CELESTE
“Vay canına. Kimleri görüyorum? Celeste Miller. Garajımın önünde duruyor,” dedi Jace sırıtarak.
Garajının önünde mi duruyorum? Sen öyle san. Sanırım daha fazla ayakta duramayacaktım. Bayılmak üzereydim.
Bunlar bana söylediği ilk sözlerdi… Aslında ikinci sözlerdi...
İlki şuydu: ‘Seni bu pozisyonda göreceğim hiç aklıma gelmezdi.’ O korkunç gün de apış arasına düşmüştüm, biliyorsunuz.
“Celeste? Beni hatırlıyor musun?” derken tereddütle bana doğru yaklaştı.
Seni hatırlıyor muyum?
HA-HA. Çok komik. İstesem bile seni unutabileceğimi sanmıyorum. İnan bana Jace Makenzie, sen unutulmaz birisin. Ama bunu sana asla söylemeyeceğim. ~
“Şey, evet... Jace. Jace Makenzie,” dedim utangaç bir şekilde.
“Evet, ta kendisi,” dedi. Gülümsüyordu.
Tanrım, o gülümseme. O hatıralar, o hayallerim, o… KENDİNE GEL CELESTE. ~
“Seni tekrar görmek harika... Ama garaj yolumda ne yapıyorsun?” diye sordu, kafası karışmış bir şekilde.
Ah, senin sapık olduğunu düşünüyor Celeste. Açıkla kendini kadın. ~
“Gerçekten çok özür dilerim. Açıklayabilirim. Şey... Ha-ha. Komik bir hikâye aslında...”
Aptal gibi neler olduğunu açıklamaya çalışırken kollarımı sağa sola sallamaya başladım. Deli gibi göründüğümden eminim.
“Şey... Buraya yeni taşındım, hâliyle de bölgeyi bilmiyorum. İş arkadaşım Tiffany bana etrafı gezdirebileceğini söyledi. Sonra da...” Kesinlikle zırvalıyordum. “...onu takip ederken delinin teki arabasını önüme kırdı, neredeyse beni öldürüyordu. O sırada da Tiffany’yi kaybettim.”
“Onun yerine seni takip etmeye başladım... Senin Tiffany olduğunu düşünerek tabii ki... İşte böyle,” derken sonunda nefes aldım.
Jace orada öylece durmuş, deli saçması konuşmamı dinliyordu. Yüzünde uğruna ölmek isteyeceğiniz o gülümsemesi vardı.
Ağzım şu an Sahra Çölü kadar kuruydu.
Hiçbir şey söylemiyor. Neden bir şey söylemiyor? Sadece bana bakıyor. Harika, deli olduğumu düşünüyor.
Çıkarın beni buradan.
Telefonum. Telefonum nerede? Tiffany’yi arayacağım. ~
“Ben şey... Tekrardan özür dilerim. Hemen Tiffany’yi arayacağım...”
Kapımı açıp telefonuma uzandım ve telefonu aldıktan sonra geri çekilip kapıyı kapattım. Ama bu sırada kapıyı kalçama çarpmıştım.
Aptal, sakar Celeste!
Yüzümdeki acıyı saklamaya çalışırken bağırmamak için dudağımı ısırdım. Allah aşkına, neden ben?
“Neden içeri gelmiyorsun Celeste?” diye sordu Jace sonunda tekrar konuşunca.
“Hayır, hayır, hiç gerek yok,” diye ciyakladım. Bir yandan da kalçamdaki acıyla cebelleşiyordum.
“Ben arkadaşımı arayayım.”
Numarasını çevirdikten sonra bildiğim bütün tanrılara yalvarmaya başladım. Lütfen aç, lütfen.
“Celeste,” dedi Tiffany. “Seni kaybettim. İyi misin? Neredesin?”
“Evet, yanlış arabayı takip ettim... Bu gerçekten çok utanç verici. Adresini söyler misin?”
“Ha-ha. Neler olduğunu duymak için sabırsızlanıyorum. Adresim 72 South Oc…”
“Tiffany. Alo? Tiffany? Tiffany?”
Telefonumu kulağımdan çekip siyah ekrana baktım. Açmak için düğmeye basmaya çalıştım ama ekranda kırmızı renkte şarj uyarısı çıkıyordu.
Şarjı bitmişti.
Adresini bilmiyorum? Nereye gideceğimi bilmiyorum? Şimdi ne yapacağım? ~
“Hayır, hayır, hayır...”
Arkamı döndüğümde Jace’in tam karşımda durduğunu gördüm. Panikleyerek yüksek sesle bağırdığımı, bir ileri bir geri volta attığımı fark etmemiştim.
Telefonu elimden aldığı gibi şarjımın bitip bitmediğini kontrol etti. Ardından gözleri tekrar benimkilerle buluştu.
“Neden içeri gelmiyorsun?” Arabamın kapısı kalçama çarpınca kapı tam kapanmamıştı. Jace yavaşça kapımı kapattıktan sonra elini belime koyarak beni içeriye yönlendirdi.
O… O…O… Bana dokundu. Jace. Jace Makenzie bana dokundu. Allah aşkına Celeste. Kendine gel. İçimden kendime bir tokat attım.
Bacaklarımı zar zor hareket ettiriyordum. Yürürken çizgi film karakteri Gumby’ye benzediğimden emindim.
Muhtemelen şu anda suratım da Gumby’ye benziyordu. Bilirsiniz... Patlak gözler, yüzümde garip aptal bir gülümseme... Evet, şu anda oldukça benzer yanlarımız vardı.
Evi dışarıdan olduğu kadar içeriden de güzel ve modern görünüyordu. Büyük mutfak oturma odasıyla yemek odasına açılıyordu.
Büyük cam sürgülü kapılardan arka bahçeyi görebiliyordunuz. Muhteşemdi. Bahçenin hemen ortasında bir havuz, yan tarafta jakuzi ve bir mangal alanı vardı.
“Vay canına. Ne işle uğraştığını çok merak ediyorum gerçekten?” derken kendimden geçmiştim. Ağzım açık, aptal gibi etrafa bakıyordum.
Bunun üzerine Jace sessizce kıkırdadı ama onu duymuştum. Hemen kendimi toparlamaya çalıştım... Aptal gibi davranamazdım. Yine.
“Pek çok şeyle uğraşıyorum ama esas olarak hâlâ top oynuyorum.”
Top mu?
Hâlâ top mu oynuyor? Lisedeki gibi mi? Nasıl yani? Ailesinin parasıyla falan mı geçiniyor?
Benim aileme kıyasla daha varlıklı olduklarını biliyordum ama bu kadar paraları olduğunu bilmiyordum.
Tek söyleyebildiğim, “Ah, öyle mi?” oldu.
Jace tekrar güldükten sonra sanki kendini toparlamaya çalışıyormuş gibi boğazını temizledi.
Kesin benimle dalga geçmemek için kendini tutmaya çalışıyordu. Hah! Anlamadım sanki. ~
“Dur, telefonunu şarja takayım,” diyerek telefonumu elimden aldı.
“Ah, teşekkürler.”
“Sana bir şey getireyim mi? Su? Ya da başka bir şey…”
“Hayır, böyle iyiyim teşekkürler.”
Kendini mutfak adasına yaslayarak aramıza mesafe koydu.
“Buraya yeni taşındığını söylemiştin?”
“Evet, iş için.”
“Ne iş yapıyorsun?”
“Bir reklam firmasında çalışıyorum. Yaratıcı Tasarım Departmanı’nın yeni yöneticisiyim.”
“Vay canına. Tebrikler. Bu büyük bir başarı.”
“Evet, teşekkürler. Bu konuda oldukça heyecanlıyım.”
“Eh, buna şaşırmadım. Okulun en zeki kızı kendine büyük bir iş buldu,” dedi başını eğip gülümseyerek.
Bana iltifat mı ediyordu?
“Harika şeyler yapacağını biliyordum Celeste.”
Oha! Evet, bu kesinlikle bir iltifat. Vay be. Çok garip. ~
“Şey... Teşekkürler.”
Telefonumun zil sesiyle olduğum yerde sıçradım. Telefon kendi kendine açılacak kadar şarj olmuştu. Arayan Tiffany’ydi.
Zavallı kız artık benimle arkadaş olmaktan vazgeçmiştir herhâlde. Yani arkadaşlığımız kısa sürmüştü ama olsun, eğlenceliydi. ~
“Tiffany. Merhaba. Çok özür dilerim. Telefonumun şarjı bitti. Kendimi korkunç hissediyorum.”
“Hayır, hayır. Üzülme. Umarım iyisindir.”
“Evet, iyiyim.”
“Süper. Neden senin olduğun yere gelmiyorum? Bu sefer beni ~eve kadar takip edebilirsin,” dedi şakacı bir ses tonuyla.
“Ha-ha. Tamamdır, söz daha dikkatli olacağım.”
“Anlaştık. Neredesin peki?”
Ah, evet. Neredeydim gerçekten? ~
“Şey, neredeyiz? Yani, adresin ne? Arkadaşım beni almaya gelecek de...”
Tanrım, hâlâ aptal gibi konuşuyorum. Ayrıca Jace de bunun farkında. ~
Bana sırıtarak Santa Monica’daki adresini söyledi. Tiffany’ye adresi ilettikten sonra da telefonu kapattık. Hemen yola çıkacaktı.
“Ah. İçeriye girebilecek mi? Yani... Kapılardan?”
“Evet, korumalara haber verdim,” dedi Jace.
“Neden korumaların ve bir CIA ajanın var ki?” derken bunu sorguluyordum.
Kendini toparlamadan önce bana tekrar güldü.
“Manyak insanlar içeriye girmesin diye sanırım.”
“Ama beni içeriye aldınız,” dedim yaptığım şakaya gülerken.
Vay canına. Kötü bir şaka denemesiydi Celeste.
Gerçekten. Aptalcaydı. Korkunçtu. ~
Jace kahkahayı patlattı. “Demek sen de bana kafayı takmış hayranlarımdan birisin?”
“N-ne. Ha-hayır.”
İşte. Sıçtım.
Lisede ona âşık olduğumu biliyor.
Aman Tanrım, bu çok utanç verici.
“Şaka yapıyorum Celeste. Gerçi öyle olsan harika olurdu.”
Neyden bahsediyor bu? Bir şey mi kaçırdım? Hadi ama Celeste. Bir de zeki olmakla gurur duyuyorsun. Neden bahsediyor bu? ~
Güvenlik kapısından gelen vızıltı mutfakta yankılanırken Jace duvardaki güvenlik ekranına doğru yürüdü ve güvenlikten gelen aramaya cevap verdi.
“Efendim, kapıda Tiffany Jefferson diye biri var. Emin olmak için soruyorum. Kendisini bekliyor muydunuz?”
“Evet, içeriye alın.”
Çok şükür. Tiffany beni kurtarmıştı.
Jace elinde bir şeyle bana doğru yürüdü.
“Şey, madem şehirde yenisin... Bu benim numaram. Bilirsin, bir daha başkasını eve kadar takip edersen diye,” diye ekledi sırıtarak.
“Ama bunu yapmamaya çalış. Hiç güvenli değil,” dedi göz kırparak.
Neler oluyor? Bu bir şaka mı? Eşek şakası, değil mi? Jace Makenzie neden bana bu kadar iyi davranıyor? Üstüne bir de telefon numarasını veriyor?
Hayır. Celeste. Geri çevir. Kesin yanlış bir numara yazdı.
Neden sana numarasını versin ki? Onu aramamı mı istiyor? ~
“Şey, teşekkürler ama kalsın. Ben başımın çaresine bakarım...”
Cümlemi bitirir bitirmez hızla kapıya doğru yürümeye başladım.
Muhtemelen ben gidince hâlâ beyinsiz olan arkadaşlarını arayacaktı. Lisede hayatımı cehenneme çevirmişlerdi.
Evet, kesinlikle hepsini arayacaktı. Salağın birinin onu eve kadar takip ettiğini, garajının önünde Gumby gibi dikildiğini anlatacaktı. ~
“Numaramı istemiyor musun?” dedi şaşkın gözlerle. Elinde hâlâ kâğıt parçasını tutuyordu.
“Hayır, gerek yok. Yine de teşekkürler... Seninle tekrar karşılaşmak ilginçti... Hoşça kal.”
Telaşla kapıyı arkamdan kapattım ve ardından Gumby kıçımı olabildiğince hızlı bir şekilde arabama attım.
Dikiz aynamdan Jace’in evden çıktığını gördüm. Kapı çerçevesine yaslanarak arabalarımızın güvenlik kapısından çıkışını izledi.
Bu lanet olası devasa şehirde, bu devasa gezegendeki onca insan arasında... Cidden Jace Makenzie’nin peşine mi takılmıştım?