Raven Flanagan
RIVER
Gözlerim nihayet açıldığında, perdelerin arasından içeri giren altın sarısı ışık huzmesi doğrudan yüzüme vuruyordu. Bir kolumla yüzümü kapatarak inledim. Sanki bir yük treni çarpmış gibi tüm vücudum ağrıyordu ve tek istediğim sert bir fincan kahveydi.
Odaya tekrar baktığımda belli belirsiz anılar canlandı gözümde. Güneş doğmadan önce bir noktada, erkek kurt dinlenmem için beni sürü evine götürmüştü. Oraya nasıl gittiğimi zar zor hatırlıyordum.
Kızgınlığım boyunca saatlerce çiftleştikten sonra, ailemin evine geri dönemeyecek kadar bitkin düşmüştüm. Yine de geri dönmem gerekiyordu. Odadaki güneş ışığının konumuna bakılırsa saat öğlene geliyor olmalıydı. Yakında ortaya çıkmazsam ailem endişelenebilirdi.
Vücudum aşırı derecede ağırlaşmıştı; yataktan zorla çıkıp odanın diğer ucuna kendimi sürükledim. Üzerimdeki kocaman tişörtü ve eşofman altını çekiştirdim.
Çam ve duman gibi kokuyorlardı. Yanaklarım kızardı.
Odanın karşısındaki aynaya bakınca, beni gören olsa korkuyla kaçabileceğini fark ettim; saçlarım yapraklar ve ısırganotları, cildim ise kirle kaplıydı ve gözlerimin altındaki koyu halkalardan sanki bir yıldır iyi bir uyku çekmemiş gibi görünüyordum.
Alt kattaki devasa sürü evi mutfağından sanki düzinelerce insan bir şeyler hazırlıyormuş gibi sesler geliyordu. Ama bu hâldeyken kimseye yakalanmak istemedim. Arka merdivenlerden gizlice inerek fark edilmeden evden çıkmayı başardım.
Mahalle hareketliydi; yine görünmemeye çalışarak ara sokaklardan teyzem ile eniştemin evine doğru gizlice ilerledim. Önceki geceki adam her yerde olabilirdi ve onunla karşılaşmaya hazır olmadığımı biliyordum.
Arlene beni kapıda bekliyordu; ben kapı koluna uzanır uzanmaz kapıyı açtı. Beni incelediği sırada gözleri kocaman açıldı ve ağzı yavaşça aralandı.
“Biliyorum. Ormanda bir kamyonun arkasından sürüklenmiş gibi görünüyorum. Beni içeri alır mısın?” Omzumun üzerinden bakıp etrafta kimsenin olmadığını görünce sevindim. Sıcak bir duş ve birkaç saat uykudan başka bir şey istemiyordum.
Arlene beni kapıdan içeri çekip kapıyı çarparak kapattı. Teyzemin koşarak geleceğini bildiğim için sesten irkildim.
“River mı o?” Corrine Teyze mutfaktan fırlayıp ellerini fırfırlı beyaz önlüğüne sildi. “River, ne oldu sana böyle? Şu üstüne başına bir bak. Hemen sıcak bir duşa ihtiyacın var.”
“Affedersin teyzeciğim. Dün gece ormanda yönümü şaşırdım. Geri döndüğümde o kadar geç olmuştu ki sürü evinde kaldım.” Tam olarak yalan sayılmazdı.
“İyi olmana çok sevindim.” Gözlerinde endişeye benzer bir şey vardı. Bir an buraya gelmeden önce annemin ona telefonda neler anlattığını merak ettim.
Corrine, Arlene’le bakışmadan önce bana son bir kez endişeli bir bakış attı. “Kızlar hazırlanmanız gerekiyor, duydunuz mu? Barbekü birkaç saat içinde başlayacak ve ikinizin de orada olması gerekiyor.”
Yüzüm buruştu. Barbeküyü unutmuştum! Arlene annesine başıyla onay verdikten sonra kolumdan tutup beni merdivenlerden yukarı sürükledi. Ona karşı koyamayacak kadar yorgundum.
Misafir odasına vardığımızda, “Of, sadece uyumak istiyorum!” diye inleyip yatağın üstüne uzandım. Yatağın ayak ucunda duran, ülkenin yarısını arabayla geçtikten sonra geldiğimden beri dokunmadığım bavulumu görmezden geldim. Bütün gece ayakta kalmak yorgunluğuma iyi gelmemişti.
“Hâlinden anlaşılıyor.” Arlene yatağın kenarına oturup göz ucuyla beni izlerken tırnak etlerini kopardı. “Peki, dün gece gerçekten neler olduğunu anlatacak mısın yoksa kaybolma hikâyeni mi yedireceksin?”
Derin bir iç çekip doğrularak bir elimi kuş yuvasına dönmüş saçlarımda gezdirdim. Bir yanım dün gecenin yaşandığını reddediyordu ama bacaklarımın arasındaki acı bana bunun kesinlikle bir rüya olmadığını söylüyordu.
“Dün gece biriyle çiftleştim,” diye itiraf ettim.
Arlene sudan çıkmış balık gibi bana bakakaldı. “Bu, dün gece birkaç çiftleşmemiş erkeğin neden çılgına döndüğünü açıklıyor. Peki, iyi misin?”
“Arlene, şu anda nasıl ~olduğumu gerçekten bilmiyorum.” Saçlarımı yolmak istedim. “Ormanda biriyle çiftleştim.”
“Yok artık!” Arlene hemen yanıma gelip beni omuzlarımdan tuttu. “Kiminle?”
“Hiçbir fikrim yok! Ben koşarken beni yakaladı, bir de baktım ki içgüdülerimiz devreye girmiş. Sonra üzerime çıkmaya başladı.” Ellerimle yüzümü kapattım. Yüzü gözümün önüne geliyordu. Beni nasıl domalttığını düşündükçe heyecanlanmaya başladım.
“Vay canına. Tamam. Bu çılgınlık. Kim olduğunu bulmalıyız!” Arlene çok heyecanlı görünüyordu.
“Hayır, kim olduğunu bilmek istemiyorum. Belki de barbeküden sonra buradan gitsem daha iyi olur.”
“River, neden?” Kuzenim suratını asınca, gitme ihtimalimle onu hayal kırıklığına uğrattığım için kendimi kötü hissettim.
“Ama çok utanç verici! Birkaç yıldır kızışmamıştım Arlene. Böyle olacağını bilseydim dün gece dışarı çıkmazdım. Ayrıldığımızdan beri—”
Arlene ellerini kaldırdı. “Hayır. Hayır, sorun değil. Onun adını söylemek zorunda değilsin.” Kollarını bana doladı. “River, söz veriyorum burada iyi olacaksın. Lütfen, hemen gitme.”
“Bunu biraz düşünebilir miyim?” Kalbim hızla atıyor, çelişen düşüncelerimden ötürü başım dönüyordu.
“Tabii, bu gece benimle kaldığın sürece. Seni gerçekten özledim kuzen.” Arlene iç çekip bir elini omzumda tutarak geri çekildi.
“Ben de seni özledim. Burada kalmama izin verdiğiniz için minnettarım.”
“Sen de aynısını yapardın.” Arlene kolumu sıkıp geri çekildi. “Şimdi git bir duş al, ben de sana kahve getireyim. Yanına güzel bir elbise almadın, değil mi? Benimkilerden birini ödünç alırsın, tamam mı? Bu gece kafanı dağıtırız.”
Gözlerimiz kilitlendi. Kaşlarını çatışından, dün gece anlattıklarımdan sonra beni yalnız bırakma konusundaki kararsızlığını anladım.
Ne de olsa neden burada olduğumu biliyordu.