Kali Gagnon
TYLER
Kate. Tüm güzel ihtişamıyla benim ve yeni takım arkadaşlarımın önünde öylece duruyordu. Blades’in soyunma odasına adımını attığı anda nefesim kesildi.
Patronlardan birinin kızı olduğunu anlamam uzun sürmedi. John Martin elini omzuna atıp sadece bir ebeveynin sahip olabileceği sakinleştirici bir gülümsemeyle onu ileri doğru itti. Dalga mı geçiyorsun?
Geleceğimin kaderini belirleyecek kişinin kızıyla yatmıştım. Aptal herif.
Baş Koç Julian şefkatli gözlerle ona bakıyordu. Zaman zaman ürkütücü olabilen bu adam gayet nazik bir edayla, “Çocuklar, bu Kate Martin,” dedi.
“Hepinizin bildiği gibi, Richard Martin kısa bir süre önce vefat etti. Bu da sevgili kızı Kate. Kendisi artık New York Blades’in en büyük ortağı.”
Ortağı mı? Eyvah, ayvayı yuttum. Işıltılı yüzündeki ifadeden onun da beni gördüğünü söyleyebilirdim.
Şaşkın gözlerle bana bakarken uzun saçlarının ne kadar dağınık olduğunu fark ettim. Benim yüzümden. Bunun sorumlusu olduğumu hatırlayınca sırıtmadan edemedim.
Bu kadın doyumsuzdu. Benim dünyamı daha önce hiç olmadığı kadar sarsmıştı, ki ben de ona aynısını yaptığımı inanıyordum. Çığlıkları, nefes alışları, bedenimin altında titreyişi...
Düşündükçe arzuyla dolup taşıyordum. Ne yazık ki onu bir daha yatağıma alamayacağımın farkındaydım. Kısa süre önce sözleşme imzaladığım takımın sahibiydi.
Blades’in büyük ortağının öldüğünü bilsem de bu kadarını beklemiyordum. Blades bu kadar iyi bir takım olmasaydı ve bana önceki maaşımın iki katını teklif etmeselerdi, sözleşmeyi şuracıkta yırtar atardım.
Hokey dünyasında Blades’in genel menajerinin dangalak olduğunu herkes bilirdi, ki bu konuda ben de farklı düşünmüyordum.
Kate’e gözlerini dikmiş halde içeri girdi. Kate’e bakışlarını izlerken içimi yersiz bir kıskançlık duygusu kaplamıştı.
Yine de aile ilişkileri hakkında konuştuktan sonra kıskançlığım azaldı. Kate ile iki amcası takımın sahibiydi. Kuzeni olan bu herif genel müdürden başka bir şey değildi.
Kate karşımızda durmuş, babasından bahsederken kendinden emin duruyordu. Koyu renk saçları köprücük kemiğini okşuyor, karanlık bir geceyi aydınlatabilecek parlak mavi gözlerini öne çıkarıyordu.
Bir an hayran bir şekilde onu izledikten sonra bana bir bakıma yalan söylediğini fark ettim. Nasıl olur da lanet olası bir hokey takımının sahibi olduğundan bahsetmezdi?
Tek istediğim onu tekrar yatağıma atmakken, onunla profesyonel bir ilişkiden başka bir şey yaşayamayacağımı anladıkça öfkem daha da arttı.
Birbirimizi ilk gördüğümüzde benimle göz teması kurmaktan kaçınmıştı. Takım arkadaşlarım ise onu takdirle izliyordu. Zekiydi, hakkını vermeliyim, ne dediğini iyi biliyor gibiydi.
Arkadaşlarımın önünde duran bu kişi, önceki gece on iki saat boyunca aralıksız seks yaptığım kızdan tamamen farklıydı.
İkimiz de birbirimize doyamıyorduk. Bu düşünce yine öfkemi körükledi. Böyle düşünerek hata mı ediyordum? Evet, muhtemelen öyleydi.
Konuşmasını bitirdikten sonra tüm zamanların en iyi defans oyuncularından biri olan Hans ona doğru yürüyüp onu etrafında döndürdü. Ardından sanki eski dostlarmış gibi koyu bir sohbete daldı.
Sohbet faslı bittikten sonra diğer oyuncalarla sohbet etmek için etrafta dolaştı. Oldukça rahat görünüyor.
O gece bir maçımız vardı. Bu, Blades’e katıldığımdan beri üçüncü maçım olacaktı. Maçtan önce onu yalnız yakalamak istesem de bunun dikkatimi dağıtacağından korktum.
Bana doğru yürüdüğünü görünce diyecek bir şeyler bulmaya çalıştım.
Neyse ki, sol kanat oyuncusu Mathieu kendini tanıtmak için elini uzattı. Ona dönüp gülerek bir sohbet başlattı. Ne hakkında konuştuklarını içten içe merak ediyordum.
Kendime gelmeliyim. Ne yaptığı umurumda olmamalı. Kendimi buna ikna etmek için ne kadar uğraşırsam uğraşayım, işe yaramıyordu.
Ayağa kalkıp formamı giydikten sonra onunla göz göze gelmemeye çalışarak yanından geçtim. Ne yazık ki, göz ucuyla bana baktığını fark edince nefesimi tutmak zorunda kaldım.
Köprücük kemiğinin hemen altında bıraktığım morluğu fark ettim. Dolgun dudaklarını büzdüğünde dün gece yaşananlar gözümün önüne geldi. Lanet olsun.
Beni fark edince gayet resmi bir tavırla baş selamı verdi. Ben ise aldırış etmeden onun ve Mathieu’nun yanından geçip gittim.
Soyunma odasından çıkmadan önce diğer takım sahipleriyle el sıkıştım. Koridorlarda dolaşan birkaç oyuncuyu buz pistine kadar takip ettim.
Forvet Chris ve kalecimiz Jaromir dikkatimi bir süreliğine Kate’den uzaklaştırdı. O gece Dallas’a karşı oynayacağımız maç için yeteri kadar motive olmamı sağlamışlardı.
“Bu gece eldivenleri bırakıyorum,” dedi Chris. New York’a gelmeden önce Dallas’ta oynadığını düşününce bunu duyduğuma şaşırmadım. Ben de aynı fikirdeydim. Eldivenleri çıkarmak, deliler gibi kavga etmek istiyordum.
Böylece biraz olsun sinirimi yatıştırabilirdim. Oysa takım arkadaşlarım benimle aynı fikirde değillerdi. İçlerinden bir tanesi tıpkı babasına benzediğinden bahsederken sinirlenmeye başladım.
Chris uzun sarı saçlarını geriye savurarak, “Çok iyi,” diye ekledi. Jaromir’le yumruklarını tokuştururken Chris beklentiyle bana baktı.
Omuz silktim. “Evet. Sevimli biri sanırım.”
İkisi de bana deliymişim gibi baktı. Partilerdeki ünüm ve kadınlarla olan kötü şöhretli gece hayatım göz önüne alındığında Kate’i görünce büyüleneceğimi düşünmüş olmalıydılar.
Çoğu uydurma olsa da insanların tüm boş zamanlarımı sarhoş olup eğlenerek geçirdiğimi düşünmesi beni rahatsız etmiyordu.
Chris yürümeyi bırakıp sopasını yere vurdu. “Sevimli de demezsin,” dedi.
“Sanki kız kardeşinden bahsediyoruz burada.” Chris, etrafında bakındıktan sonra iyice eğilip, “Gömleğinin altında sutyen yoktu,” diye ekledi.
“Hokey oyuncularıyla dolu soyunma odasına girmek oldukça cesurca.”
Bunu benim değil de, Chris’in fark etmiş olması sinirlerime dokunmuştu. Demek ki aceleyle çıkardan bende unutmuştu. Kendi kendime gülümsedim.
Chris ise Kate hakkında gevezelik etmeye devam etti. “Dikkatimi dağıtıp durdu.”
Ona ters ters bakarak, “Takıntılı gibisin,” diye homurdandım.
Bana dönüp kaşlarını kaldırarak, “Ne oldu? Hoşuna gitmedi mi prenses?” diye takıldı.
“Siktir git.”
Jaromir bize gülerken koyu renkli omuz hizasındaki bukleleri dalgalanıyordu. Chris bana aldırış etmeden devam etti. “Babasına benziyorsa bizi yalnız bırakmaz. O bizi severdi, dostum.”
“Buraya daha önce gelmemiş olmanız çok yazık.”
“Evet,” diye yanıtladım. “Keşke gelseydim.”
Tokat yemiş gibi hissediyordum. Kate soyunma odasına girdiğinden beri onunla geçirdiğim geceyi düşünüp durmuştum. Babasının taze kaybına rağmen bencillik ederek kendi sorunlarıma odaklanmıştım.
Henüz onunla konuşmak istemesem de maçtan sonra bir şekilde başsağlığı dilemem gerekiyordu.
Buza adım atar atmaz rahatladım. Burası benim evimdi. Dört yaşımdan beri hokey oynuyor, iki yaşımdan beri ise paten kayıyordum.
Hokey beni tamamlayana yegane şeydi. Başka hiçbir şeyde iyi değildim. Oysa hokey söz konusu olduğunda gözler üzerimde olurdu.
Ligde en çok aranan oyunculardan biriydim. Genç olmamın da bunda bir etkisi vardı. Yirmi üç yaşındaki dinç bedenimle yaşlı oyuncuların kaybetmeye başladığı dayanıklılığa sahiptim.
Buzun etrafında sürüklenirken bir yandan gözlerim onu arıyordu. Her ne kadar bunun için kendime kızsam da Kate’i bir saniyeliğine bile olsa görmek istiyordum.
Onu neden görmek istediğimden emin olmasam da nedense ne düşündüğünü bilmek istiyordum.
Bir süre sonra maç başladı. Buzun üzerinde hızla ilerlerken alnımdan ter damlacıkları süzülüyordu. Blades’in beni transfer ederek iyi bir karar verdiğini kanıtlamak istiyordum. Daha önce hiç olmadığım kadar sert oynadım.
Kate’in gözüne girmeye çalışsam da onun o geceki performansımla hiçbir ilgisi yokmuş gibi davrandım.
En azından sinirimi rakip takımın oyuncularından çıkarabilirdim. Tüm gücümü kullanarak sayısız adamı alaşağı ettim.
Yine de sportmen birisiydim. Kabadayı olanları asla sevmezdim. Bu yüzden oyun süresince öfkeme yenik düşmemeye dikkat ettim.
Bir süre sonra bulduğum ilk fırsatta yüzüme su çarpıp maça tekrar döndüm. Kalbim her maç sırasında olduğu gibi deli gibi çarpıyordu.
Bir gol daha attıktan sonra takım arkadaşlarımla yumruklarımı tokuşturdum. İkinci devrenin sonunda skor 3-1’di.
Soyunma odasına geçtiğimizde koç performansımızı iyi bulduğunu söylese de bazı noktalara dikkat çekti.
Buza döndüğümüzde dizlerimi büktüm. Bir pivot olarak rakibimin karşısında durup hakemin maçı başlatmasını bekledim. İlk sıçrayışta yüzleşme atışını kazanıp diski arkama attım.
Her nedense Dallas’ın alanına girdiğimizde Kate’i bulmak için tekrar başımı kaldırdım. Elleriyle ağzını kapatmış heyecan içerisinde bizi izliyordu.
Ona bakarken yanlışlıkla bir adama çarptım. Çabucak rakip oyuncudan uzaklaşıp Kate’i düşünmemeye çalıştım. Denedim diyelim.
Dallas üçüncü periyotta sayı bulsa da maç 3-2’lik bizim galibiyetimizle sona erdi. Başa baş bir maç olduğunu söyleyebilirdim. En az bizim kadar iyi oynamışlardı.
Yeni takımımla geçirdiğim ilk haftanın bir galibiyetle sonuçlanmasından dolayı mutluydum. Üstelik maçta skora iki golle katkıda bulunmuştum.
Bir muhabirle hedeflerim hakkında birkaç dakika konuştuktan sonra soyunma odasına geçip duş aldım. Tabii bundan önce koçun hatalarımız hakkında konuşmasını dinlemek zorunda kalmıştım.
Fred ile John el sıkışarak içeri girip bizi tebrik etti. Blades takımını bir aile şirketi yönetiyor denebilirdi.
Önceden sahiplerini hiç görmediğim büyük takımlarda oynamıştım.
Oysa buradaki oyuncuların Kate’in amcalarıyla etkileşiminden her şeye aktif olarak dahil olduklarını fark etmiştim. Hokeyden gerçekten keyif alıyor, bunu sadece bir iş olarak görmüyor gibiydiler.
Kate’in de onlarla birlikte içeri girmesini beklesem de etrafta gözükmüyordu. Bir an için amcalarına nerede olduğunu sormayı düşünsem de bunun saçma gözükeceğini düşündüm.
Belki öfkem yatıştığında, bir sapık gibi onu dikizlemek yerine telefonla arayabilirdim.
Birkaç takım arkadaşımla birlikte özel otoparka doğru yürürken Kate’in siyah bir araca yaslandığını gördüm. Kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Yüzündeki öfkeli ifade biz yaklaşır yaklaşmaz kayboldu.
Jaromir, “Kate!” diye bağırdıktan sonra yanına gidip sarıldı. Bu sırada bana attığı bakışı kaçırmadım. Neyse ki geri çekildiğinde en azından gülümsemeyi başarabilmişti.
“Babanın yerini senin gibi doldurabilecek başka kimse yok,” dedi. “Geri döndüğün için son derece mutluyuz,” dedi Jaromir, Çek aksanını her kelimesine yedirerek.
“Ne kadar mutlu olduğumu bilemezsin,” diye yanıtladı. “Seni ve Hans’ı tekrar görmek için sabırsızlanıyordum.”
Benimle göz teması kurmaktan kaçınarak Jaromir’le birkaç dakika daha sohbet etti. Gruptan uzaklaşıp arabama gitmeyi düşünsem de sonra pişman olacağımı biliyordum.
“Tamamdır o halde. Bugün iyi iş çıkardınız beyler,” dedi Kate. “İzninizle, yeni oyuncumuz Bay Carlson’la biraz konuşmak istiyorum.”
Takım arkadaşlarım onunla vedalaştıktan sonra omzumu sıvazladılar. Chris arkasını döndükten sonra bana kaşlarını oynattı. Adamın ona neredeyse aşık olduğunu düşünülürse çok da şaşırtıcı değildi.
Öylece durup birbirimize baktık. İkimiz de bir şeye kızmış gibiydik.