J.M. Felic
LUCIEN
Dokunuşunuz beni çekiyor. Uçuyormuşum gibi hissediyorum, vücudum gökyüzünde parlıyor.
Dr. Danes, biz masaya yaklaşırken orada bulunan herkese hitaben, "Bayanlar ve baylar, sizi müzemizin en cömert bağışçısı Bay Darien Ozric ile tanıştırayım," diye açıklamada bulundu.
Herkes çabucak ayağa kalktı, hızla yanıma geldiler ama ben sadece şok içerisindeki gizemli kadının bana bakıp durmasıyla ilgileniyordum.
Masaya yaklaştığımda, Dr. Danes beni yaşlı hayırseverler ve meslektaşlarıyla tanıştırmaya başladı.
Üzerinde çalıştığım pratik gülümsemeyle ve sıkı bir tokalaşmayla onları tek tek selamladım, ta ki sıra ona gelinceye dek.
O.
Profesör, "Ve bu da Bayan Nicolette Holland, daha sonra göreceğiniz eserlerde çok büyük emeği var," dedi.
Sesi kayboldu. Tamamen kadına odaklandım.
Bir şekilde kendini benim dünyamda bulan kadın.
Çok tanıdık gelen kadın.
Tıpkısının aynısı kadın...
Hayır.
Olamaz
Onla bakışırken her yerini inceledim, bu kadının gerçektenkim olduğuna dair ipuçları arıyordum.
Paslı kırmızı renkteki saçı gelişigüzel bırakılmış gibiydi.
Pembe karanfil rengi ruj, yüzünde hafif ışıltılı pudra ve gözlerinin etrafında dumanlı kahverengi gölgelerle minimal bir makyaj tercih etmişti.
Sadelik, güzelliğini iyice öne çıkarıyordu.
Üzerindeki kırmızı elbise de kıvrımlarına tam oturmuştu.
O kıvrımları tek tek keşfetmek istiyordum.
Ne de olsa bir kadının gerçekten~ kim olduğunu öğrenmenin tek bir yolu var.~
Sadece düşüncesi bile pantolonumda hareketlenme yaratıyordu.
Yine
Dr. Danes yüksek sesle boğazını temizledi.
Kadının omzunu biraz sallayarak, "Bayan Holland?" dedi. Sudan çıkmış balık gibi gözleri genişleyen kadın, nerede olduğunu fark etmeye başladı.
Yüzü gittikçe kızarıyordu.
"Hayalet görmüş gibisin," dedim keyifle.
Bir an yere baktıktan sonra bakışları bana geri döndü. "Şey... merhaba. Sizinle tanışmak bir onur, Bay Ozric."
"O onur bana ait, Bayan Holland."
Bir şeyler çakmış gibi, Dr. Danes küçük sohbetimizi bölüp masanın karşısındaki bir koltuğu işaret etti.
"Bu sandalyeyi size ayırdım Bay Ozric, rektörün hemen yanı. Oturmak ister misiniz?"
"Sanırım onun yerine bu güzel kadının yanına oturmayı tercih ederim."
Kadının yanına otururken gözleri küçüldü, burada kimin oturması gerektiğini bilmiyordum, umrumda da değildi.
Ne olursa olsun onun yanında olmalıydım.
NICOLETTE
Bay Ozric yanıma oturduğundan beri yirmi dakika geçmişti ama tek kelime bile konuşmamıştık, bana doğru bakmamıştı bile.
Üniversite rektörünü ve masadaki diğer hayırseverleri kendine hayran bırakmakla meşguldü. Hepsi de söylediği her şeye hayranlıkla, gülerek ve başını sallayarak bakıyordu.
Tabii onun milyarlarca dolarlık bir şirketin CEO'su ve sahibi olduğunu öğrendiğimde şaşırmadım.
Ozric International Holding
Onu görünce salyalarını akıtmalarına şaşmamalı. Sadece insanlık üstü bir ihtişamı yoktu, aynı zamanda o masadaki herkesin maaşını da ödüyordu.
Bense orada sessizce oturdum, sadece ellerime baktım.
"Seyahat etmeyi sever misiniz Bayan Holland?" diye sordu yüzünde hafif bir gülümsemeyle.
"İş için, evet."
"Zevk için değil mi?"
"İşten zaman kalmıyor."
"Evet, eminim. Demek egzotik, gizemli yerlere seyahat... İçlerinde tehlikeli yerler de vardır kesin."
"Bazen" dedim, boğazımı temizlerken mango turtama odaklanmaya çalıştım.
Ama çıplak bacağımda dokunuşunu hissettiğimde neredeyse boğuluyordum.
"Son zamanlarda ilginç bir yere gittin mi?" diye fısıldadı kulağıma. Sesi dumanlı ve baştan çıkarıcıydı ama biraz tehditvariydi.
"İzin verirseniz, makyaj tazeleyeceğim," dedim, ayağa kalkarken elinin bacağımdan kaydığını hissettim.
Ona bakmadan döndüm ve salon boyunca yürüdüm, bakışlarını ensemde hissediyordum.
Beyaz karolu, parlak kadınlar tuvaletine daldım, lavaboya koştum.
Ellerim buz gibiydi, hemen sıcağa ayarladığım musluğu açtım. Akan su beni yatıştırdı.
Aynada kendime baktım. Bir nefes aldım ve bir anlığına gözlerimi kapattım.
Sakin ol Nikki.
Evet, bu adam aynı rüyadaki adama benziyor.
Ama bu imkânsız
Dediklerini kafamda duyabiliyordum. "Son zamanlarda ilginç bir yere gittin mi?"
Benimle oynuyormuş gibi söylemişti.
Biliyormuşgibi.
Onu görünce neyle uğraştığım hakkında hiçbir fikrim olmadığımın farkına vardım.
Bacaklarımı tuttuğu yer hâlâ karıncalanıyordu.
Kalbim deli gibi atıyordu, göğsümden fırlamak üzereydi.
Gitmeliyim.
Şimdi.
Tüm bu çılgınlıklardan kurtulmak için aynayı verdim.
Lanet, beni yine buldu.
Ama hayır.
Çenemi sıktım ve gözlerimi açtım, daha kararlı hissettim. Ciddi bakışlarla kendime moral vermeye başladım.
Sen küçük bir kız değilsin Nikki.
İş için buradasın.
Kendini temsil etmelisin.
Ukala bir adamın seni bu kadar kolay etkilemesine izin verme.
Muhtemelen salona girdiğinde ona şehvetli bakışlar atmayan tek kadın bendim ve bununla gurur duyuyordum.
Derin bir nefes daha aldıktan sonra tuvaletten çıktım ve sakin bir yüz ifadesiyle masaya döndüm.
Sandalyeme oturduğumda hâlâ oradaydı, geniş omuzları eşliğinde şarabını yudumladı.
"Kaçtığını düşünmeye başlamıştım," dedi.
"Böyle bir şey yapacağımı nereden çıkardınız, Bay Ozric?" diye cevap verdim.
"Sadece... benden biraz korkmuş gibiydin"
Kısa ve yumuşak bir kahkaha ağzımdan kaçtı.
Bu adam açık sözlü.
"Sizi tanımıyorum bile. Neden korkayım ki?" sesimi olabildiğince keskin ve düzgün tutarak cevap verdim.
Sorgulayan gözlerle bana baktı.
Birini ruhuna kadar soyabilecek gözlerle.
Cevap veremeden Profesör Mallorie omzuma dokundu.
"Bayan Holland, Bay Ozric, gelin. Müzeye girme zamanı."
Bay Ozric'in gözleri benimkinden uzaklaştı ve omuzlarımdan bir ağırlık kalktığını hissettim.
El çantamı aldım, tam ayağa kalkmaya hazırlanıyordum ama Bay Ozric zaten bir eli bana uzanmış bir şekilde tepemde dikiliyordu.
"Gidelim mi?"
Profesör Mallorie'ye baktım.
"Gidelim" dedim, elini görmezden geldim ve ayağa kalktım; müzenin birinci katına giren küçük gruba doğru tek başıma yürüdüm.
Noldu, o kadar ukalalık yapıyordun?
Grubun önünde oyalandım, profesörün yanında kalmaya çalıştım ve birçoğunu kendim bağışladığım eserler hakkında yorumlar yaptım.
Eserlerden bazıları Mısır, İskandinavya ve Çin gezilerimdendi.
Arşivlerde saklı aynanın aksine, bunlar herkesin görmesi için sergilenen en gurur verici keşiflerimden bazılarıydı.
Bununla birlikte, dev ahşap penis şeklinde heykelin önüne geldiğimizde yüzümün kızarmasına engel olamadım.
"Bayan Holland, Güney Afrika'da bulduğunuz heykel hakkında birkaç şey söylemek ister misiniz?"
"Bu eseri hangi halkın yaptığı bilinmese de şunu söyleyebilirim..." boğazımı temizledim, "kocaman fallus muhtemelen inandıkları bir tanrının erkekliğini simgeliyordu. Bu tanrıyla yolu kesişen her kızın zevkten kendini kaybetmesi muhtemeldi."
Gruptaki bazı yaşlılar rahatsız görünüyordu. Gözlerim istemsizce arka taraflardaki Bay Ozric'e kaydı.
Bana baktığında dudakları hafifçe kıvrıldı ve sonra bakışları dekolteme daldı - görece kapalı olduğunu düşündüğüm elbisemin tatlı yakasına ve oradan da elbisemin altındaki kumaşın hemen ardına...
Sanki tek bir bakışla her yerimi görmüş gibi hissettim.
Grup köşeyi dönerken Profesör Mallorie, "Bayan Holland'ın bağışladığı başka bir parçaya geçiyoruz," dedi. "Malta'daki yakın tarihli bir kazıda bulduğu bir ayna."
"Ne?" beynimden vurulmuşa döndüm, lanetli ayna karşımdaydı.
Kısık sesle, "Bu şeyin arşivlerde saklandığını sanıyordum?" dedim.
"Sergide fazladan yer vardı ve bu çok güzel bir ayna...” diye yanıtladı profesör, kafası karışmış görünüyordu. "Her şey yolunda mı Nikki?"
"E-Evet, iyiyim." Tüm grup bana bakarken kendime gelmeye çalıştım. Özellikle Bay Ozric'in dikkatinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum.
Tura devam etmek için sabırsızlanan profesör, "O zaman devam edelim," dedi.
Grup aniden profesörü takip etmeye başladı; onunbeni durdurmak için kolumu tuttuğunu hissettim.
Grup köşeyi dönüp gözden kaybolana kadar beni tutmaya devam etti, sonunda galeride yalnız kaldık.
Alçak sesle, "Ayna mı?" diye sordu
Sertçe, "Evet, bu bir ayna. Sezgileriniz kuvvetli Bay Ozric," diye cevapladım.
Aynanın önüne geçti ve benim durduğum yerden onun sadece yansımasını görebiliyordum.
Bu, bana dün geceyi hatırlattı.
Aynadaki o adamı...
Bu adam?
Beni soyuyor.
Bana dokunuyor.
Düşüncelerimi bacaklarımın arasında artan ıslaklıktan uzaklaştırmaya çalışırken, "Gruba yetişmeliyiz," dedim.
"Bu aynayı müzeye vermeden önce nerede saklıyordun?" diye sordu, sanki ıslanışımı hissediyormuş gibi bana daha da yaklaştı.
"Yatak odamda."
"Hmm, yatak odan demek..."
Sadece hayal gücümden mi emin değildim ama bunu söylerken sesi sanki daha da kısıldı.
İyice yaklaştı, bana derin derin baktı.
"Bu aynayı nereden aldın Nicolette?" dedi, adım sanki onun dudaklarının arasından çıkmak için yaratılmıştı.
"Profesör Mallorie'nin dediği gibi, Malta’dan."
Dondurucu gözlerle bana baktı, omurgamdan aşağısını bir ürperti kapladı.
Ama bu, ona karşı içimde büyüyen yangını söndürmedi.
Sarhoş edici parfümünü koklayabilecek kadar yakındım. Bakışları dudaklarıma indi.
Eliyle kalçamı tuttuğunu hissettim, beni daha da yakına çekti.
"Yalan söyleme, Bayan Holland. Onu gerçektennerede buldun?"
Cevap veremeden, elinin belimden göğsümün üzerine ve oradan da yüzüme doğru kaydığını hissettim.
Tam yüzüme ulaşacakken durdu, parmaklarını boğazıma doladı.
"Cevap ver."
"Ben... ah,” kekeledim, "Bence... Ben gideyim."
Parmaklarının boğazımı kerpeten gibi sıktığını hissettim.
Beni avucunun içinde tutarken korku ve uyarılmanın birbirine girmesiyle kalp atışlarım hızlandı.
Yüzündeki baştan çıkarıcı ifade yerini kızgınlığa bırakmıştı. Sert bakışları uzun saçlı adamınkilerle aynıydı.
Boğazıma geçirdiği mengene gibi parmaklarının tutuşu da aynıydı.
O anda iki adamın aslında aynı adam olduğunu kesin olarak anlamıştım.
Kenetlenmiş dişlerimin arasından, "Bırak gideyim!" dedim. "Canımı... acıtıyorsun."
Tutuşu sıkılaştı, yüzü daha da yaklaştı. Buzlu gözleri artık ateş doluydu.
"Sen kimsin? Kimin için çalışıyorsun?" diye sordu.
"Bayan Holland? Bay Ozric?" Profesör Mallorie'nin sesi galeride yankılandı.
Şükürler olsun.
Profesör köşeyi dönerken Bay Ozric'in elinin gevşediğini hissettim.
Birbirimize çok yakın olduğumuzu gören profesör, tuhaf sesler çıkartarak boğazını temizledi.
Endişeli yüzüme bakan Profesör Mallorie, "Rahatsız etmiyorum, değil mi?" diye sordu.
Sanki hiçbir şey olmamış gibi, "Hayır, hiç de bile Profesör. Bayan Holland sadece bu büyüleyici aynanın tarihini açıklıyordu," diye cevapladı.
"İkinci katta bize katılmak ister misiniz?"
İkimiz de başını sallayıp onu takip ettik ama şimdi düşünceler kafamda uçuşuyordu, parmaklarını boğazıma dolayan adamdan olabildiğince uzak durmanın bir yolunu bulmaya çalışıyordum.
Onun fırtınalı bakışlarını sırtımda hissedebiliyordum, beni izliyordu.
Tekrar baş başa kalırsak ne olacağını kim bilebilir?