Emily Ruben
Uyandığımda odam hâlâ karanlıktı. Gecenin bir yarısı olduğunu fark ettim. Dün saat kaçta uykuya dalmıştım?
Hatırlayamadım bile. Telefonumu elime aldım ve ön ekranda saatin 4.32 olduğunu okudum. Uyku düzenim altüst olmuştu.
En ufak bir yorgunluk hissetmiyordum. Artık bana yardım edecek telefonum olduğu için hayatım hakkında daha fazla şey öğrenmeye hazırdım. Messenger uygulamasını açınca konuşmaların sayısı karşısında gözlerim büyüdü.
Sonuncusu Derek'leydi, ardından Finn adında bir adam vardı. Sonra Claire'i, annemi ve babamı gördüm. Melissa isminin Mel'in tam adı olduğu tahmini yürüttüm. Sonrası bir grup bilinmeyen isimdi.
Vay canına, demek mesajlaşacak bir sürü arkadaşım vardı.
Erkek arkadaşımla ilişkimin mesajlar aracılığıyla nasıl olduğunu merak ederek Derek ile konuşmamızı açtım.
Sanki kendi hayatımı değil de bir başkasının hayatını gizlice gözetliyormuşum gibi hissediyordum. Bu mesajlara bakmak içime sinmiyordu. Sonuncusu ondan gelmişti: Öyle demek istemedim, lütfen geri dön.
Kaşlarımı çatıp sohbeti yukarı kaydırdım.
Bundan önceki mesaj günler öncesine aitti, bu yüzden konuşmamızı silmiş olmalıyım diye düşündüm.
Diğer mesajlar ya şirin ya da komikti. Derek'i bulduğum için gelecekteki kendime beşlik çakmak istedim.
Harika birine benziyordu. Hâlâ onun erkek arkadaşım olduğuna inanamıyordum. Ayrıca, içinde “Seni seviyorum!” geçen birçok konuşma vardı.
Neden onu hatırlayamıyordum.
Sonra Claire ile konuşmamızı açıp mesajlarımızı okumaya başladım. Sürekli gırgır şamata dönmüştü. Tanımadığımı hissettiğim kişi o değildi. Bendim.
Şöyle cevaplar verdiğimi okudum: “Biliyorum sürtük, ne giydiğini gördün mü! İğrenç!” ya da ~“Kim olduğunu sanıyor! Benimle böyle konuşamaz!”~
Yazdığım diğer mesajlar karşısında hem gözlerim hem de ağzım açık kalmıştı. Ah, bu iğrenç Harrison denen adam bana tekrar asılmaya çalıştı, ne zaman onunla ilgilenmediğimi anlayacak!
Buna Claire’in cevabı: Biliyorum, zavallı adam çok cahil! ;)
Ben: Dün gece o kadar sarhoştum ki Derek'le seks yaptığımı bile hatırlamıyorum haha. Merak etme, korunduğumuzu söyledi ;)
Aman Tanrım.
Yani ben seks mi yapmıştım? Artık bakire değildim! Kahretsin, ilk seferimi bile hatırlayamıyordum! Derek'le miydi? Ne kadar sürmüştü? O zaman sarhoş muydum? Tanrım, umarım değilimdir.
Claire'e ile Melissa'ya yazdığım mesajları okudukça durduramadığım gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı. Kime dönüşmüştüm ben? Kimdim ben?
Sonunda ağlamayı bıraktığımda, yüzümü bir mendille temizledim (hâlâ yataktan çıkamadığım için elimdeki tek şeydi) ve kendimi sakinleştirmek için derince nefes alıp verdim.
Kafam her zamankinden daha karışıktı, korkmuştum ve çığlık atmak ya da kaçmak istiyordum. Hatta çığlık atarken kaçmak istiyordum. Kim olduğunu bilmek en temel hakkım olmalıydı, ama şimdi her şey çok farklıydı. Ben çok farklıydım.
Mesajları geri açınca Finn adında biriyle yaptığım konuşmaya bakmadığımı fark ettim. Konuşmayı açtığımda kaşlarımı çatıldı.
Sadece “5 dakika sonra buluşalım” ya da “~Orada görüşürüz” ~gibi şeyler vardı. Sadece buluşulacak yer ya da zaman belirtiliyordu. Başka bir şey yoktu. Ne merhaba, ne nasılsın, ne de başka bir şey. Bu çok garipti.
Buluşma talep eden tüm bu mesajlara göre çok sık görüşüyor gibi göründüğüm bu Finn denen adam kimdi?
Kapının çalınmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Telefonu kilitleyip tekrar komodinin üzerine koydum.
İçeri bir hemşire geldi.
“Ah, uyanmışsın!” diye haykırdı, rahatlamış gibi elini kalbinin üzerine koyarak. Belli ki bu onu ürkütmüştü.
“Evet, sanırım erken uyuyakalmışım,” diye cevap verdim.
Sesim tuhaftı.
“Sadece kontrol için buradayım, uzun sürmeyecek. Nasıl hissediyorsun?” diye sordu.
“Hâlâ kafam çok karışık ama tıbbi açıdan iyiyim. Bazen başım biraz ağrıyor ve boğazım kuruyor ama sanırım bu normal.”
“Evet, öyle. Peki ya bacakların? Ayağa kalkmayı denedin mi?”
“Henüz değil. Ayak parmaklarımı hareket ettirebildim ama bunun dışında bir şey denemedim, yere kapaklanmak istemiyorum...”
Gülümsedi. “Tamam o zaman, Doktor Shaeffer'ı bekleyeceğiz.”
Daha sonra kontrole devam etti, perfüzyonumu değiştirdi, bağlandığım makinede bazı şeylere baktı. Memnun görünüyordu, bu da güven vericiydi.
Gerçi yeni bilgiler yüzünden dikkatim o kadar dağılmıştı ki hiçbir şeyin farkına bile varamadım.
Yiyecek ya da suya ihtiyacım olup olmadığını sordu. Kendi hayatımı bir avcı gibi gözetlemeye geri dönmek için sabırsızlanarak reddettim. Hemşire odadan çıkar çıkmaz telefonu elime aldım. Kaşlarımı çattım. Yeni bir mesaj gelmişti.
Bak sen şu işe... Belli ki bu adam ve ben oldukça yakındık.
Yani, bana “deli” demeye cesaret ediyordu. Üstelik üç x ile imzalıyordu. Yani yakın olmalıydık, hem de çok! Kahretsin, resmen hiçbir şeyden haberim yoktu. Neden en iyi arkadaşlarımın ya da Derek'in aksine ona benim gelmesini söylememi bekliyordu?
Ne? Kaşlarımı daha da çatarak metne baktım.
Ne demek istedi? Mankafa kimdi? Annesiyle ilgili hangi şeyleri bilmem gerekiyordu? Hadi, anılar, biraz çaba gösterin ve acilen aklıma geri dönün!
Gözlerimi kapattım ve tüm irademi Finn ismine odakladım ama hiçbir şey gelmedi.
Mesajına güldüm.
On beş dakika boyunca cevap vermemiştim; belki de her zamanki konuşmalarımızda buna alışık değildi.
Birkaç saniye sonra telefonum çaldı.
Yok artık.
Finn beni arıyordu. Hay aksi! Şimdi ne yapmam gerekiyordu? Cevap mı verseydim? Onun benim için kim olduğunu bilmiyordum. Tabii nasıl davranmam gerektiğini de...
Merak ellerimi ele geçirdi ve ne yaptığımın farkına bile varamadan cevapla tuşuna basıp telefonu kulağıma dayadım.
“Alo?”
Küçük bir iç çekiş duydum.
“Tanrım, Lace, sesini duymanın ne kadar muhteşem olduğunu bilemezsin!”
Kalbim resmen küçük bir takla attı. Bu adamı tanımadığım için çok saçmaydı ama, sanırım yakın bir arkadaşımın hayatta olduğunu bilmesi iyi bir duyguydu. Bu konuda sersemlememe gerek yoktu!
“Garip, değil mi? Sesim,” diye cevap verdim.
Tuhaf ya da aptalca bir şey söylediğim her seferinde suratımı avuçlamak ya da kendimi tokatlamalı için bir tokat makinesi kurmalıyım çünkü gerçekten, yaptığım her konuşmada afallıyorum! Finn'in gülümsediğini duydum.
“Biraz hırıltılı ama kulağa çok seksi geliyor. Gördüğüm kadarıyla hâlâ aynı deli.”
Tanrıya şükür; görünüşe göre onun yanında hâlâ biraz kendim gibiydim! Ama neden az önce sesimin seksi olduğu hakkında bir şeyler söylemişti?
Bir arkadaşa bunu söylemek tuhaf değil miydi? Yoksa sadece bana mı öyle geldi?
“Haha, teşekkür ederim, iltifatınız için minnettarım.”
“Her zaman senin yanındayım, benim en sevdiğim deli!”
Duraksadı. Bu arada ben gülümsemekten kendimi alamadım, parmaklarım gergin bir şekilde yorganla oynuyordu. “Peki... Mankafa seni ziyaret etti mi?”
“Hmm...”
Kahretsin. Kapana kısılmıştım. Mankafa’nın kim olması gerekiyordu?
“Bahse girerim yapmacık bebeğimleri ve diğer saçma şeyleriyle birlikte tüm gösterisini yapmıştır.”
Şimdiye kadar sadece bir erkek beni ziyaret edip bana bebeğim demişti, o da erkek arkadaşım Derek'ti. Yani o mu Mankafa’ydı? Finn onun hakkında konuşurken sinirlenmiş gibiydi.
Neredeyse kıskanmış gibiydi. Tanrım, biri bana Finn'in kim olduğunu söyleyebilir mi lütfen?
“Claire ile Melissa da geldi.” Aptalca bir şey söylememek için konuyu değiştirdim.
“Ne kadar da şirin! “
Bunu yazarken gözlerini devirdiğini hayal edebiliyordum. Kaşlarım ben farkına bile varmadan iyice çatıldı. “Her neyse, bu kadar başkaları hakkında konuştuğumuz yeter. Seni görmeye ne zaman gelebilirim?” diye sordu Finn.
Yüzünü hayal bile edemiyordum.
Bildiğim kadarıyla telefonumda ona ait bir fotoğraf yoktu ve mesajlaşmalarımız hiçbir şey ele vermiyordu.
“İstersen şimdi gelebilirsin,” diye teklif ettim, ancak kim olduğuna dair hiçbir fikrim olmadığından çok gergindim.
“Şimdi mi? Ama Mankafa saat altı buçukta gelmiyor mu?”
Öyle miydi? Bu konuda hiçbir şey söylememişti. Derek'in Mankafa olduğunu kabul etmek zordu.
“Bilmiyorum, bana bir şey söylemedi, doktorum geldiği için gitmek zorunda kaldı.”
“O zaman yanına gelme riskini almayacağım. Ortalık sakinleşince bana mesaj at.”
Sakinleşince mi mi? Ne demek sakinleşince? Beni görmeye gizlice mi geliyordu? Ne alakası vardı?
“Elbette, veririm,” dedim.
“Yaşayanlar diyarına döndüğünden beri nasılsın Lace?” diye sordu Finn şimdiye kadarki en şefkatli sesiyle.
“Çoğunlukla kafam karışık,” diye dürüstçe cevap verdim.
Nedenini bilmiyordum ama ona yalan söyleyemeyeceğimi hissediyordum. Sanki beni bir şekilde anlıyordu. Ayrıca, iki ay komada kaldıktan sonra kafamın karışması son derece normaldi.
Bu süre zarfında neler olduğunu ve tetikleyici olayın ne olabileceğini anlayana kadar ona ya da kimseye kayıp iki yılımdan bahsetmek istemedim.
Eğer insanlar bunu bilselerdi yanımda yapmacık davranacaklarını ya da durumdan faydalanacaklarını hissediyordum. Belki de bu iki yıl boyunca sınıf başkanı seçilmeyi başarmıştım.
Ya herkese hiçbir şey hatırlamadığımı söylersem ne olur? Kesinlikle yerimi kaparlar. Ya da bana bundan bahsetmezler bile.
Ya bilmem gereken bazı sırları varsa?
Şimdilik onlara hafıza kaybımdan bahsetmemin bir yolu yoktu. Önce bunu çözmem gerekiyordu. Ancak gerçekleri öğrendikten sonra durumumu başkalarına anlatabilirdim.
Garip bir plandı ama benim planımdı ve planımı devam ettirmeye niyetliydim.
“Peki, hastaneye gittiğimde kaçırdığın iki ay boyunca olan her şeyi sana anlatacağım, tamam mı?”
Keşke hatırlamam gereken iki yılım olduğunu bilseydi!
“Teşekkür ederim, Finn.”
Sessizlik oldu.
Bir süre sonra, “Adımı ilk kez yakalanmaktan korkmadan söylüyorsun,” dedi.
Kaşlarımı çattım. Neden?
“Her şeyin bir ilki vardır sanırım... Üstelik yanımda kimse yok.” Doğru cevap bu muydu?
“Bu durumda, telefonda seks yapmayı öneriyorum.”
Gözlerim kocaman açıldı. Resmen donup kaldım, telefon kulağıma yapışmıştı. Telefonda seks mi? Bu da ne böyle?
Tanrım, yaşlı Lacey’in bir fahişe; Finn'in müşterisi olmadığını söyle. İnanamıyorum.
“Dantelli mi giyiyorsun? Şaka yapıyordum, deli. Komadayken benim sapkın mizah anlayışımı unuttun mu?”
“Özür dilerim, su bardağım elimden düşünce yerleri temizlemek zorunda kaldım...” diye yalan söyledim.
“Lace... iyi misin? Bana yalan söyleyemeyeceğini biliyorsun. Ne oldu? Mankafa mı? Orada mı yoksa?”
“Hayır, burada kimse yok. Ama...” İç çektim. “Unut gitsin.”
“Seni görmek istiyorum, Lace. Seni çok özledim. Bu pisliğin aksine, seni göremedim bile. Ondan nefret ediyorum! İkimiz de onun gerçekte kim olduğunu bildiğimiz halde, sevgi dolu ve şefkatliymiş gibi davranarak yanına geldi.”
Yutkundum. O kadar çok soru beynimi kızartıyordu ki; bu bir Pretty Little Liars bölümünden daha kötüydü. Tam bir bulmacaydı.
Finn bununla ne demek istemişti? Ne demek istediğini anlamam gerektiğini biliyordum ama anlamamıştım tabii ki. Aptal hafıza kaybı!
“Fırsat bulduğumda sana mesaj atacağım, söz,” dedim, bunun yeterince iyi bir cevap olduğunu umarak.
“Tamam.” Sesindeki ince gülümsemeyi duyabiliyordum. “Biliyor musun, o çok sevdiğin magazin haberlerinin çoğunu kaçırdın. Bilgisayarımı da yanımda getireyim mi?”
Ünlü dedikodularını hâlâ seviyordum! Yaşasın, nihayet on altı yaşındaki benliğimin nasıl tepki vereceğini bildiği bir şey!
“Evet, lütfen!”
Güldü.
“Bu konuda beni görmekten bile daha heyecanlı görünüyorsun, Dantelli Ayıcık.”
“Tabii ki öyle! Kardashianlar kadar ilginç olduğunuzda, belki fikrimi değiştirmeyi düşünürüm.”
Tekrar güldü. Böylece bu cevabın şimdiki benliğimin verebileceği bir cevap olduğunu anladım. Biraz riskliydi ama en azından Finn'e karşı hâlâ aynı kişi olduğumu bilmek beni mutlu ediyordu.
Konu Claire, Melissa ve Derek olunca her şey çok farklı görünüyordu!
“Tamam o zaman, sırf seni memnun etmek için modellik kariyerine girmeyi deneyeceğim. İkimiz de biliyoruz ki fıstık gibi bir model olurum.”
Demek yakışıklıydı… Ya da şaka mı yapıyordu?
“Kendini övmeyi bırak.”
Kapının çaldığını duydum. “Biri geliyor, kapatmam lazım.”
“Ya ama ben daha fazla konuşmak istiyorum! One Direction'a olanı bilmiyorsun! Kız kardeşim günlerce ağladı!”
“Bu önemli konu beklemek zorunda, şimdi gitmem gerek,” deyip telefonu kapayınca birinin tekrar kapıyı çaldığını duydum. “Bir saniye!” diye bağırdım cevap olarak.
“Tamam, tamam. Sonra görüşürüz, Dantelli Ayıcık. Seni seviyorum.”
Beni her zamankinden daha da şaşkın bırakarak telefonu kapattı.