Mutemoonfairy
Kafamda şiddetli bir zonklamayla uyandım. Gözlerimi açtığımda Mars daha önce hiç görmediğim bir adamla ciddi bir konuşma yapıyordu.
Adam, Mars kadar uzun boylu olmasa da uzun boyu ve geniş omuzlarıyla herhangi bir insanı gölgede bırakabilirdi ki bu da bir kurt adam olduğunun göstergesiydi.
“O kadının derhâl bulunmasını istiyorum. Hata yapmak yok.”
“Emredersin, Alfa.”
Mars bakışlarımı yakalayınca başını bana doğru çevirdi ve gergin duruşunu yavaşça gevşetmeye başladı.
Adama, “Bunu daha sonra tartışacağız, bizi yalnız bırak,” dedi. Adam başını eğip selam vererek odayı terk etti. Mars gelip yanıma oturduktan sonra, başımı göğsüne yaslayıp kollarını belime doladı. “Nasıl hissediyorsun, eşim?”
“İyiyim. Ne zamandır baygınım?”
“İki gündür uyuyorsun, küçüğüm.”
Şaşkınlıkla başımı sallayarak kendimi Mars’ın kucağına bıraktım. Ağrıyan bedenim dokunuşuyla gevşemeye başladı.
“Çok üzgünüm, eşim. Seninle gelmeliydim. Gözümün önünden ayrılmana izin vermemeliydim. Böyle yaparak büyük aptallık…”
Cümlesini bitirmesine izin vermeden yüzünü usulca kavrayıp parmak uçlarımla yanağını okşayıp işaret diliyle konuşmaya başladım:
“Bilemezdin. Sonunda ortaya çıktın ya önemli olan o. Hayatımı kurtardın, Mars. Öyle yapsan korumacı yaklaşımına nazik bir tepki vermeyebilirdim bu yüzden beni takip etmediğine sevindim.”
“Dürüst olmak gerekirse sadece biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Ama şimdi gerçekten benim için her şeyi yapabileceğini biliyorum...” deyip burnumu çekip gözlerimdeki yaşları sildim. O olayı hatırladıkça hafifçe titriyordum.
“Küçük Fawn’ım...”
“Çok korkmuştum, Mars. Bana tecavüz edeceklerdi ve sonra büyük ihtimalle öldüreceklerdi.”
Mars öfkeyle hırlayıp nefesimi kesecek kadar sıkı sarıldı.
“Bir daha kimsenin sana zarar vermesine izin vermeyeceğim, eşim.”
Ellerimi okuyabilmek için hafifçe geri çekildiğinde daha çok ağlamaya başladım. “Çok çaresizdim, zayıftım. Sana layık değilim, Mars. Yeterince güçlü değilim.” Yüzüme yapışan keçeleşmiş saçlarımı kulağımın arkasına atarak teselli vermeye başladı: “Şş, bebeğim, sen zayıf ~değilsin~.~ Bana bahşedilen eşimle daha fazla gurur duyamazdım. Kendini çok iyi korudun. Ben sadece son dokunuşu yaptım.” “Açıkçası, yeni lunalarının nasıl bir psikopat olduğunu anladıklarında sürünün ne düşüneceğini çok merak ediyorum.”
Onu mahsustan ittiğimde daha çok güldü. Ben de sessizce kıkırdayarak, “Etrafta kafa kopararak gezen ben miyim?” diye sordum.
Gözlerini mahsustan kocaman açarak, “Evet, tabii ve eğer hafızam beni yanıltmıyorsa insanların gözlerini oyan kadın da sensin!” dedi.
“Nefsi müdafaaydı!”
“Biliyorum, bebeğim, biliyorum.”
Mars’a yaslanıp kucağına sokulurken yeniden güvende olduğumu hissettim.
“Eve dönerken biraz anlattın ama Melissa hakkında onu bulmamıza ya da sana neden zarar vermek istediğini öğrenmemize yardımcı olacak başka bir şey var mı?”
Aklım olay anına gitti. Melissa’nın beni o adamlarla bıraktığı sırada yüzünde beliren ifade gözümde canlandı. “Hayır, bunları neden yaptığına dair hiçbir fikrim yok. Biz kardeş gibiydik.”
Mars beni biraz daha rahatlatmak için büyük, sıcak elleriyle sırtımı okşamaya başladı. “Sorun yok, aşkım. Restoran müdürüyle konuşup her yeri aradık. Orada çalıştığına dair hiçbir iz yoktu, kimse adını duymamıştı. Muhtemelen orada olacağımızı biliyorlardı ve her şeyi ona göre planladılar.”
Şaşkına döndüm. Tüm bunların gerçekten yaşandığına inanamıyordum. “Neden bana böyle zarar versin ki?”
“Bilmiyorum, küçüğüm, ama bildiğim bir şey varsa o da seni bir daha asla gözümün önünden ayırmayacağım ve bundan sonra her yerde güvenliği iki katına çıkaracağız.”
Ben onaylarcasına başımı sallarken Mars da hizmetçilerden birine bir sürü yiyecek getirtip normalde yediğimden çok daha fazlasını yemem için ısrar etti.
Daha sonra, duş almak için banyoya girdik. Onun yardımına ihtiyacım olduğunu bildiğim için bu kez karşı koymadım. Mars yaralarım yüzünden ekstra dikkatli davranıp düşmediğimden emin olarak yıkanmama yardım etti.
Duştan sonra beni kucağından indirdiğinde yüzümde ve bedenimde oluşan hasarı görmekten korkarak yavaşça aynaya gittim.
Hâlimi görünce nefesim kesilir gibi oldu, gözlerim doldu. Gözüm şişmişti, göz kapağım mosmordu. Bir gözümün altında su toplamış bir sarılık vardı.
Çenemde yumruk büyüklüğünde büyük bir çürük vardı ve ortasındaki birkaç sıyrık kabuk bağlamıştı. Korkunç görünüyordum.
Aynada Mars’a baktığımda gözlerinde öfke, üzüntü ve en kötüsü suçluluk hissi gördüm. Göğsünden yükselen alçak hırıltılar gözümden kaçmadı.
“Onları bulacağız, eşim. Sana yaptıklarının bedelini ödeyecekler,” dedi.
Sonra, beni kucağına aldı ve ben hüngür hüngür ağlarken başımı göğsüne bastırdı. Ben sıcak kollarında uykuya dalana kadar hafifçe sallandı. Ertesi gün, onun geniş gövdesinde uyandım. Mars gözlerini açmadan önce altımda bir hırıltı hissettim.
“Günaydın, gün ışığım,” diye fısıldadı.
Gülümsedim. Her yerim hâlâ ağrıyor olsa da keyfim yerindeydi. Neşeyle, “Kahvaltı zamanı mı?” diye sordum.
Yemek için duyduğum heyecana kıkırdadı. “Evet, kahvaltı zamanı.”
Beni aşağı indirip her zamanki gibi kucağına oturtarak tabakta hiçbir şey kalmayana kadar yedirmeye başladı.
“Çiftleşme töreni yakında gerçekleşecek, Fawn.”
Bu düşünce beni resmen ürpertti. Bakışlarına karşılık vermeyip gözlerimi bardağımdaki portakal suyuna diktim.
“Hadi, biraz yürüyelim,” dedi.
Arka kapıya yürürken evdeki herkese gitmelerini işaret ettiğini görünce içimi kötü bir his kapladı.
Dışarı çıktığımızda beni yere bırakıp çok büyük, güzel bir bahçede dolaşmama izin verdi. İnanılmazdı bir yerdi. İçinde aklınıza gelebilecek her türlü çiçek ve meyve vardı.
Bahçenin tam ortasında şimdiye kadarki en iyi tırmanma ağacını görünce hemen koşup tırmanmaya çalıştım. Mars beni yakalayıp kucağına alarak, “O kadar çabuk değil, küçük hanım. Daha tam olarak iyileşmedin bile. Biraz oturalım,” dedi.
Peşinden yakındaki bir banka giderken ağaca üzgün gözlerle bakarak, “Çok uzun zamandır uyuduğumdan mı bilmem, yakacak çok enerjim varmış gibi hissediyorum. Biraz esnemem lazım!” dedim.
“Fawn, her insan sektöründeki her eve, herkesin her öğünde yiyebileceği kadar yiyecek yolladım. Uygun barınma ve tıbbi bakım da cabası.”
Yüzüm aydınlandı. Yavaşça eğilip yanağına bir öpücük kondurdum. “Bu, harika!”
Ancak kalın, kara kaşlarını çatmasına bakılırsa hâlâ kafasını kurcalayan bir şey vardı. “Şimdi, sıra sende, Fawn. Cesur olup üzerine düşeni yapmalısın.”
Kafam karıştı. Bu sözlerle nereye varmak istediğini anlayamıyordum. “Evet, biliyorum ve yapacağım. Sadece ne yapmam gerektiğini anlamak için biraz zamana ihtiyacım var. Bunların hepsi benim için çok yeni. Tüm bunlara alışmak, adapte olmak için zamana ihtiyacım var.”
Büyük elini elimin üstüne koyarken hem suçlu hem heyecanlı görünüyordu. “Hazırsın, Fawn, zamanı geldi.”
Göz göze geldiğimizde içimi yine o karanlık his kapladı. Titremeye başladım. Hızla ayağa kalkıp elimi elinden çekerken gözyaşlarımı bastırmaya çalıştım.
“Hayır, hazır değilim. Yapacağım, yapacağımı biliyorum. Sadece beni biraz yalnız bırak. Biraz gitmem gerekiyor. Bu kadarı çok fazla.”
Gözleri daha parlak bir yeşile bürünürken ve şimdi çok daha büyük görünen iri gövdesi giderek yaklaşırken paniğe kapıldım. Kaçmaya çalıştığımda iki büyük adımda yanıma geldi.
“Buraya gel, eşim.”
Ağlayarak başımı salladım.
“Şimdi dedim! Bir daha söylemeyeceğim.”
Tam beni yakalamak için kolunu kaldırdığında koşmaya başladım. Küçük bacaklarımın beni taşıyabileceği kadar hızlı koşarken onu atlatma umuduyla patikada birkaç dönüş yaptım.
Elbisem dallara takılıp birkaç yerinden yırtılırken vücudumda da birkaç sıyrık oluştu. Bahçeden çıktıktan sonra, yolun her iki tarafına bakıp şatonun arka kapısına koştum.
Şatoya girip geniş salonda koşarak misafirler için ayrılmış doğu kanadına giden ikili merdivenden yukarı çıktım.
Saklanacak iyi bir yer ararken hizmetçi dolaplarından birine girdim. Kokumu maskelemek için üstüme bir şişe temizlik ürünü sıktım.
Aptal değildim, Mars’tan saklanmanın çok iyi bir fikir olmadığını biliyordum ama böylece daha iyi bir plan yapana kadar biraz zaman kazanmış olacaktım, ki iyi bir fikir bulmak hiç kolay değildi.
Mars’ın evin içinde yavaşça ilerlediğini duyduğumda düşüncelerimden sıyrıldım.
“Dışarı çık, Fawn. İkimiz de saklanmanın faydasız olduğunu biliyoruz.”
Nefesimi tutup mümkün olduğunca sessiz kalmaya çalışarak bekledim.
“Bu, bizim için daha iyi olacak, eşim. Biz hazırız, sürü de hazır. Bu, bir sonraki adım, Fawn. Bundan kaçmaya devam edemezsin.”
Haklı olduğunu biliyordum ama hazır değildim. Biraz daha zamana ihtiyacım vardı. Nedenini bilmesem de her şey beni çok korkutuyordu.
“Peki, kovalamaca mı istiyorsun, küçük eşim? O zaman kovalarım. O zaman ne yapar ne eder evi başına yıkarım!”
Gözlerimi kapatıp ağlamaya başladım. Bu gergin bekleyiş dehşet vericiydi.
Bütün ev sessizliğe bürünmüş gibiydi. Ne bir hizmetçi ne bir muhafız vardı. Sadece ben ve o… Artık her neredeyse... Beklerken içime korkunç bir his yayıldı, sırtımdan enseme kadar bütün tüylerim diken diken oldu.
Dolabın kapısı aniden yerinden çıkınca korkudan neredeyse altıma kaçırarak içimden avazım çıktığı kadar bağırdım.
Kapının parçaları yere düşerken oda büyük bir gümbürtüyle yankılandı. İşte Mars karşımdaydı. Heyecanlı görünüyordu.
“İşte buradasın, küçük kuzu!”
Uzun, kalın kollarını bana doğru uzattığında neredeyse bayılacaktım. Ne yapacağımı düşünürken sprey şişesini kapıp yüzüne sıktım.
Ne yazık ki en düşük ayarda olduğu için yanağına sadece küçücük bir damla isabet etti. Beni dolaptan çıkarıp sırtına atarken alçak sesle kıkırdadı.
Sırtını tekmeleyip yumrukladım. Hayatta kalma içgüdüm devreye girdiğinden kaçmak için elimden geldiğince çabaladım. Kılını bile kıpırdatmadan yürümeye devam ederken popoma sert bir şaplak attı.
Sonunda, durup bir kapıyı açarak beni yatağa fırlattı. Vücudum döşekte zıplamayı bıraktığında ağlamaktan şişmiş gözlerimle yalvaran bakışlar attım.
“Lütfen, Mars, hazır değilim! Lütfen yapma bunu!”
Beni duymazlıktan gelip bir eliyle iki elimi başımın üzerine koyarken diğer eliyle zaten paramparça olmuş elbisemi tamamen yırttı.
Elinden kurtulmak için çırpınırken nefes nefese kaldım.
“Şş, sadece işaretleyeceğim, eşim. İlişkimiz için ikimizin de buna ihtiyacı var. Böylece seni düzgün bir şekilde koruyabilirim, Fawn. Seni bir daha asla incitmeyeceğim, aşkım. Söz veriyorum.”
Başımı sallayarak karşı koymaya devam ettim ama o, başımı sola çevirip boynuma gömülerek kokumu uzun uzun içine çekti.
O noktayı ısırarak emerken hoş bir zevk veren memnun hırıltılar çıkarmaya başladı. Derken yaşadığım şehvet dolu anı baltalayarak köpek dişlerini boynuma değdirdi.
Kaçmak için tekmeler savurmaya başladığımda elini popoma sokup dikkatimi dağıtarak nefesimi kesti ve bir anda köpek dişlerini boynuma geçirerek acıdan kendimden geçmeme sebep oldu.
Bu, hayatım boyunca yaşadığım en büyük acıydı. Boynumdan bütün vücuduma yayılan yakıcı acı yüzünden titrerken gözlerimden yaşlar süzülüyordu.
Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen birkaç dakikanın ardından, zihnimde bir ses yankılandı: “Sorun yok, eşim. Sadece biraz daha gevşe. Neredeyse bitti.”
Bana neler oluyor? Neden kafamda Mars’ın sesini duyuyorum?
~Gözlerim tamamen kararmadan önce, daha önce hiç yüksek sesle duymadığım yumuşak, uysal bir ses duydum ama bir şekilde bana ait olduğunu biliyordum.
”Mars…”