Raven Flanagan
RIVER
Oldukça uzun süren duşum sırasında teyzem ve eniştem gittiler. Teyzemin garnitürlere yardım edeceğini, Dale’in de ona her konuda yardım edeceğini biliyordum.
Herkes böyle sadık bir eşe sahip olacak kadar şanslı değildi. Eşiniz iyi biri de kötü biri de olabilirdi.
Boynumda iyileşen yara izimi ovuşturdum. Artık neredeyse hiç görünmediği için mutluydum. Her geçen gün daha da siliniyordu. Anıların da aynı şekilde silinmesini diledim.
Arlene yan masaya bir fincan kahve ve misafir yatağının üzerine de uçuk pembe renginde yazlık bir elbise bıraktı. Elbise kıvrımlı vücuduma biraz dar gelse de tam oturdu. Soluk rengi bronz tenime ve kızıl sarı saçlarıma çok yakışmıştı. Baharın ortasında sıradan bir barbekü partisi için sade ve mükemmeldi.
Dün gece olanlara ve gizemli adamı tekrar görme ihtimalime rağmen, ailemle geçireceğim zamanı dört gözle bekliyordum. Onlarla kaliteli vakit geçirmeyeli yıllar olmuş gibiydi ve biraz rahatlayıp onlarla sohbet edeceğim için heyecanlıydım.
Misafir odasından çıkmak üzereyken kapının arkasındaki aynanın önünde durakladım. Parmaklarım amaçsızca gözümün üzerindeki üç yara izinin üzerinde gezindi. Bazı şeylerin iyileşmesi için zamana ihtiyaç vardır ama bunların iyileşeceğini hiç sanmıyordum.
Ben merdivenlerden inerken Arlene, “Hadi gidelim!” dedi. Derin bir nefes alıp onun peşinden ön kapıdan çıktım. Sokağın aşağısındaki sürü evine doğru yürürken heyecandan neredeyse zıplıyordu.
Bizim zamanımızda böyle büyük barbeküler düzenlenmezdi. Evin önündeki bahçede birkaç barbekü ve mangal yan yana duruyordu. Burnuma gelen kokular ağzımı sulandırdı.
Garnitür tabaklarıyla dolu uzun bir masanın yanına sandalyeler ve minik masalar kuruluyordu. Etrafta bu kadar büyük bir kalabalık için yapılan hazırlıkların olağan koşuşturması vardı.
“Gel seni birkaç arkadaşımla tanıştırayım, hem bir şeyler içersin.” Arlene beni güneş battığında yakılacak şenlik ateşinin temelini atan kalabalığa doğru çekti. Yol üzerindeki bir soğutucudan elma şarabı aldık.
Her ne kadar istemesem de yanımdan geçen her erkeğe bakmaya devam ettim; önceki geceki gizemli adamı tekrar görüp görmeyeceğimi merak ediyordum. Burada, kalabalığın içinde bir yerde olabilir miydi?
“Selam millet! Bu kuzenim River. Bazılarınız onunla önceden tanışmış olabilir. Çocukken yazları ziyarete gelirdi.” Kalabalığa katıldığımızda Arlene’in neşeli kişiliği canlandı.
Elimdeki soğuk şişeyi sıkıca kavradım. “Merhaba,” dedim zayıf bir gülümsemeyle. Onlara kısaca el salladım.
“Merak etme, hepsi zararsız,” diye fısıldadı Arlene kulağıma. Her ne kadar saklamaya çalışsam da, tüm bu insanlardan ne kadar bunaldığımı görebiliyordu ama yanımda olması güven vericiydi ve gerginliğimi biraz olsun hafifletti.
Yarım saat ve birkaç içkiden sonra neredeyse yeniden normal hissetmeye başladım ama geçmişin ağır gölgesi ensemden ayrılmıyordu. Rahatlamama, eğlenmeme ve Arlene’in arkadaşlarının arasına karışmama rağmen, kafamın içinde yankılanan karanlığın sesinden tam olarak kurtulamadım.
Beni bulur muydu? Bulursa ne yapacaktı? Geçen sefer başıma geleni hak ettiğimi söylemişti ama kaçmak çok daha kötüydü, özellikle de ondan kaçtığım için.
Arlene ve diğerlerinin kahkaha sesleri dikkatimi dağıttı. Ne söylendiğini duymamış olmama rağmen zorla gülümseyip kıkırdadım.
Artık her şey geride kalmıştı. Ogeride kalmıştı. Ama ne zaman gözümün üstündeki yara izlerini görsem onun her zaman benimle olacağını kabul etmek zorundaydım.
Ben daha ne olduğunu anlamadan şenlik ateşi gürül gürül yanmaya başlamıştı ve birisi yemeğin hazır olduğunu bildirmek için zili çaldı.
Tütsülenmiş et için yemek sırasında beklerken Arlene, “Bakın çocuklar, Alfa sonunda geldi. Şimdi yerine oturuyor!” diye fısıldadı.
Başımı onların baktığı yöne çevirdim ama Alfa’nın etrafında neye benzediğini göremeyeceğim kadar çok insan vardı. Yine de pek kafama takmadım. Gözlerim sadece bir adamı arıyordu.
Tabaklarımızı et ve kızartmalarla doldurduktan sonra masaya geçtik. Herkes tabağındakileri yerken mutlu bir şekilde konuşuyordu. Bir an için lezzetli yemeklerin ve iyi arkadaşların eşliğinde kendimi kaybettim.
Derken birdenbire biri tarafından izleniyormuşum gibi bir hisse kapıldım. Tepeden tırnağa tüylerim ürperirken, vücudumdaki her sinir ucu karıncalanarak beni alarma geçirdi. Gözlerimi kapatıp dudağımı ısırdım, bakışı hissettiğim yöne bakmamaya kararlıydım.
Kararlılığım uzun sürmedi. Merakım beni ele geçirdi ve gözlerim dolup taşan masadan aşağıya, alfa koltuğunda oturan etkileyici adama kaydı.
Viski rengi gözleriyle bana baktığında kalbim durdu. Çatalımı elimden düşürerek hareketsiz kaldım.
Nefes alamıyordum.
Ona baktığımda, dudaklarının tenimde bıraktığı his hâlâ üzerimdeymiş gibi hissettim. Bacaklarımın arasındaki sızı, gözlerimiz kilitlenip ayrılmazken donuk bir zonklamaya dönüştü.
Karanlık bakışları altında bedenim yeniden alev aldı.
Alfa. O Alfa’ydı.