Kralla Çıplak - Kitap kapağı

Kralla Çıplak

J.M. Felic

Bölüm 3

LUCIEN

Sen bambaşka bir dünyadansın. Farklı bir boyuttan.

Öf, Homurdandım, hâlâ dimdik olan aletimi pantolonumun beline sıkıştırdım.

Başka bir cariye beni orgazm etmeye çalışmış ve yine başarısız olmuştu.

Tabii ki.

Şimdi kendimi memnun etmek için zamanım da yok.

Kimi hayal edeceğimi tam olarak bilmeme rağmen...

O çıtır, gizemli, kızıl saçlı kadın...

Onu kafamdan atamıyorum...

Ama hayır!

İlgilenmem gereken bir iş var.

Fahişeyi dışarı attıktan sonra, yatak odamın bitişiğindeki küçük odaya girdim— krallığımın önde gelen büyücüsü tarafından benim için inşa edilen özel bir alan.

Oda, tam ortada bulunan küçük gümüşi su havuzu olmasaydı zifiri karanlık olurdu. Parlayan bir ayna gibi ortada duruyordu.

Derin bir nefes aldım, sonra da kafa üstü daldım.

Her şey karardı.

***

Bir baktım, farklı bir dünyadaydım.

Bir kadın, özel asansörümden ben baştan aşağı kuru bir şekilde çıkarken "Sayın Ozric, tekrar hoş geldiniz. Bahamalar'a yolculuğunuz nasıldı?" diye sordu.

Artık kral cübbemi giymiyordum, aksine lacivert takım ceket ve ceketimle uyumlu bir pantolon giyiyordum.

Zaxonian kıyafetlerim bu dünyadaki insanlar için çok gösterişliydi.

Zevksiz aptallar.

Her zamanki okuma gözlüklerini ve büyükanne kıyafetlerini giyen güvenilir asistanım Bayan Agatha'yı selamlarken kelepçelerimi ayarladım.

Az önce ne dedi?

Doğru ya. Bahamalar.

Bahamalar, götüm.

Başka dünyadan biriyle konuştuğunu bile bilmiyor.

"Güzel," kabaca cevapladım. Gerçekçi bir etki yaratmak için de ekledim, "Ama nemliydi,"

Lobiden geçtim ve doğruca ofisime doğru yürüdüm.

Küçük ayaklarının beni takip etmek için hızlandığını duydum.

Arkamdan tatlı bir sesle, "Önce dinlenmek mi yoksa gittiğinden beri olanları duymak mı istersin?" diye sordu.

Deri kaplı döner sandalyeme otururken, "Kaçırdığım her şeyi anlatın Agatha Hanım" dedim. "Pür dikkat dinliyorum."

"Bloğun hemen karşısındaki Hedonia Apartmanı ve Süitleri sonunda mülkiyet devrini imzaladı. Artık o binanın yeni sahibi sizsiniz."

Sırıtarak, "Harika" dedim.

"Ayrıca, dün bir yardım balosuna davet edildiniz ama hâlâ tatilde olduğunuz için bunu reddettim. Bir otelinizde kurdele kesimi için başka bir davet daha vardı ama onu da reddettim."

"Tıpkı size talimat verdiğim gibi Agatha Hanım," rahatladım.

Sadece gösteriş olsun diye bile olsa toplantılara katılmayı hiç sevmiyordum.

Bu kadar yakışıklı bir adam olunca hâliyle süzen veya tapan gözlerle uğraşmak zorunda kalıyorsunuz ancak düşmanlarımın beni bu dünyada bulmasını daha zor hale getirmek için dikkat çekmemem daha iyiydi.

"Tabii ki Bay Ozric, efendim, bu benim işim," diye yanıtladı. "Ayrıca, Costard Üniversitesi’nde profesör Dr. Danes tarafından gönderilen bir mektup aldınız. İlk iş size vermem gerektiğini söyledi. İşte burada, efendim."

Mektubu elinden aldım.

Terbiyeli yetiştirilmiş bir milyarderin ses tonuyla "Teşekkürler Agatha Hanım. Kontrol edeceğim," diye cevapladım.

"Bir şey daha efendim" dedi. "Sylvia sizi çağırıyor. Dedi ki... Sizi özlüyor, efendim."

Sesindeki tiksintiyi hemen fark ettim. Buraya sık sık buranın sahibiymiş gibi gelen uzun bacaklı, şımarık kadından nefret ettiğini biliyordum.

Sylvia'nın düşüncesiyle irkildim. O, ünlü bir iç çamaşırı markasının modeli çok güzel bir kadındı aslında.

Beni gördüğü anda onun olmam için yapmadığını bırakmadı. Ama tüm baştan çıkarma girişimlerine rağmen onunla hiç ilgilenmedim.

New York'a bu dünyadaki kadınları becermek için gelmemiştim.

Buraya sadece mektubunu parmaklarımın arasında tuttuğum Profesör Danes'e danışmak için geldim.

Mektubu açmak için yanıp tutuşuyordum.

"Sylvia'ya ölmüş de."

"Hıı.. Nasıl efendim?"

"Bahamalar'da bir su kayağı kazası ya da öyle bir şey. Bilmiyorum. Bana işinizi yaptırmayın Agatha Hanım, uydurun bir şeyler" dedim, zarfı açarken. "Artık gidebilirsin."

"Tamam efendim." Başını sallayıp gitti.

Dr. Danes'in mektubunu yırtarak açtım. İçinden çıkan kağıtta kelimeler yoktu. Sadece bir dizi numara vardı. Güvenli bir bağlantı için aramam gereken, dokuz rakamdan oluşan bir numara.

Bu dünyaya ilk geldiğimden beri profesörle hep bu şekilde çalışıyorduk.

İlk çalıştan hemen sonra "Benim" diyerek telefonu açtı.

"Ekselansları! Pazartesiye kadar dönmenizi beklemiyordum," dedi. "Siz yokken krallığınızı kim yönetiyor?"

"Her şeyle ilgilenen çok güvenilir bir hizmetkârım var."

"Doğru, doğru. Bu dünyadaki Agatha Hanım gibi mi?" diye devam etti.

"Onlarsız yapamam," dedim.

Lafı uzatmanın faydası yoktu. Doğrudan konuya değinmek istedim. "Zehirle ilgili herhangi bir gelişme var mı?"

Profesör Danes'i bana çok yakın iki insanı öldüren bir zehir türünü araştırması için görevlendirmiştim. Bu zehrin nereden geldiğini öğrenmem gerekiyordu.

"Görünüşe göre kaynağı sizin dünyanıza ait değil. Sibirya'daki çok nadir bir bitkiden geliyor" diye cevapladı, zaten duymak istediklerimi biliyordu.

"Ne demek istiyorsun?"

"Düşmanının da senin gibi, Dünya'ya açılan bir kapıya erişimi var."

Gezegenime ait olmadığı belli olan pas rengi saçlı kadının görüntüsü aniden aklımda belirdi.

Çenemi sıkarken, "Bu nasıl olabilir? Bir köprü oluşturmak için gereken kaynaklara yalnızca ben sahibim," dedim.

"Bunu söylediğim için üzgünüm efendim ama bu doğru olamaz"

Sandığımdan daha az şey bildiğim acı gerçeğini sindirmeye çalışarak duyduklarımı sertçe yuttum.

"Teşekkür ederim Profesör. Sana borçluyum."

"Eğer öyleyse," dedi meraklı bir şekilde, "o zaman sizi bu geceki üniversite müzesi açılışına davet etmek istiyorum."

Yine mi bu...

"Bunun için zamanım olmadığını biliyorsunuz Profesör," dedim.

"Sadece bir saat kalın. Ne de olsa okul, sizin sayenizde bir müze açabilecek kaynağı buldu. Lütfen Ekselansları."

Gözlerim kapalı, "İyi" dedim. "Bir saatliğine uğrarım. Saat kaçta başlıyor?"

"Bu akşam saat 18:00’de. Çok gösterişli giyinmeyin. Öğrencilerim kalp krizi geçirebilir," dedi.

"Görünüşüm, değiştirebileceğim bir şey değil Profesör", diye sırıttım.

Teknik olarak yapabilirdim ama genelde sadece saçımın uzunluğunu değiştirirdim. Zaxonia'da uzun saçlıydım ama burada, Dünya'da, modaya ayak uydurmak için kısa kullanıyordum .

"Bu gece görüşürüz Profesör," dedim telefonu kapatmadan hemen önce.

Ayağa kalktım, arkamı döndüm ve tavana kadar uzayan pencereden New York manzarasına bakmak için durakladım.

Artık Zaxonia'da değilim.

Teknoloji bağımlısı prezervatif kullanıcılarının coşkulu dünyası.

Aniden profesörün ne dediğini hatırladım.

Eğer Zaxonia ve Dünya arasında başka açık geçitler varsa, bu şüphelerimi doğruluyordu.

O Bu dünyaya aitti.

Ama geçidi nasıl buldu?

Şehrin manzarasına bakarken, kadının kırmızımsı kahverengi saçlarını elime doladığımda ve saçlarını elektriklenen parmaklarımla aşağı çekerken göz göze geldiğimiz anda hatırladığım heyecan sokakların coşkusuna karıştı.

Neredesin be kadın?

NICOLETTE

"Ben iyiyim. Her şey yoluna girecek. Geçti bitti," diye fısıldadım kendi kendime mutfakta dolaşırken.

Aynayı Profesör Mallorie'ye teslim edişim üzerinden sekiz saat geçmişti.

Hayatımdaki her şeyin normale döneceğini ummuştum.

Ama aynanın bana gösterdiği dünyanın görüntüleri beynimde yanıp sönmeye devam etti, peşimi bırakmadı.

"Lanet olsun..." Şakağıma masaj yaptım ve gözlerimi kapattım.

Dikkat dağıtacak bir şeye ihtiyacım var.

O aynayı, o dünyayı, o adamı unutturacak bir şeye.

Ve ben tam da bunun ne olduğunu biliyorum...

Cep telefonumu açtım ve eski erkek arkadaşım Sean'a bir mesaj yazmaya başladım. Bir yıl boyunca uzun mesafeli ilişkimizden sonra bir ay önce ayrılmıştık.

İkimiz de arkeolojiye tutkuyla bağlıydık ama diğer her yönden tamamen uyumsuzduk. Bekaretimi iyi ki ona vermedim.

Kendimi evlilik için falan sakladığımdan değil. Sadece doğru kişiyle birlikte olana kadar beklemek istedim ve o kişi Sean değildi.

Ama kafamı dağıtmak için biraz flörtöz mesajlaşmak dünyadaki en kötü şey olamazdı… değil mi?

NicoletteHey. Uzun zamandır konuşmadık 🤗
NicoletteNaber?

Telefonuma baktım, bir şeyler yazdığını belli edecek üç noktayı bekledim.

Ama hiçbir şey yoktu.

New York ve Londra arasındaki zaman farkını düşününce muhtemelen uyuyordu ve muhtemelen sabaha kadar bana cevap vermeyecekti. Tabii verecekse.

Belli ki ilgilenecek başka şeyler bulmalıydım.

İşte o zaman buzdolabımda asılı duran yeşil davetiye kartını fark ettim.

Profesör Mallorie, aynayı götürürken beni müze açılış partisine davet etmişti.

O zaman bir bahane uydurup reddetmiştim ama şimdi evden çıkmak için her türlü sebebe atlamaya hazırdım.

***

Beni taksiden inerken görünce, "Bayan Holland! Geldiniz!" diye bağırdı Profesör Mallorie.

Dizlerinin hemen üzerine düşen ve vücudumu saran elbisemi düzeltirken, "Evet, önceki planlarım iptal oldu, bu yüzden evet, buradayım," diye cevapladım.

Müze açılışı resmi bir etkinlikti, bu yüzden role girmek için elimden geleni yaptım. Her günkü yırtık kot pantolonum ve tişörtüm işe yaramazdı.

"Seni masama götüreyim. İş arkadaşlarımla tanışmanı istiyorum. Zeki insanlar, onları seveceğini düşünüyorum," dedi.

"Peşinizdeyim Profesör."

Üniversitenin ana fuayesine ve sonra büyük yemek salonuna giden bir koridora girdik.

Seslerin ve sakin müziğin uğultusu bana iyi geliyordu, lanet düşüncelerimi boğuyorlardı.

Profesör Mallorie, masasına vardığımızda "Millet, Bayan Nicolette Holland ile tanışmanızı istiyorum" dedi.

"Bu Madam Helen Ainsrow, okul müdürü, kocası Bay Miguel ile birlikte. Bu üniversite yönetim kurulu başkanı, Bay Arthur Shuvert, ve bu da Dr. Millard Danes, partnerim ve müzenin benimle birlikte ortak sahibi. "

Bana en yakın oturan Dr. Danes ayağa kalktı ve elimi sıktı.

"Sizinle tanışmak bir zevk, Bayan Holland," dedi gülümseyerek.

Profesör Mallorie ile aynı yaşta görünüyordu ama saçları hâlâ siyahtı. O da uzun boyluydu, topuklu ayakkabılarıma rağmen yanımda kule gibiydi.

"Profesör Danes, o zevk bana ait," dedim.

Yana doğru kalkan eliyle solundaki boş bir sandalyeyi işaret etti.

"Gel otur, yemeğe yeni başladık."

Teklifini nazikçe kabul ettim.

Masada daha fazla boş sandalye görünce, "Başkalarını mı bekliyorsunuz Profesör Danes?" diye sordum.

"Evet," dedi. "Bu müzenin en büyük hayırseveri yakında bize katılacak."

"Gerçekten mi? O zaman ona ilk fırsatta teşekkür etmeliyim. Ama, o... çok meşgul biri olmalı" dedim.

Yüksek sesle kıkırdadı. Rahat gözükmüyordu. "Evet, öyle. Hiçbir fikriniz yok, Bayan Holland. Onun zamanı çok değerlidir."

Profesör Danes'in rahatsızlığı, yemekhanenin girişine doğru bakışlar atıp durdukça artmış gibi görünüyordu.

Yarım saat yemek yiyip konuştuktan sonra heyecanlı bir kalabalık yemek salonundan çıkıp fuayeye girmeye başladığında, ön kapıda bir kargaşa çıktığını fark ettik.

Ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu, meraklanmıştım. "Orada neler oluyor?" Bunu soracak kadar cesurdum.

Profesör Danes, peçeteyle ağzındaki makarna sosunu silerken hızlıca "Olamaz" diye söylendi. "Affedersiniz arkadaşlar, sanırım misafirim geldi."

Ayağa kalktı ve odadan çıkarken gözlerim onu takip etti.

Bir misafir nasıl bu kadar sorun yaratabilir?

LUCIEN

Baş döndürücüsün. Şeytan olabilir misin? Yoksa bir melek?

Ben istemeden etrafımda toplanan kalabalığın arasında sıkışırken, "Tanrım, sana gösterişli olma demedim mi?" diye fısıldadı profesör.

Okula henüz gelmiştim, yine de etrafımda arzulu erkek ve kadınlardan oluşan bir hayran kulübü toplamıştım.

Erkekler yedi haneli spor arabam yüzünden, kadınlar inkar edilemez yakışıklılığım yüzünden sanki bir çeşit seks tanrısıymışım gibi salyalarını akıtıyorlardı.

Dudaklarımda büyüyen küçük bir gülümsemeyle, "Bu sadece bir Maybach, Profesör" diye cevapladım. "Sahip olduğum en gösterişsiz araba."

Dr. Danes alınmış gibiydi.

"Zaxonia Kralı parlak oyuncakları sever," dedim omuz silkerek; anahtarı bir vale görevlisine fırlattım.

"Gelin, içeri girelim. Öğrencilerimi çıldırtıyorsunuz," diye haykırdı profesör.

"Gerçekten." Onlara baktım, yüzleri orgazm olmuş gibi kırmızı kırmızıydı. Eminim aşağılar da sırılsıklamdı.

Dr. Danes, fuayede yürürken "Bir dahaki sefere, sizi bir okul etkinliğine davet etmeden önce iki defa düşünmeliyim" dedi.

Ona baktım ve sırıttım. "Ben demiştim."

Yemek salonuna olduğum kral gibi girdim: düzgün omuzlar, düz bir sırt, ifadesiz bir yüz.

Ama yüzümdeki ifadesizlik, doğruca yürüdüğüm masada oturan kadını görünce yerini kargaşaya bıraktı.

Şansıma sıçayım

Yoksa çok mu şanslıyım?

Bu o.

Nasıl olabilir?

NICOLETTE

Bu ne YA?

Gözlerim Dr. Danes'in misafiri üzerinde kilitlendiğinde dondum kaldım, nutkum tutuldu.

Kalbim küt küt attı.

Vücut ısım düştü.

Nefes alamıyordum.

Adam aynı ayna dünyasındaki yabancı gibi gözüküyordu.

Her detayı aynıydı.

Güçlü yapısı, belirgin çene kemikleri, gergin kaşları, dolgun dudakları...

Bana doğru yürümeye devam etti.

Yaklaştığında gözlerinin rengini gördüm.

Delici menekşe.

Koltuğumda neredeyse bayılacaktım.

İkisi arasında sadece bir fark vardı.

Aynadaki adamın uzun siyah saçları vardı. Bu adamın kısa kesilmiş, açık kahverengi saçları vardı.

Uyduruyor muydum?

Ayna dünyasıyla resmen aklımı mı kaçırmıştım?

Tüm bu benzerlikleri hayal mi ediyordum?

Yoksa bu gerçekten o mu?

Eğer o ise...

Beni nasıl buldu?

Bana doğru tehditkâr ve tamamen karşı konulamaz bir şekilde yürümeye devam ederken kesin olarak tek bir şey biliyordum:

Aynadan kurtulunca sorunlarım bitmemişti.

Hiç de bile.

Gerçek sorun daha yeni başlıyor....

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok