına bulaşan sularımı emdi.

Bir sonraki sözleriyle kalbim yeniden çarpmıştı. "Çok güzel bir tadın var Lilly. Seni tekrar tatmak için sabırsızlanıyorum."

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok