Gece Çökünce - Kitap kapağı

Gece Çökünce

Nureyluna

Bölüm 3

Toplantı: İki ya da daha fazla kişinin tesadüfen ya da anlaşarak bir araya geldiği durum

JASMINE

“Thea? Burada ne yapıyorsun tatlım?” diye sordum kucağında bebeğiyle yanımda dikilen küçük hanıma. Saat gece biri geçiyordu.

“Odamda uyuyamıyorum. Yanında uyuyabilir miyim?”

“Olur tatlım. Gel bakalım.” Yardımımla yatağa çıkıp yanıma uzandı, bana dönerek küçük kollarını belime doladı. Sırtını pışpışlayarak uykuya dalmasını sağladım.

Bu malikâneye geleli bir ay olmuştu. Thea çok tatlı bir kızdı, ikimiz çok iyi arkadaş olmuştuk. Geceleri korkar, hatta bazen uyumakta güçlük çekerdi.

Yanımda uyumasının, benim için sakıncası yoktu. Uyurken kollarını bana doladığında mutlu olurdum.

Iris her hafta sonu malikâneye gelip, işler yolunda mı diye kontrol ederdi.

Thea'nın babasıyla hiç tanışmamıştım. Onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Thea bazen bana babasının ne kadar ciddi olduğunu anlatırdı. Thea için üzülürdüm.

Adam ne kızıyla vakit geçiriyor ne de onu görmek için eve geliyordu.

Ebeveynler çocuklarıyla vakit geçirmeli. Onları devasa malikânelerinde hizmetçiler ve korumalarla yalnız bırakmamalılar.

Thea acıktığı için sabah altı civarında uyandık. Etrafta nöbet tutan siyah takım elbiseli adamlar olduğunu fark ettim. Hizmetçiler genellikle beyaz giyerdi, korumalarınsa bu kanada girmesine izin verilmezdi.

“Thea, bunlar kim?” Hepsi dimdik duruyordu, hiçbiriyle göz teması kurmaya cesaret edemedim. Dosdoğru yürüyüp geniş mutfağa vardık.

“Hımm, babamın adamları bunlar.”

“Ya, yani baban mı geldi?” Onu mutfağın ortasındaki tezgâha oturtup buzdolabından malzemeleri çıkardım.

“Bilmem. Babam beni görmek isterse Iris odama gelip beni alır.”

“Neden? Iris olmadan gidip babanı göremez misin?” Dönüp baktığımda kaşları çatıktı.

“İzni olmadan odasına gidersem babam kızar, çünkü önemli adamlarla görüşmesini bölebilirim.”

“Bu korkunç bir şey.”

“Evet,” diye haykırdı küçük omuzlarını silkerek.

“Boş ver. Kahvaltıdan sonra dışarı çıkarız.” Gözleri heyecandan fal taşı gibi açılmıştı, ben de göz kırptım.

“Evet! Ama adamlar var. Onlar buradayken dışarı çıkamayız. Iris bize izin vermez. Babama söyler.”

Sebzeleri masaya bıraktım ve omuzlarını tutarak, “O zaman kimseye söylemeden gizlice çıkarız. Iris bizi görmeye gelmeyecek, yani babanın hiçbir şeyden haberi olmayacak.”

Dışarı çıkabileceğimizi öğrenince gözleri parladı. Thea'nın dışarı çıkmasına izin verilmiyordu, oysa ben bir yerde bu kadar uzun süre kalmaya alışkın değildim. Dışarı çıkmayı severdim fakat buraya gelince kapanıp kalmıştım.

Benim dışarı çıkma iznim vardı ama Thea'nın yoktu. Thea'yı gizlice dışarı çıkaracaktım. Civardaki alışveriş merkezine bile yalnızca bir kez gitmiştik, artık burada kapalı kalmak canıma tak etmişti.

“Babanın neyden haberi olmayacak?” Arkamdan gelen sert ve gizemli sesi ikimiz de duyduk. Hem benim hem de Thea'nın gözleri kocaman açıldı.

“Baba,” dedi Thea ellerimin arasında kıpırdanarak.

“Ne var?” Thea yere inip yanımda dikilirken ben henüz arkamı dönmemiştim.

Iris’in, “Efendim, bu Thea'nın bakıcısı ve beslenme uzmanı Jasmine Gibson,” dediğini duydum. Thea'nın babasından gözlerimi kaçırarak arkamı döndüm.

“Bayan Gibson, Bay Theodore Jefferson'la tanışın.” Şimdi gözlerimi fal taşı gibi açma sırası bendeydi.

Bu adamın kim olduğunu, Thea'nın nereden geldiğini neden daha önce bana söylememişlerdi ki? Ben ayakta duran adama bakarken, o da beni baştan ayağa süzüyordu.

Karşımda Birleşik Devletler’in en güçlü adamı duruyordu. Iris bir şeyler söylememi ima edercesine dik dik bana baktı.

“Merhaba,” derken sallamakta olduğum elimi aşağıya indirdim.

Bu aptallığım karşısında Iris gözlerini kapadı. Adama doğrudan bakamıyordum. Çok güçlü bir aurası vardı.

“Bayan Gibson'la konuşmak istiyorum.”

“Elbette Bay Jefferson,” dedi Iris.

“Baş başa.” Ben Iris'e beni kurtarması için bakarken, o şaşkın şaşkın bakıyordu. Adam uzaklaştı.

Iris, “Siz de gidin, Beyefendi beklemekten hoşlanmaz,” diyerek adamı takip etmemi söyledi.

“Bana sadece beş dakika ver, Iris. Üstümü değiştireceğim,” dedim pamuklu şortuma ve tişörtüme bakarak. Sütyen de giymemiştim tabii.

“Bayan Gibson, iyiliğiniz için söylüyorum, hemen gidin.”

Kimsenin girmesine izin verilmeyen diğer kanada uzanan koridorlardan geçtim. Ben kapıyı çalarken Iris dışarıda duruyordu. “Gelin,” sesini duyduğumda endişeyle odaya girdim.

Ben her şeyden habersiz öylece dururken, o evraklarını karıştırıyordu. Onunla tanışacağım asla aklımın ucundan bile geçmemişti.

Yani, her kadının hayallerini süsleyen adamla bir gün tanışacağı kimin aklına gelirdi ki?

“Bayan Gibson, siz kızıma bakmakla görevlendirildiniz, onu gizlice dışarı çıkarmakla değil.” Sesi beni ürküttü. Titreyen ellerimi saklayarak gözlerimi kırpıştırdım.

“Onu gizlice dışarı çıkarmıyordum Bay Jefferson.”

“O halde mutfakta konuştuklarınız neydi?”

“Sıradan laflar.” Cevap vermedi, masasından başka bir dosyayı çekip aldı.

“İnsanların yalan söylemesinden nefret ettiğimi bilmeniz gerekirdi.” Gerginliğimi belli etmemeye çalıştım. Hiçbir şeyden hoşlanmadığını biliyordum elbette.

Küçük kızını dünyadan uzak tuttuğu ve dışarı çıkmasına izin vermediği için onun bir pislik olduğunu yüzüne nasıl söyleyecektim?

Bir baba nasıl olur da kızından uzak durur ve ona vakit ayırmazdı? Kızına dünyayı göstermeli ve onunla oynamalıydı.

“Bayan Gibson, Thea'yı dünyadan uzak tutmamın bir nedeni var. Görevlerim beni kızımdan ayrı kalmaya mecbur ediyor, onu yanımda götürmeye vaktim yok.”

Gözlerimi kocaman açarak adamı izledim. Yoksa içimden geçenleri yüksek sesle mi söylemiştim?

“Bay Jefferson, lafı uzatmak istemiyorum. Thea büyüyor; normal bir hayat yaşaması gerekiyor. Hayatı boyunca bu evde kapalı kalamaz.”

“Odası çalışan bir kadının odasına benziyor. Bırakın da sıradan bir çocuk gibi hayatın tadını çıkarsın,” derken gergin değildim. Ben konuşurken dikkatle beni izliyordu.

Kısa bir sessizlik oldu, hiçbir şey söylemedi, öylece bana bakmaya devam etti. Bakışları saçlarımdan ayak parmaklarıma dek beni süzerken kendimi biraz huzursuz ve gergin hissetmeye başladım.

Başımı hafifçe yana döndürüp önümü kapatmak için kollarımı kavuşturdum. Sütyen giymediğimi bilmesini istemiyordum.

“Kumral saçlı mısınız Bayan Gibson?” diye sordu aniden, neredeyse duyamayacağım bir sesle.

“Ha? Hmm, evet.” Ona bakarken dudaklarımı emiyordum. Saçlarıma bakarak başıyla onayladı.

“Sizinle sonra konuşuruz Bayan Gibson. Çıkabilirsiniz.” Pekâlâ...

~

Tek kelime etmeden, odadan çıkmak için arkamı döndüm.

“Bayan Gibson, daha kapalı giyinmeye çalışın. Adamlarımın size bakarken işlerini savsaklamalarını istemem.”

Uzaklaşmadan önce alt dudağımı ısırdım. Üstümü değiştirmek için odama doğru yürürken Iris ile Thea'yı gördüm.

“Iris, neden bana Thea'nın babasından bahsetmediniz?”

“Beyefendi kimliğini açıklamamı istemedi Bayan Gibson.”

Bir şey sormama müsaade etmeden dışarı çıktı ve kim bilir nereye gitti.

“Özür dilerim, Çiçek.” Pırıl pırıl gözlerle beni izleyen Thea'ya baktım.

“Şşş... Sorun değil, tatlım. Baban beni azarlamadı. Senin suçun yok.” Gözyaşlarını silerek elini tuttum.

“Üzerimi değiştireceğim, sonra da gider kendimize yemek yaparız.” Hemen eşofmanlarımı giydim, sütyenimi taktım, yine aynı tişörtü üstüme geçirdim.

Yiyeceklerimizi pişirirken yemek yapmayı öğrenmeye hevesli olan Thea'ya bir şeyler anlattım.

Thea meyvesini yerken, ben de ona birinci sınıfta mutfağı nasıl dağıttığımı anlattığımda, çok güldü.

“Bayan Gibson, Mick ve Sherry size yardımcı olacaklar,” dedi Iris, bir erkekle bir kadını işaret ederek.

“Ne için?”

“Beyefendi Thea'yı dışarı çıkarmanıza izin verdi. Akşam beşe kadar dönmeniz şartıyla.”

“Gerçekten mi?” Thea ve ben sevinçten havalara uçtuk. Iris'i dediklerine hiç kulak asmadan odalarımıza koştuk.

Ben Thea’nın giyeceklerini hazırlarken “Senin odanda duş alabilir miyim?” diye sordu.

“Elbette.” Beyaz bir tişört ve bir pantolon seçtim. İç çamaşırlarına kendi karar versin dedim.

Odama girdiğimizde “Hadi, ben kıyafetlerimi çıkarırken sen de gidip yıkan istersen,” dedim.

Thea kıyafetlerini yatağımın üzerine koyarak banyoya gitti, ben de kendim için beyaz tişört, bomber ceket ve kot pantolon çıkardım.

Bu arada sinema biletlerimizi de ayırttım. Thea'yı gösterimdeki Frozen filmine götürmek istiyordum.

***

“Nereye gidiyoruz?” diye sordu Thea arabadan inerken.

Onun güzel gülümsemesine bakarak, “Sinemaya,” dedim.

Mick ve Sherry'ye “Peki siz ne yapacaksınız?” diye sordum.

“Sizi yalnız bırakamayız,” diye yanıtladı Sherry.

“Sorun değil. Dört kişilik bilet ayırttım zaten,” diyerek Thea'nın elini tuttum. Biz Thea’yla önden yürürken, Mick ve Sherry bizi takip ediyordu.

Menüyü gösterip “Ne istersin?” diye sordum Thea'ya.

“Karamelli patlamış mısır.”

“Dört patlamış mısır, biri karamelli, yanında da dört Coca-Cola.” Siparişi vermeden önce Mick ve Sherry'ye ne istediklerini sorduğumda gergin ve tetikte görünüyorlardı, tuhafıma gitti.

Siparişlerimizi beklerken aklıma yine Thea'nın babası geldi. İş dünyasını pek sevmezdim, iş dünyasıyla ilgili haberleri takip etmezdim.

Benimle aynı binada çalışan kadınlar sayesinde Bay Jefferson hakkında çok şey duymuştum. Ben daha üniversitedeyken bile oldukça ünlüydü.

Sürekli dedikodusunu yaptıkları bu adamın kim olduğunu öğrenmek için adını Google'da aratmıştım. Hakkında hem olumlu hem de olumsuz pek çok şey yazılmıştı.

Ama bu yorumların hiç birinde bir kızı olduğundan bahsedilmiyordu. Medyadan uzak duran gizemli biriydi.

Asla röportaj vermiyor ve televizyona çıkmıyordu ama iş dünyası dergilerinde hep onunla ilgili haberler yer alıyordu.

Mick ve Sherry kendi patlamış mısır ve kolalarını aldılar. Bu filmi izleyeceğim için heyecanlıydım. Sinemaya gitmeyeli uzun zaman olmuştu.

Thea patlamış mısırını yerken, “IMAX'e ilk kez geliyorum,” dedi.

“Merak etme. Bundan sonra hep geliriz.”

“Söz mü?”

“Söz,” deyince bana yine kocaman gülümsedi.

Filmi beğendik. Kendimi filmdeki kahramanların saçlarına hayran olmaktan alıkoyamadım. Keşke benim de kahverengi ya da siyah saçlarım olsaydı diye düşündüm.

İnsanlar böyle güzel saçlara sahip olduğum için şanslı olduğumu söyleseler de kumral saçlarımdan hoşlanmıyordum. Kumral saçlarım yüzünden kalabalığın içinde öne çıkıp dikkat çekiyordum, bu da hoşuma gitmiyordu.

“Kumral saçlı mısınız Bayan Gibson?” Thea'nın babasının sesi zihnimde çınlamaya başladı.

Saçlarımla oynarken adamın saçlarıma nasıl baktığı aklıma geldi.

“Saçlarımı beğendi mi? Yoksa yalnızca dikkatini mi çekti? Belki de saçlarımın ilginç olduğunu düşündü,” diye düşündüm kendi kendime.

“Thea, saçlarımı beğeniyor musun?” diye sordum. Bana doğru dönüp yüzüme bakarak hızlı hızlı başını salladı.

“Saçlarına bayılıyorum, ilk tanıştığımızda önce saçların dikkatimi çekmişti. Gözümü saçlarından alamadım,” dedi Thea.

Cevap vermedim, Thea’ya biraz daha sokulurken babasını düşünüyordum. Belki o da gözlerini saçlarımdan alamıyordu.

Belki de kumral saçlara sahip olmak o kadar da kötü değildi... Belki de biraz dikkat çekmek fena bir şey değildi...

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok