Mateo Santiago - Kitap kapağı

Mateo Santiago

Katlego Moncho

Hoşçakal, Güle Güle, Elveda

JUNIPER

Güneş gitmişti.

Onun yerine, gökyüzünü şimşekler kaplamıştı. Kara bulutlar yönlerinde ne varsa yuttu tüketti. Ama zaten bu hava durumuma çok daha uygun görünüyordu. Güneş ışığı ve tatlı rüzgarlar hiçbir zaman benim doğum günüm için uygun hava olmamıştı. Şimşek ve gök gürültüsü, uluyan hortumlar ve şiddetli fırtınalar çok daha uygundu.

Böyle bir gün sadece kötü şeyler getirirdi.

Karanlık ve ölüm.

Nasıl seçebilirim ki? Beni nasıl seçim yapmaya zorlayabilir? Her iki seçenek de kaçınılmaz ve acı verici bir ölüme yol açacaktı. Babamın hücrelerde bana işkence edeceğinden, hatta açlıktan ölmeme izin vereceğinden emindim. Geride hiçbir şey kalmayana kadar vücudumun kendi kendini parçalanmasına izin verirdi.

Tam onun yapacağı bir işti bu.

Haydutlar yaşadıkları zalim hayatlarla nam salmışlardı. Temel içgüdü ve açgözlülük tarafından ele geçirilmiş, daha zayıf olan herkesi avlayan bencil yaratıklardı. Güçleri, hızları ve kurt formları beni avları karşısında ben mükemmel bir av örneğiydim.

Ama dışarıda bir şansımız olurdu Star ısrar etti.

"June." Büyükannem bana seslendi, gözleri bu imkansız kararı vermem için yalvarıyordu. Ya da belki bana başka bir yol olduğunu söylemeye çalışıyordu, ama o ne yapardı, ne yapmamı isterdi bilmiyordum.

Babam silahı şakağına daha da sert vurdu.

"Sen sus. Seçimi June yapacak."

Nasıl bu kadar kalpsiz olabilir? Nasıl bir insan kendi ailesini tehdit edip öldürebilir, kendi kızını ölüme ya da sürgüne zorlayabilirdi? Böyle biri olacak kadar ne yaşamıştı?

"Ona nasıl yardım ettiğini bilmediğimi sanma,” diye devam etti. "Bunca sene burnumun dibinde sakladın onu. Şimdi cezasını çekeceksin." Hırladı, gözleri kurduna dönüşüp yanıp söndü.

İstem dışı bir adım daha attım.

"Hayır!"

Beklentiyle bana döndü.

"Gideceğim, ama lütfen, ona zarar verme."

Sözlerim annemin dikkatini çekti.

"Sürgünü mü seçiyorsun?"

"Evet" diye sızlandım.

Babamın yüzünden neşeli bir ifade geçti ve annemin kaşları havaya kalktı.

Ani ve sağır ediciydi, tıpkı ilk seferki gibi. Patlama sessizliğe gömülen odada yankılandı. Yere sıçrayan kanı gördüm, büyükannemin cansız bedeni zemine kavuşurken sesi duydum.

Babam gülümseyerek omuz silkti, “Vatana ihanet etmişti,” diyerek kendi annesini öldürmesine kılıf uydurdu.

Barut kokusu burnumu yaktı. Gözlerim büyükannemin yüzüne yapıştı, gözyaşlarım görüşümü bulanıklaştırdı. Cesedinin altında büyüyen kan birikintisini izledim, ifadesi acı ve şaşkınlık içinde donmuş kalmıştı sonsuza dek.

Bunca yıldır bana değer veren tek kişi. Tüm kalbimle sevdiğim tek insan. Bu hapishanede, bu karanlık dünyada sahip olduğum tek ışık.

Gitmişti.

Babamın ayaklarının dibinde ölmüştü.

Babam çömeldi, yüzünü büyükanneminkinin yanına konumlandırıp, acımasız bir gülümsemeyle son sözünü etti.

"Kaç."

Bu sözüyle odayı kargaşa bastı. Kurt adamlar içeri hücum etti, kapıları ve pencereleri kırdılar. Cam ve ahşap parçaları her yere püskürdü.

En az iki kurt etrafımı sarmıştı. Gri ve kahverengi kürkler. Üstüme saldıran keskin dişler. Benim attığım her geri adımda onlar iki kat daha fazla mesafe kat ettiler.

Işık hızıyla arka kapıya koştum, sapı sırtıma sap sapladı.

Kapıyı açıp koşmaya başladım.

Dışarıda başka bir kurt daha vardı, bileğimden yakalamak üzereyken elinden kaçmayı başardım. Kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atıyordu. Nefes nefese kalmıştım.

Evimden, bildiğim tek hayattan uzaklaşırken.

Rüzgar yüzümü kırbaçladı ve yağmur tenimi dövmeye devam etti. Şimşekler hala gökyüzünde kükrüyordu ama benim kaybedecek bir anım yoktu. Gök gürültüsü, çığlıklarımı, hıçkırıklarımı bastırdı.

Kurtlar beni takip etmişti. Beni kolayca yakalayabileceklerini biliyordum.

Ama avlanmak için gelmiyorlardı peşimden. Beni sürü topraklarından dışarı atmak için geliyorlardı.

Ne kadar kaçtığımı bilmiyordum. Sınırlar ve büyükannemin evi arasında kilometrelerce yol olduğunu biliyordum ve oraya yürümek bütün gün sürebilirdi. Tempom ne zaman yavaşlasa kurtlardan biri yavaşlamadığımdan emin olmak için arkamdaydı.

Sıyrıklardan ve morluklardan daha fazla zarar verecekleri belliydi.

Akşama doğru hedefimize ulaştık ve fırtına sessizliğe büründü. Evimle bağımın kopması gibi bir şey hissetmedim, belki de orayla hiçbir zaman bir bağım olmamıştı. Artık bir önemi yoktu.

Litmus'tan çıkmıştım.

İlk bakışta, haydut bölgesi sürününkinden çok farklı değildi. Ağaçlar aynıydı ve kuş çağrıları benzerdi. Bu toprakları saran bir güvenlik duygusu yoktu.

Leş gibi korku kokuyormuş. Ağır, iğrenç ve çürümüş.

Kurtlar serbestçe avlanmaya başlamadan önce ben Litmus'un topraklarını haydut topraklarından ayıran çizgiyi geçene kadar beklediler. Bana ulaşmak için birbirlerini tırmalayarak çılgınca davranmaya başladılar.

Büyükbabam bana haydutların sürü topraklarına girmeye cesaret ettiği zamanların hikayelerini anlatırdı. İnfazcılar, savaşçılar, kurtların çiğ ete atladığı gibi üstlerine atlarlardı.

O zamanlar haklı sebepleri olduğunu düşünürdüm. Haydutlar korkunç yaratıklardı, acı ve sefaletten başka bir şey getirmezlerdi. Başlarına gelenleri hak ediyorlardı.

Artık bundan o kadar emin değildim.

Kollarımı ve bacaklarımı çıkabildikleri en hızlı seviyeye çıkmaya zorladım. Neredeyse sıcak nefeslerini ensemde hissedebiliyordum. Beni her an yakalayacaklarına o kadar emindim ki.

Bizi korumak zorundasın June! Durmayacaklar. Bizi öldürene kadar durmayacaklar. Star ağladı. Sesinin daha önce hiç bu kadar çaresiz çıktığını duymamıştım. Ama endişesiyle beraber bana duyduğu güveni de hissedebiliyordum.

Bizi kurtarabileceğime inanıyordu.

Arkamda kurtlardan birinin hızlanıp atlamaya hazırlandığını gördüm. Son anda, kurt üstüme doğru uçarken, sağa doğru yön değiştirip eğildim, o beni ıskalayıp bir ağacın gövdesine çarparken ben yerde yuvarlandım.

Ani dönüşüm, takipçilerimin geri kalanını yavaşlatmadı ama, hemen ardından bir başkası üstüme doğru fırladı. Bağırdım, kendimi savunmak için ellerimi yüzümün önünde siper ettim.

Tüylü bir bedenin beni yerden yere vurduğunu hissetmeyince, neler olduğunu görmek için etrafa bakındım. Peşimdeki kurtların hepsi kuyruklarını kıstırmış kaçıyorlardı.

Neler oluyor?

Arkamdan gelen hırıltı, ensemdeki tüylerin diken diken olmasına neden oldu.

"Bakın burada kim varmış?"

Yeni bir tehditle yüzleşmeye hazır bir şekilde arkamı döndüm. Gözlerim fal taşı gibi açıldı; dilim tutuldu.

Beni kovalayanlardan çok daha büyük yirmi tane kurt karşımda duruyordu. Farklı renk ve boyutlarda ve müthiş göz korkutucuydular.

Kurtların önünde bir adam durdu ve ben kıpkırmızı oldum. Çıplaktı ve bundan hiç utanıyor gibi durmuyordu. Hızlıca gözlerimi kaçırmadan önce şişkin kaslarını ve keskin gözlerini fark etmeden edememiştim.

"Vistas Ay sürü arazisine izinsiz girmeye nasıl cürret edersin, haydut?" Ses tonunda küçümseyici bir hal vardı, sanki bunu yapacak kadar aptal olduğuma inanamıyormuş gibi.

Bir an sonra ne dediği dank etti.

Vistas Ay sürüsü acımasız ve kanlı ideallere sahip olmasıyla ün salmıştı, alfaları da bu ideallerin en büyük temsilcisiydi. Genç yaşına rağmen, ülke çapındaki sürülerin kalbine korku salmıştı. Büyükannem, dünyanın dört bir yanındaki kurtların Vista Ay’ların alfasından bahsettiğini duymuştu.

İnsanları sırf ona “yanlış baktıkları” için katlettiğine dair hikayeler vardı. Ona karşı gelen birine ne yapacağını düşünmek bile ürperticiydi.

Ben daha hiçbir şey yapamadan adam ıslık çaldı ve kurtlar üstüme gelmeye başladı. Hızla bana yaklaştılar ve biri üstüme atladı.

Geriye doğru tökezledim ve ayaklarım birbirine dolandı. Sert bir şekilde yere yuvarlandım. Kafam zemine çakıldı.

Karanlık beni yutmadan önce hatırladığım son şey uluma sesleriydi.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok