CEO'nun Kırılgan Aşkı - Kitap kapağı

CEO'nun Kırılgan Aşkı

Kimi L Davis

Bölüm 3

JENNY

Anahtarı çevirip Ellis ile yaşadığım dairenin kapısını açtım.

Eve girmeden önce içeri göz atıp her şeyin yerli yerinde olup olmadığına baktım.

Kanepenin yerinden oynatılmadığına ya da resim çerçevelerine dokunulmadığına emin olunca derin bir nefes alıp içeri girdim. Ardından kapıyı kilitledim.

Bu dünyada her türlü kötülük cirit atıyordu. Güvende olmak için kapımı kilitlemek zorundaydım.

Çantamı mutfak tezgâhına bırakır bırakmaz önce ceketimi sonra da ayakkabılarımı çıkardım.

Sessizlik her zamanki gibi sinir bozucuydu. Evde yalnız kalmaktan nefret ediyor, en ufak sesten bile korkuyordum.

Ellis Ivan ile dışarıdaydı, bu yüzden yetişkin bir kadın gibi davranmak ve başıma bir şey gelmemesini dilemekten başka çarem yoktu.

Karnım guruldayınca mutfağa gittim. Giderken televizyonu da açtım. Anlamsız bir ses bile sessizlikten iyiydi.

Mutfakta yiyecek bir şeyler aradım. Sonunda dün geceden kalma Çin yemeğini buldum.

Ellis’in dışarıda yiyeceğinden oldukça emin olsam da her ihtimale karşı ona da ayırdım. Yemeğimi hazırladıktan sonra oturma odasına dönüp, kanepeye yayıldım.

Televizyona odaklanmam gerekirken Kieran Maslow’u düşünüyordum. Onun gibi birinden çıkma teklifi aldığıma inanamıyordum. Lafı hiç dolandırmadan konuşmasına da hayran olmuştum.

Erkekler nadiren dürüst davranırlardı. Çoğunlukla bahaneler sıralayıp daha sonra tekrar arayacaklarını söylerler, boşuna ümit verirlerdi.

Kieran zengindi, en azından Ellis öyle söylemişti. Sadece çok zengin insanlarda bulunan siyah kredi kartına sahipti.

Peki neden bana çıkma teklif etmişti? İstese aynı anda on kızı bile tavlayabilirdi.

Kieran’ı ve güzel gülümsemesini düşünmekle o kadar meşguldüm ki televizyonda gördüklerimi algılamam zaman aldı.

Tanrım, bu gerçek olamazdı! Buraya gelmiş olamazlardı. Hayır, hayır, Kuzey İrlanda’da olmaları gerekiyordu, burada değil. Tanrım, hayır…

Hayatlarını beni mahvetmeye adayan o canavarları görünce paniğe kapılıp nefes alamamaya başladım.

En pahalı takım elbiselerini giymiş, en güzel gülüşlerini takınmış üvey babam ve üvey kardeşim büyük bir binanın önünde röportaj veriyorlardı.

Her zaman yaptıkları gibi insanları etkilemeye çalışıyorlardı.

Gerçekten böyle olmadıklarını biliyordum. O soğuk, kömür karası gözlerinin arkasında gizlenen canavarları herkesten daha iyi tanıyordum çünkü o canavarların kurbanıydım.

O an yemeği unuttum, Kieran’ı unuttum, her şeyi unuttum. Kameralara gülümseyen iki adam hariç herkesi unutup altı yıl önceye ışınlandım.

Kırbaçların sırtıma inmeden önce havada şaklaması… Bileklerimin bağlı olduğu iplerden sürünerek kurtulmaya çalışmam…

Üvey kardeşim ve üvey babam sırayla çıplak sırtımı kırbaçlarken kollarımdan süzülen kan…

Buraya beni öldürmeye gelmişlerdi. Onlardan kaçmış olmamın intikamını almak için dönmüşlerdi. Üvey babamın kameralara söylediği gibi Maslowlar’la iş ortağı olmak için gelmemişlerdi.

Hayır, beni öldürmeye gelmişlerdi. Beni doğum günümde öldürmeyi planlamışlar, bense kaçmıştım. Şimdi, altı yıl sonra geri dönmüşlerdi.

Ellis… Ellis’e ihtiyacım vardı, en iyi arkadaşıma ihtiyacım vardı… Ama yanımda yoktu… Her zaman olduğu gibi, tam da o canavarların istediği gibi yapayalnızdım.

O kadar hızlı kalktım ki tabağı düşürdüğümü bile fark etmedim. Yemeğin dökülmesini umursamadan ön kapıya koşup kilitli olup olmadığını kontrol ettim.

Beni yakalamasına izin veremezdim. İkisinin de bunu yapmasına izin veremezdim. Onların yüzünden ülkemi terk etmek zorunda kalmıştım. Beni yakalamış olsalardı başıma bir kurşun yiyecektim.

Ellis, lütfen hemen gel! ~

Korkudan tir tir titriyor, bütün korkunç anıları yeniden yaşıyordum. Üvey kardeşimin kahkahalarla, iğrenç hakaretlerle işkence edişini duyabiliyor gibiydim.

Sesini duymamak için kulaklarımı kapattım. Beynime üşüşen görüntüleri görmemek için gözlerimi kapattım.

Ama faydası yoktu. Hiçbir şeyin faydası yoktu. Anılar çok gerçekti, çok canlıydı. Kendimi yerlere atıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

“Anne, yardım et! Anne, lütfen yardım et. Kurtar beni!” Anneme yardım etmesi için yalvarıyordum ama o da yanımda yoktu. Beni o canavarların eline bırakıp gitmişti.

Durmadım. Geri dönüp beni koruyacağını umarak çağırmaya devam ettim. Ama gelmiyordu, gelemiyordu… Kendimi güvende hissetmemi sağlayan her şeyi de yanına alarak bu dünyadan göçüp gitmişti.

“Jenny!” diye bağıran sesi duyunca kendime geldim ama gözlerimi açmaya cesaretim yoktu. Birinin beni kurtarmaya geldiğini umut etmeye bile cesaretim yoktu.

Bir dakika sonra, tanıdık iki el ayağa kalkmama yardım etti.

“Jenny! Jenny, bana bak. Benim Ellis. Hadi Jenny, bana bak. Buradayım, Jenny. Yanındayım bak.”

Ellis’in huzur verici sesi zihnimdeki acı verici görüntüleri paramparça edince gerçek hayata döndüm.

Tek söyleyebildiğim “Ellis, sen misin?” oldu. Nihayet randevusundan dönmüştü, yanımdaydı. Ne yazık ki üvey babamla üvey kardeşim de buradaydılar; İngiltere’deydiler.

Ellis, “Evet Jenny, buradayım. Geçti, güvendesin. Burada kimse bir şey yapamaz sana,” diyerek sarıldı.

“Buradalar, Ellis. Üvey babamla üvey kardeşim buradalar. Bana zarar verecekler.” Kâbusumun bir an önce bitmesini dileyerek hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.

“Neden bahsediyorsun, Jenny? Nasıl burada olabilirler? İrlanda’da değiller mi?” Ellis sakinleşmem için sırtımı ovalamaya başlasa da korkum bu şekilde geçmeyecek kadar büyüktü.

Tek görebildiğim, tek düşünebildiğim zevk için dayak atan üvey kardeşimdi. Üvey kardeşim de üvey babam da hasta ruhlu insan olmalarına rağmen kendilerini çok düzgün insanlar gibi yansıtıyorlardı.

“Buradalar. Televizyona bak,” dedim.

Ellis bana sarılmayı bırakmadı; başını çevirip zehirli gülümsemeleri ve tatlı dilleriyle konuşmaya devam eden canavarların olduğu ekrana baktı.

“Jenny, merak etme. Burada olmaları sana zarar verecekleri anlamına gelmiyor. Senin de burada olduğunu bilmiyorlar,” dedi.

“Zengin ve güçlüler; bir sürü bağlantıları var. Burada olduğumu anlamaları uzun sürmez. Buradan gitmem lazım, Ellis. Artık güvende değilim. Beni almalarına izin veremem. Hayır, olmaz…”

Gözlerimden yeni yaşlar döküldü.

“Tamam, acele etmeyelim. Bir plan yapmalıyız, işler daha da kötüleşir ve üvey kardeşin izini bulursa işimize yarayacak bir şey...”

“Kaçmak şu anda bir seçenek değil, Jenny. Hayatımızı düzene sokmamız çok zaman aldı, kimsenin bunu mahvetmesine izin veremem. Özellikle de o puştun!”

Bunu dedikten sonra sımsıkı sarıldı. Sesindeki kararlılık daha iyi hissetmemi sağlamıştı.

Geri çekilip gözyaşlarımı silerken “Peki ne yapacağız?” diye sordum.

“Yarın cuma, yani hafta sonunun başlangıcı. Oturup güzel bir plan yapabiliriz. Şu anda ikimiz de çok yorgunuz, bu yüzden şimdi yatıp uyuyalım. Bu konuyu yarın etraflıca düşünürüz.”

“Yarın işe gidemem. Burada olduklarını, beni her an yakalayabileceklerini bile bile dışarı çıkamam. Lütfen, patrona bir bahane uydur. Lütfen, Ellis,” diye yalvardım.

“Bunun için yalvarmana gerek yok. Seve seve yaparım. İşten bir gün izin alman sorun olmaz. Patronla konuşurum,” diyerek sımsıcak gülümsedi.

Ellis haklıydı. İhtiyacımız olan tek şey bir plandı. Kaçmak hiçbir şeyin çözümü değildi. Hem annem de buradaydı, onu bırakamazdım. Bu yüzden o canavarlardan korunmanın bir yolunu bulmalıydım.

Tek sorun şuydu: Bunu gerçekten yapabilir miydim?

***

Gece bitmek bilmeyen bir kâbus gibiydi. Gözüme bir saniye bile uyku girmemiş, yatakta dönüp durmuştum.

Üvey babam ya da üvey kardeşim evime girecek diye gözümü bile kırpmamıştım. O kadar tedirgindim ki çıt çıksa duyacaktım.

Güneş doğduğunda yeni günü karşılamaya fazlasıyla hazır olsam da hâlâ korkuyordum. Ellis işe gittiği için yalnız olacaktım.

Hiçbir şekilde dışarı çıkmamam gerekiyordu.

Ellis geç kaldığı için aceleyle evden çıktı. Birilerinin evime sürpriz bir ziyarette bulunması ihtimalini düşünerek, o çıkar çıkmaz kapıyı kilitledim. Önüne de birkaç sandalye koydum.

Kapının kilitli olması beni tatmin etmese de başka seçeneğim yoktu. Kaliteli bir alarm sistemi almaya gücüm yetmiyordu, bu yüzden sandalyeler ve sürgülerle idare etmek zorundaydım.

Endişeden yerimde duramadığım için iki kez evi temizledim. Üvey kardeşim, Mitchell’ı kameralara gülümserken göreceğim diye televizyonu bile açmadım.

Bunun yerine, telefonumu Ellis’in geçen yıl satın aldığı ucuz hoparlöre takıp bangır bangır müzik dinlemeye başladım. Endişelerimi biraz olsun bastırmasını umuyordum.

Güneş batıp hava kararmaya başlayınca dört gözle Ellis’i beklemeye başladım.

Her an gelebilirdi. Bütün bir günü tek başıma geçirdiğime inanamıyordum.

Yiyecek bir şeyler bulabilme umuduyla buzdolabını açtım. Tam takır olduğunu görünce küfrettim. Lanet olsun! Ellis’i arayıp, gelirken bir şeyler getirmesini söylemem gerekecekti.

Onu aradım.

Telefon üçüncü çalışında açıldığında “Selam, Ellis,” dedim.

“Selam, Jenny. Her şey yolunda mı?” diye sordu endişeli bir sesle. Bana böyle bir dost verdiği için Tanrı’ya şükrediyordum.

“Her şey yolunda. Sadece evde yiyecek bir şey olmadığını söylemek için aradım. Gelirken bir şeyler alabilir misin?”

“Tabii ki alırım. Gerçi buna gerek kalmayabilir,” dedi, gizemli bir şekilde.

“Nasıl gerek kalmayabilir? Ne demek istiyorsun?”

“Eve gelince anlatırım.”

“Tamam, çabuk gel. Görüşürüz,” diyerek kapattım. Ellis’in ne demek istediğini hiç anlamamıştım.

Başımı iki yana sallayıp mutfak dolabına gittim. Birkaç tabak çanak çıkardıktan sonra saate baktım; sekizdi. Açlıktan midem gurulduyordu.

Kapının çaldığını duyunca hemen koştum. En iyi arkadaşımı görmek ve yemek yemek için sabırsızlanıyordum. Ama kapıyı açınca bir sürprizle karşılaştım.

Ellis bir çanta yemekle bana bakıyordu. Beni asıl dehşete düşüren şey ise yanındaki adamdı.

“Jenny, Kieran randevunuz için burada. Benimle gelebileceğini, sonra da seni istediği yere götürebileceğini söyledim,” dedi gülümseyerek.

Vücudu sırf kastan oluşan takım elbiseli Kieran’a baktım. Bir buket çiçekle kapımda dikiliyordu.

Kapıyı ardına kadar açıp “İçeri gelin, lütfen...” dedim.

Ellis ile ciddi bir konuşma yapmanın zamanı gelmişti. Kieran’ı reddettiğimi, onunla çıkmak istemediğimi söylediğim hâlde utanmadan yanında getiriyordu.

Oturma odasına girdiğimizde, her genç kızın hayali olabilecek güzellikteki çiçek buketini uzatarak “Bunlar senin için,” dedi Kieran.

“Teşekkür ederim, Kieran. Ama sanırım seninle çıkmak istemediğimi söylediğimi unutmuşsun.” Onu kırmamak için uğraşmamın bir anlamı kalmamıştı. Onunla ilgilenmediğimi bir an önce anlaması gerekiyordu.

“Hiç böyle bir şey söylemedin,” dedi sıcak bir gülümsemeyle. Neden bu kadar çok gülümsüyordu ki?

“Evet, söyledim. Seninle çıkmak istemediğimi söyledim.”

“Hayır, tam bunu söyleyeceğin sırada durdurmuştum seni.”

Demek bu yüzden konuşmamı bitirmeme izin vermemişti. Tanrım, beni resmen kandırmıştı. Gerçekten zeki bir adamdı. Bu da tehlikeli olduğu, ondan uzak durmam gerektiği anlamına geliyordu.

“Üzgünüm Kieran ama seninle çıkamam,” dedim.

“Neden? Ellis çıkabileceğini söyledi. Bu yüzden buraya gelip seni yemeğe çıkarmamı söyledi,” dedi.

İçimden Ellis’i boğduğumu hayal ederek “Ellis delirmiş. Ne dediğinin farkında bile değil,” dedim.

“Bu doğru değil. Ne dediğimin gayet farkındayım. Bunu konuşmuştuk, Jenny. Kieran ile çıkmalısın. Biraz temiz hava iyi gelebilir.”

Bu kadın kendini akıllı mı sanıyordu? Ya temiz hava alırsın demesine ne demeliydi? Ben üvey kardeşimden saklanmaya çalışırken temiz havaya ihtiyacım olduğunu mu söylüyordu?

“Hadi, sadece birkaç saat. 11’e kadar geri döneceğimize söz veriyorum,” diye ısrar etti Kieran.

“Git Jenny. Ivan’ı film gecesi yapmak için eve çağırdım.”

Tanrım, film gecesi seks gecesi demekti. Yanlarında dış kapının mandalı gibi takılıp şehvetle inlemelerine kulak misafiri olmak istemiyordum. Kieran’la çıkmaktan başka çarem yoktu.

Ellis’e sert bir bakış atıp “Tamam, iyi. Gidip üstümü değiştireyim. Bana beş dakika verin,” dedim.

“Acele etme,” diye cevap verdi Kieran.

Ona zoraki bir gülümseme verip randevuma hazırlanmak için yatak odama gittim.

Kieran Maslow ile olan randevuma...

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok